SEÇTİKLERİMİZ – MAHMUT ÜSTÜN Gazete Duvar’a yazdı: “‘Hayır’ tarafı bileşim olarak büyük ölçüde Gezi bileşimidir… Bu bileşimin bu üç önemli olayda bir araya gelmek zorunda kalmaları, bize bu bir araya gelişin bir nesnel/siyasal anlamı olduğunu gösteriyor… Bu da her iki hareketin içindeki cumhuriyetçi ve laik damardır…”
MAHMUT ÜSTÜN
Türkiye’de kısmen HDP dışında AKP’nin karşısında kurumsal bir muhalefet yoktur. AKP’nin en önemli şansı da budur. HDP ise, kısmen 7 Haziran seçim arifesi hariç, büyük kitlelerce hâlâ ‘Kürt partisi’ olarak görüldüğü için var olan muhalefet boşluğunu dolduramamaktadır.
Gezi’den bu yana, Türkiye’deki muhalefet boşluğu giderek artan biçimde taban inisiyatifleriyle doldurulmaya çalışılmaktadır. Gezi direnişi yalnızca bir diktatörlük eğiliminin değil, müzmin bir muhalefet boşluğunun da ürünüydü..
Bu anlamlarda Gezi hâlâ devam etmektedir. Özgecan Aslan protestosu, metal işçileri eylemi, 7 Haziran ve 16 Nisan referandumu bu devam edişin farklı görünümleridir. Referandumdaki yüzde 50 civarı alınan oy da, aslında ve temelde “Gezi Partisi”nin oyudur.
Çok daha ilginci Gezi ruhu ve muhalefeti ne kadar dinamik, yaratıcı, kucaklayıcı ise, “kurumsal muhalefet” o kadar statükocu, hantal, sınırlandırıcı ve dışlayıcı bir etkiye sahiptir. Alanda kurumsal muhalefet ne kadar az görünür nitelikte ve Gezi ruhu daha atak ise muhalefet gelişmekte, tersi durumda kadükleşmektedir.
Referandum sürecinin bize verdiği en önemli mesajlardan biri de sanırım budur.
Herkesin ‘Hayır’ı kendine mi?
Çok farklı ve bazısı da tarihsel/siyasal hasımlıkları olan akımların “Hayır kampanyasında birleşmesi üzerine, herkes “bizim hayır’ımız farklı” demek zorunda hissetti kendini… Bu bir ölçüde gerçek… Bir sosyalistin “Hayır”ı ile, bir liberalin, bir İslamcının, bir Kemalist’in, bir MHP’linin “Hayır”ı arasında tabii ki önemli içerik farkları vardır. Ama bu bir araya geliş, değişik vesilelerle tekrarlanan bir hal almışsa muhakkak ki burada tüm bu muhalifleri kesen ortak bir nokta vardır. Buna ilk başta ve kolayından Erdoğan karşıtlığı/düşmanlığı diye cevap verilebilir. Ama bu cevap olmaz. Soruya, açıklanmaya muhtaç bir başka argümanla karşılık vermek olur. Öyleyse ortak Erdoğan karşıtlığı neden? Kaş göz meselesi olamayacağına göre…
Yani bu tekil, gel geç, tesadüfi bir ortaklaşma değilse, belirli bir süredir durağan ya da eylem halinde fiili bir ortak tavır alış yaşanmaktaysa, meselede ‘herkesin hayırı farklı’nın ötesinde bir mahiyet var demektir.
Parti sözcüğü bugünkü/modern anlamına kavuşmadan önce, “taraf” anlamında kullanılmaktaydı. Kralcılar partisi, işçiler partisi, burjuvalar partisi; kraldan yana olanlar, işçilerden yana olanlar, burjuvalardan yana olanlar demekti. Ama kurumsal/örgütsel birliğe işaret etmezdi. Bugün de “Hayırcıları” bir şeyin tarafı ve bir şeye karşı olmak anlamında bir parti/taraf olarak tanımlamak olasıdır.
Hayır tarafının çok farklı kökenlerden gelen insanları kapsadığı ve her kesimde farklı saiklerin daha öne çıktığı bir gerçektir. Peki bu söz konusu muhalefetin temeli zayıf, eklektik ve gelgeç olduğu anlamına mı gelir? Kesinlikle hayır… Tarih bu birlikteliği zorluyor ve bunun bir siyasal anlamı var.
Gezi direnişinde, 7 Haziran seçimlerinde ve en son referandumda fiilen bir arada olan güçler üç aşağı beş yukarı aynıdır.
“Hayır” tarafı bileşim olarak büyük ölçüde Gezi bileşimidir. “Gezi Partisi”ni oluşturmaktadır. Bu güçler içinde hem HDP’nin, hem Kemalistlerin, hem sosyal demokratların, hem sosyalistlerin ve hem de MHP’nin bir bölümünün bir arada olduğunu görüyoruz. Ulusalcı ve liberaller ise bu muhalefetin daha geçici ortakları gibi gözükmektedir. Gezi’de yer alan ulusalcılar bugün bambaşka yerdedirler. Gezi’ye mesafeli/karşıt olan liberaller ise bugün ana gövdeleri itibariyle Gezi ruhundan medet umar noktadadır vb.
Bu bileşimin bu üç önemli olayda bir araya gelmek zorunda kalmaları, bize bu bir araya gelişin bir nesnel/siyasal anlamı olduğunu gösteriyor. MHP’nin bir bölümü ile HDP’yi gönülsüz biçimde olsa da, üç kez aynı platformda olmaya zorlayan nesnel bir muhalefet dinamiğinin varlığına işaret ediyor.
Bu da her iki hareketin içindeki cumhuriyetçi ve laik damardır… Artık apaçık belli ki, cumhuriyetçilik ve laiklik çok önemli ve belirleyici bir siyasal eksen haline gelmiştir.
Bu ortak zemini derinleştirmek, organikleştirmek ihtiyacı…
Ama yine açıklıkta görülmektedir ki, bu eksen dar milliyetçi/ulusalcı zeminde ya da liberal zeminde kaldığı/tanımlandığı ölçüde kadükleşmektedir. Cumhuriyetçilik ve laiklik bu halk muhalefeti için olmazsa olmaz koşuldur ama bu ortaklığın en geniş kesimlerini daha organik/kalıcı birliğe taşımak açısından en azından yeniden tanımlanmak kaydıyla…
Kürt dinamiğinin, AKP’den duygusal uzaklaşma yaşayan kesimlerin, Alevilerin, Kemalistlerin, değişik veçheleriyle solun ve MHP tabanının bir bölüğünün aynı muhalefet bayrağı altında seferber edilebilmelerini garanti edecek olan ne ulusalcılık ne de liberalizm olamaz… Zira ne liberal laiklik ve cumhuriyet anlayışı ne de ulusalcı anlayış bu kesimlerin azami ortaklığını sağlayamaz. Her ikisi de bu muhalefetin önemli ve gerekli unsurlarından bir kaçını dışsallaştırır. Bu yapılamadığı, yani Gezi muhalefeti mümkün en geniş bileşimle ve çok daha organik niteliğe ulaşamadığı taktirde, cumhuriyet ve laiklik davasının başarısı da mümkün olmamaktadır.
Bugünkü temel ve öncelikli sorun, bu potansiyelin – AKP tabanı içindeki memnuniyetsizlerin de iştirakiyle- olabildiğince organikleşmesidir. Bu da bu amaca uygun bir politik dilin inşasını gerektirmektedir.
Bu dilin dinamikleriyse bizzat Gezi ruhunda içkindir… Üst/yüzeysel görünümler aralanıp Gezi muhalefetine derinliğinde bakıldığında -emek eksenli- bu zemini görmek olanaklıdır.
Peki bu dil nedir?
Gezi, yeni bir dil kurma ihtiyacının ve arayışının ifadesiydi de. Direnişin içinde sosyalist, Kemalist, Kürt ve İslamcı dinamiklerin birlikte var olmaları, bu nesnel fiili durum, öznel planda yeni bir politik dil ihtiyacını ve arayışını da koşullamıştır. Gezi, bu anlamda -sınıfsal/ideolojik altlığı hakkında tam netlik olmasa da- yeni bir laiklik ve cumhuriyetçilik anlayışının embriyon hali olmuştur. Derinleştirilemeyen, özgürlükçü ve eşitlikçi kılınamayan bir laiklik ve cumhuriyet anlayışının sorunlara çözüm olmak bir yanal, neden haline geldiğinin fiili idrakidir bir başka açıdan da Gezi direnişi…
Ve daha az önemde olmamak üzere post modern kimlikçi siyasetin, yaşam tarzı eksenli ayrışmaların da çözüm değil, sorun kaynağı olduğunun fiili idrakidir de.
Hangi Kürt, hangi Sünni, hangi cumhuriyet ve laiklik
Gezi ve ardından gelen süreç ulusalcı/liberal, İslamcı/laik, Türk/Kürt, Alevi/Sünni ayrımı/karşıtlığı içine hapsolan bir muhalefetin iktidar alanı içinde kaldığını, ayrı bir siyasal seçenek olamadığını, muhalefet alanını parçalayıcı etki yapt��ğını pratik olarak ortaya koymuştur. Katı pozitivist laiklik anlayışıyla sokağa çıkan yanı başında başörtülü “muhalif” kadını, ulusalcı duygularla alana gelen yanı başında Kürt bir muhalifi bulmuş, şaşırmış, hazımsızlık yaşamış ama ister istemez onlarla omuz omuza mücadele etmek zorunda kalmıştır. 7 Haziran’da cumhuriyetçi ve laik kimliği milliyetçi ve dinci kimliğe başat olan milyonlarca MHP’li, HDP’nin barajı geçmesi için içinden gizli gizli dilekte bulunurken yakalamıştır kendini. Son referandumda “laikçi” teyze her başörtülü ‘hayır’cıyı gördüğünde sevinmiş, birbirinden hoşlanmayan milyonlarca MHP’li ve HDP’li “muhalif MHP’lilerin mitingleri çok kitleseldi” ve “Kürt bölgelerinde hayır çok önde” haberlerini benzer bir keyifle okumuştur.
Pratik onları sıklıkla aynı platformlarda buluştururken, zihinsel değişim mümkün olandan çok daha ağır ve az hissedilir seyretmekteyse, bunun nedeni işte bu yeni politik alan ve dilin embriyon halde kalması, sistematik ve organik hale getirilememiş olmasıdır.
Bu alan ve dil en başta herkesin inançlarını özgürce yaşayacağına inandığı ama ne devlete ne de başka inançtan insanlara inanç dayatamadığı yeni bir laiklik tanımı ve her kimlikten insanın kendi dil ve kültürünü özgürce yaşayabildiği ama tek bir ortak vatanda ortaklaştığı yeni bir cumhuriyet tanımıdır. Bu ise sermaye ve militer devlet aklından uzaklaşmakla, yani bir emek ekseniyle mümkündür. Gezi ruhu bu anlamda da, -yani sermaye ve militer devlet zihniyetinden uzaklaşarak- giderek arınmakta, rafineleşmektedir.
Bu yazı GazeteDuvar'dan alınmıştır.