Suriye’deki gelişmeleri yakından izleyen ve Suriye demokratik ve sosyalist güçleriyle yakın temasta olan gazeteci Bereket Kar, Can TV’nin salı akşamı yayınladığı “Bizim Gündem” programında, Suriye’de süregiden “geçiş”in ülkenin demokratik ve özgürlükçü güçleri için doğurduğu güçlüklerin yanı sıra imkanları da değerlendirdi.
Kar, özellikle Esad iktidarının, rızalarını kazanmak üzere yüzünü döndüğü ülkenin batısında Lazkiye, Tartus, Hama ve Humus kırsalı, Şam, İdlib ve Halep kırsalında yaşayan 3 milyon dolayındaki nüfuslarıyla ülkenin etnik mozağinin asli bir bileşeni olan Alevilerin tutumlarının Suriye’nin geleceğinde önemli bir rol oynayacağına dikkat çekti.
“Suriye’deki asli mesele Alevi meselesi değil”
Suriye’deki gelişmeleri izleyip yorumlarken çok dikkatli olmak gerektiğini belirten Kar: “Başta mesele bir Alevi meselesi değil.” dedi.
“Yani burada bir rejim yıkılmış ve yerine şu anda bölgesel ve küresel güçlerin dahil olduğu yeni bir rejim kuruluyor. Bu rejimin nasıl, kimler tarafından ve hangi amaçlarla kurulduğu ya da kurulacağı henüz çok net değil. Tabii ki, gelişmelerden elimizde çok veri var. Bunlar işarettir. Bunların üzerinde yorum yapabiliriz. Ama bizler[in], yorumcular, gazeteciler hatta Türkiye’deki Alevi kitleleri [olarak] şuna dikkat etmemiz lazım: Her şeyden önce oradaki toplumsal dinamiklerin kimler olduğu, oyuncuların, aktörlerin kimler olduğu, rejimin yıkılmasından kimlerin gerçekten fayda görüyor ya da görecek [olduğu]… Bunun üzerine belirli birtakım yorumlar yapma şansımız var.
“Suriye’deki Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm kalkışması ve sistemin yıkılması meselesi, sadece ve sadece ne Suriye’deki azınlıklar sorunu ne de bir etnisiteler ya da din meselesi. Ama bunları da bilmemiz lazım.”
Siyasal İslami hareketler büyük darbeler yedi ama yok olmadı
Kar, 2011’de baş gösteren ayaklanmanın “Siyasal İslam eksenli cihatçı güçlerin [Kar’ın] ‘İslam enternasyonalizmi’ dediği şekilde bütün dünyadan topladığı güçlerin, emperyalistlerin, Türkiye ve İsrail’in verdiği destekle yön değiştirdiğini” hatırlattı.
“Bu kalkışma[nın] Rusya’dan, İran’dan, Afganistan’dan, Pakistan’dan ve Irak’tan gelen farklı daha birçok grubun destek vermesiyle en azından bir şeriat devletini hedefle[diğinin]” altını çizen Bereket Kar, “sonuçta, Bağdadi’nin önderliğinde Musul’da daha sonra Rakka’da kendini gösteren Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) adı verilen şeriat devletinin önüne geçildi[ğini] ve İslami hareketler[in] bir bütün olarak, bütün türevleriyle birlikte […] Mısır’da, Fas’ta, Tunus’ta, kısmen Libya’da ve en son Suriye’de gerçekten büyük bir darbe yedi[ğini] ve geriledi[ğini] ama yok olmadı[ğını]” belirtti.
Şimdi adı Ahmed eş-Şara olan El-Culani, İdlib’deki İslami emirliğin kurucusuydu
Darbelenen İslami güçlerden birinin de El-Nusra olduğunu hatırlatan Kar, “Nusra’nın başındaki El-Culani’nin İdlib’de bir İslami emirlik kurduğunu biliyoruz. Şimdi, dünya onu meşrulaştırma adı olan Ahmet eş-Şara adıyla tanıyor ama, bu İslami emirlik, İdlib’i yönetmek ve orada şeriat [düzenini] hayata geçirmek üzere beş yıldır uygulamadaydı” dedi. “El-Nusra’nın en büyük destekçisi ve koruyucusu[nun] tabii ki, Türkiye [olduğunu]” vurguladı.
“Hiçbir şey değişmedi diyemeyiz”
Bereket Kar, El-Culani’nin Halep Kalesi’nde bütün bölge ülkelerine ve bütün dünyaya verdiği sivilleşme resminin oluşturduğu mesajları şöyle çözümledi: “El-Culani ‘Ben artık El-Culani değilim, ben Ahmet eş-Şara’yım, sivil bir hareketim, gerekirse ismimi de değiştirmeye de hazırım’ dedi. Bu İdlib’e de bir mesajdı. Bu mesajla profesyonelce ve Suriye’ye teşmil edilmek üzere, hatta İdlib’deki bütün o yaptıklarını -din ve etniste üzerine kafa kesme pratiklerini de- arkasında bırakarak, şu anda yeni bir imajla bütün dünyaya bir resim vermeye çalışıyor. Bu [anlamda] tehlike hala devam ediyor. Ancak, bunu yaparken ‘hiçbir şey değişmedi’ diyemeyiz.”
Olan bir “halk ayaklanması değil”
Bu çözümleme için “Suriye toplumsal dinamiklerine yeniden dön[mek]” gerektiğine dikkat çeken Kar, “Ben, siyasi hareketleri bir toplumsal dinamik olarak görüyorum. Şunları karşılaştırmamızı istiyorum: 2011’de ‘iş, ekmek, özgürlük şiarıyla, barış[çıl] gösterileriyle sokaklara inen kitleler ile bugün gerek El-Culani’nin gerekse Türkiye’nin desteklediği hareketleri eşitleyemeyiz. Esasen bugün bir bütün olarak Suriye toplumsal dinamiklerini ve halkını arkasına alan bir ayaklanma olmadığını bilmemiz lazım.” dedi.
“Hem sevinç hem ciddi endişeler”
Bereket Kar alandan vediği örneklerle Suriye’nin demokratik kamuoyunda egemen olan ruh halini şöyle özetledi: “Bir gazeteci olarak Şam, Humus, Tartus, Lazkiye, Hama ve Halep’ten aydın, yazar Alevi, Sünni, Ermeni bütün güçlerle diyalogumuz oldu ve hala oluyor. Diyorlar ki, ‘antidemokratik, otoriter bir yönetimin yıkılmasını sevinçle karşılıyoruz, ama aynı anda biz ciddi endişe ve korku içindeyiz. Onun için de sokaklara çıkmıyoruz. Bir diğer çıktı olarak da, neticede ‘ordumuz, devletimiz tamamıyla kaybodu'”.
“Büyük güçlerin uzlaşması Suriye’yle sınırlı değil”
Kar, Suriye’deki iktidar değişikliğinde “ister istemez büyük güçlerin bir uzlaşması olduğu, başka projelerin bulunduğu ve bu projenin sadece Suriye’ye dönük olmadığı” konusunun altını çiziyor:
“Bakın, Filistin meselesine yönelik olarak Lübnan’a, Ürdün’e, Irak’a müdahale edilecek. Belki Suriye’den sonra Ürdün hedefte olacak. Ardından Irak olacak, Lübnan olacak tekrar. Dolayısıyla bu noktada durumu çok daha geniş bir çerçeve, geniş bir fotoğraf içinde incelememiz lazım.”
“Kaygı duyanlar kaygılarında haklı ancak kutuplaşmayı kışkırtacak söylemlerden kaçınmak gerek”
“Tekrar söylüyorum: Evet, Aleviler endişe duymakta, Hristiyanlar ve diğer azınlıklar da endişe duymakta haklı” diyen Bereket Kar, “Ancak şu anda tamamıyla bir katliamla karşı karşıya olunduğunu söylemek, bunun için birtakım böyle teşvik edici ya da kutuplaşmayı belki daha fazla kışkırtacak tutumlardan, analizlerden, yazılardan, çağrılardan kaçınmak” konusunda uyarıyor.
Suriye’deki güç tablosu sanıldığından daha karmaşık
Kar, “Suriye’deki toplumsal dinamikler arasında kendilerinden bahsedilmeyen ilerici, devrimci, laik, komünist güçler[in varlığına]” dikkat çekiyor: “Bu güçleri bütün taraflar yok sayıyor. Oysa bunlar mesela üç gün önce bildiri yayındı. Ardından Dürziler bildiri yayındı. Ardından Filistinli güçler bildiri yayınladı. Bunlar toplumsal dinamikler ve siyaseten karşılığı olan güçler.
“Bunların da temel dayanağı şudur esas itibariyle: ‘Evet burada da böyle bir tehlike, Suriye’yi bekleyen bir tehlike var. Bu tehlikeyi biz 1982’de yaşadık. Ardından işte 2011’den sonra yaşadık. Acaba tekrar aynı tehlikeyle karşı karşıya mıyız?'”
“Bu güçlerden hiçbirinin ‘evet El-Culani dün yaptığını yapacak ya da Suriye bir karanlığa, İslami cihatçı şeriatçılara teslim olacak’ şeklinde bir açıklaması yok. Hepsinde bir umut var. Yani endişeyle birlikte bir umut ve ikinci olarak tümünün ortaklaştığı 2254 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı temelinde, Kürtlerin de dahil olduğu bir yeni bir diyalog sisteminin gerçekleşmesi [beklentisi] var” diyen Bereket Kar, Türkiye’deki “havuz medyası”nın köpürttüğü “zafer sarhoşluğu” havasından uzak durmak konusunda ısrarla uyarıyor.
“Türkiye’nin tavrı İsrail’inkinden farksız”
“Elbette ‘El-Culani bütün her şeyi değiştirdi, ideolojisin değiştirdi vb.’ demiyoruz, ama onun Türkiye’ninki kadar keskin, uçlaştırıcı ve kutuplaştırıcı demeçleri yok” diyen Kar, fiilen Türkiye’ye şu sorunun da sorulduğunu ifade ediyor: “Eğer sen barıştan yanaysan, eğer Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanaysan, orada ne arıyorsun? Hala sen, en azından özerk yönetime karşı, diğer bölgelere karşı neden bir savaş ilan ediyorsun? Bakın, İsrail güneyden savaş ilan ediyor, oradan atak yapıyor, peki siz kuzeyden ne yapmak istiyorsunuz? Niye? Mesela elinizde şöyle bir proje var mı; yani Suriye’nin birliğini [sağlayacak] ve şu andaki kutuplaşmayı aşacak, en azından bir müzakere masası kuracak, etnisiteleri inançları dikkate alacak demokratik bir yönetim oluşması için bir projeniz şu anda var mı? Neden El-Culani’nin peşindesiniz? Neden Suriye Milli Ordusu’nun hala arkasındasınız? Bunu açıklamanız gerek. Yani İsrail ‘in şu andaki kalkışması ve toprak işgaliyle bu Türkiye’nin özellikle ticaret sürdürmeye çalıştığı güçlerin arkasında durması, destek vermesi anlayışı arasında bir fark gözükmüyor. Çok ciddi ve çelişkili bir durum.
“Şu anda esas olarak üzerinde durmamız gereken gelişmeleri haber düzeyinde değil, oradaki toplumsal dinamiklerin gerçekten ne yaptıkları, aralarındaki bağların ne olduğunu, Suriye’nin bütün bölgeyi etkileyecek bir ülke olduğu bağlamında değerlendirmektir.
“Bu yalnızca Esad meselesi değil,” diye ekliyor Kar: “Esad’a millet, Aleviler başta, lanet yağdırdı. ‘Bize ihanet etti’ kavramıyla karşı çıktılar. Şu anda konumuz bu değil ama, Suriye’de nasıl bir komşu istiyoruz? En azından [nasıl] bir tasavvurumuz var ve oradaki toplumsal dinamiklere nasıl bir dayanışma içinde olmamız lazım?”
Sadece Alevileri öne çıkararak [onları] bir nevi hedef tahtasına oturtmanın oldukça irkiltici olduğunu vurgulayan Kar, “Uygurlar, Çeçenler, Tacikler, Özbekler ve menşeini şu anda hatırlamadığım onlarca silahlı örgütün şu anda HTŞ çatısı altında olmadığını, bu ağa El-Culani’nin bile hakim [olmadığını]” söyledi.
Kar, Erdoğan’ın Suriye’deki dönüşümde “aslan payını” kendisine ayırmasını da şu sözlerle değerlendirdi: “Türkiye’de kendi ülkesinde farklı meşreplerden gelen toplumsal dinamiklere yani sadece Kürtlere değil, Alevilere de, Araplara da, Çerkeslere de, Ermenilere de yönelik en azından bir yaklaşımı olmayan ve özellikle Kürt meselesini demokratik ve siyasi barışçıl yoldan çözmek için azim ve de projesi olmayan bir yönetimin, başka bir ülkenin demokrasisini, barışını ya da devrimini savunması ve orada zafer kazandığını söylemesi tamamıyla içe dönük bir mesajdır.”
Kar sözlerini şöyle tamamladı: “Son cümle: Ne İsrail, ne emperyalizm, ABD ya da başkası kadir-i mutlaktır. Bu ülkede bu güçler asla bir iktidarı, bir istikrarı kuramayacaklar.”
(Kaynak: Bianet, 18 Aralık 2024)