14 Aralık Cumartesi günü İstanbul’da bir otelde toplanan bir grup endişeli, okur-yazar insan bir barış çağrısı yaptılar ve hazırladıkları metni basına okudular.
Metin, Türkiye’de savaşın, şiddetin yerini barışın almasını ve bunun için de Kürt sorununun barışçı bir çözüme kavuşturulmasını öngörüyor. Bu amaçla imzacılar, bir barış sürecinin başlatılmasını hedefliyorlar. Barışın savaşın sona erdirilmesinden daha fazla bir şey olduğuna, çatışmaya yol açan nedenlerin ortadan kaldırılmasıyla ancak barışın sağlanabileceğine inanıyorlar. Metinde ayrıca, barış içinde bir arada yaşamanın bir temel insan hakkı olduğu belirtiliyor.
Metni imzalayanlar, Kürt sorununun demokrasi ve insan hakları temelinde çözümlenebileceğine, barışın inşasının özgür, eşitlikçi, demokratik bir toplumsal yaşamın gerçekleşmesine bağlı olduğunu ifade ediyorlar.
Metin, barış sürecinin başarıya ulaşması için toplumsal desteğin önemine dikkat çekiyor ve bu bakımdan demokratik kitle örgütlerine ve basına önemli bir rol düştüğünü vurguluyor.
Metinde Kürt sorununun çözümüyle Kuzey Suriye’deki durum arasında bağlantı kuruluyor ve Türkiye bölgedeki bütün halkların yararına bir barışçi siyaset izlemediği sürece Kürt sorununa kalıcı bir çözüm getirilemeyeceği ileri sürülüyor.
Ana akım medyasının, belki de Türkiye’nin gündeminin çok yüklü olması nedeniyle, gözünden kaçan bu çağrı önemli bir adımdır. Şimdiye dek Kürt sorununan ilişkin bütün girişimler devlet ya da siyasal aktörler tarafından yapıldı. Belki ilk kez, Kürt sorunuyla ilgili bir girişim demokratik toplum örgütleri tarafından, aşağıdan yukarı gerçekleştiriliyor.
Çağrı metni toplumda büyük bir ilgi gördü. İmzacı sayısı şimdiden bin kişiye yaklaştı. Daha da artacağa benziyor. Bu da toplumda bir barış hareketine ne denli büyük bir talep olduğunu gösteriyor. Bir kez daha ekmek ve barışın birlikte ele alınması gerektiğini ortaya koyuyor.
Metne imza koyanlar, Türkiye’de her akşam televizyondan kaç kişinin “etkisiz” bırakıldığını dinlemek yerine barışı konuşmak istiyorlar. Kimsenin öldürülmediği, şehitlerin verilmediği bir Türkiye’de yaşamak istiyorlar. Herkesin kendi seçtiği kimliğiyle, eşit olarak var olduğu bir ülkenin vatandaşı olmak istiyorlar.
Bu metni imzalayanlar kamusal alanda, Kürt sorunun barışçı çözümü konusunda bir diyalog başlatmak istiyorlar. Kamusal alan, devletin bulunmadığı, halkın bir araya gelerek sorunlarını konuştuğu, toplumun ortak yararına yönelik çözümler ürettiği bir alandır. Kamusal alanda sivil toplum örgütleri ortak yarar doğrultusunda siyaseti etkilemeye çalışırlar.
Çağrı metnini imzalayanların da yapmaya çalıştığı bundan farklı değil. Siyasal partiler elbette sürecin ana aktörleri. Süreci sonunda çözümü gerçekleştirecek olanlar siyasal partiler. O nedenle demokratik toplum örgütlerinin başlattığı bu süreci bir noktada siyasal partilerle birleştirmek, sivil toplum örgütleriyle siyasal partilerin ortak sürecine dönüştürmek gerekiyor. Bu durumda sivil toplum halk ile siyasal partiler arasında köprü görevi görür.
Buna karşılık siyasal partilerin de sürecin başarısının toplumsallaşmasına bağlı bulunduğunu, sivil toplum örgütlerinin katkısı olmadan bunun gerçekleşmesinin olanaksız olduğunu gözönünde bulundurmaları gerekir.
Çağrı metni bir ilk adım. Bu adımı başka adımların izleyeceği umut edilir. Bu adımların ne olacağını konuşmak, tartışmak gerekiyor. Örneğin, iyi bir hazırlık dönemi sonunda toplanacak bir konferans olabilir. Konferansta, hazırlıklar sonucu ortaya çıkan, uzlaşıları içeren bir metin kabul edilebilir. Böyle bir metin Kürt sorununun çözümünde yol gösterici bir rol oynayabilir.
Böyle bir yöntem benimsenirse, hazırlık dönemi konferansın sonuçunu da belirler. Hazırlık döneminde, Kürt sorunundaki temel ayrışmalarla ilgili masalar kurulabilir. Örneğin, eşit yurttaşlık masası, ana dilinde eğitim masası, yerel yönetimler masası gibi… Bu masalarda karşıt görüş sahipleri arasında bir diyalog kurulur. Öyle umut edilir ki, iyi niyetle masaya oturan taraflar birbirlerini dinlesinler, karşı tarafın hassasiyetlerini anlamaya çalışsınlar. Bu hassasiyetleri reddetmek yerine, onları dikkate alan çözümler üretsinler.
Sorunun nereden kaynaklandığına baktığımız zaman, bir yanda bölünme, güvenlik endişesi taşıyanları, öbür yanda hukuka dayanan haklı talepleri olan Kürtleri görüyoruz. Barışçı bir çözüm için, bu endişeleri, talepleri karşılayacak ortak ilkeler üzerinde bir anlaşma sağlamak gerekecek. Örneğin, çoğulculuk ilkesi böyle bir ortak ilke. Bulunacak çözümlerin çoğulculuk ilkesine uygun olması gerekir. Katılımcılık başka bir ortak ilke olmalı. Bütün bunlar demokrasinin yapı taşları. O nedenle Kürt sorununun çözümü için önce demokrasi üzerinde anlaşmak gerekir.
Bu sürecin başarılı sonuç vermesi için tarafların ön yargılardan, ideolojik saplantılardan kurtulmaları, karşısındakini ötekileştirmemeleri önem taşıyor. Tarafların tutumlarına yön veren korkular değil, çözüm bulma iradesi olmalı. Bu ise, zihinsel bir değişim gerektiriyor. Kürt sorunuyla ilgili kemikleşmiş söylemleri bir yana bırakıp, çözüm üretecek yeni, yaratıcı, uzlaştırıcı öneriler masaya konulmalı.
Her şeyin başında, bir güven ortamının yaratılmasına gereksinim var. Karşınızda oturan kişinin düşmanınız değil, farklı görüşlere sahip müzakere ortağınız olduğu anlayışının görüşmelere egemen olması gerekli.
Barış sürecinin başarılı olması için, Türkiye’deki barış sürecine paralel olarak, Kuzey Suriye’de de savaşın yerini barış almalı. Kürt sorununa getirilecek çözümü Rojava Kürtlerini de içine alan bir bütün olarak görmek gerekir.
Bir barış sürecinde, yazılı ve görsel basına da önemli bir rol düşüyor. Barış sürecinin desteklenmesi, kamuoyu oluşturulması bakımından basın çok etkili olabilir. Basın bu süre içinde barış odaklı yayın yapmalı. Nereden gelirse gelsin, tüm barış girişimlerine geniş yer vermeli, tarafsız bir gözle girişimleri değerlendirmeli.
Kürt sorununun bir birlikte yaşama sorunu olduğunu unutmamak gerek. Birlikte yaşama projesinin başarısı, sorunların çözümüne ve barışa, demokrasiye, insan haklarına dayanan yeni bir birliktelik çerçevesi bulmamıza bağlı. Bu çerçeve Türkiye’deki bütün farklı kimlikleri içine almalı. Böyle bir birlikte yaşama çerçevesi Türkiye’de yeni bir demokrasi sayfası açacaktır.