Antep Başpınarlar Organize Sanayi Bölgesi’nden iki işçi asgari ücretle ilgili Evrensel gazetesine mektup yazdı. İşçiler “Asgari ücret, yani anlamı en az ücret. En az ücret neden en ağır koşullarda yaşayanlara ve çalışanlara reva görülür? Bunu açıklasın biri, acaba asgari ücretle çalışanların işi ve hayatı çok mu rahat?” diye soruyor
Boyar Tekstil Fabrikasından Bir İşçi/Antep
Asgari ücret, yani anlamı en az ücret. En az ücret neden en ağır koşullarda yaşayanlara ve çalışanlara reva görülür? Bunu açıklasın biri, acaba asgari ücretle çalışanların işi ve hayatı çok mu rahat?
Galiba öyle gözüküyor. Eğer vardiyalı çalışıp her hafta uyku saatini değiştirmek, her hafta yemek saatlerini değiştirmek basit görünecek bir yaşam biçimi ise, neden doktorlar, profesörler hep şu bilgileri hatırlatıyorlar halka? ‘Kansere yakalanma riski yüksek olan işler şunlardır: izolasyon malzemesi üretimi, borular, amyant çarşaf, dokuma-tekstil fabrikalarında bulunan kanserojen maddeler, asbestli ürünler, filtre malzemeleri vs.’
Bu tür işlerde çalışarak sağlığımızı riske attığımız halde, hâlâ en az ücreti bize reva gören, ve asgari ücreti açlık sınırının çok çok altında tutan bu devlet ve onu yönetenler gerçekte kime hizmet ediyorlar? Bu yöneticiler kimin gözünde nasıl yükseliyorlar, pek çok işçi ve emekçi nasıl bir mantıkla ve amaçla böyle bir yönetimi baş tacı edebiliyorlar anlamıyorum. Nasıl oluyor da kendi çocuklarımızın geleceğini karartan, sadece zenginlere ve onların çocuklarına hizmet eden, çıkardıkları her yasayla, yaptıkları her şeyle zenginlerin ve patronların yanında olan bu politikacıları, bizler işçiler olarak destekleyebiliyoruz?
Acaba ben mi yanlış düşünüyorum? Bu ülkede asgari ücretle çalışıp ailesine insanca bir yaşam sunabilen, çocuğuna iyi bir eğitim, iyi bir gelecek sağlayabilen bir halk var da benim mi göremiyorum? Yoksa bu memlekette asgari ücretle çalışan yalnız ben miyim?
Türkiye’nin coğrafi olarak güzel yerler, doğal güzellikleri varmış, falanca yerinde güzel tatil yerleri, deniz kıyıları varmış, şifalı kaplıcaları varmış… Bunları asgari ücretle çalışıp görebilen, gezebilen kaç kişi vardır, hatta kendi şehrindeki güzellikleri bile parası yetip gezen, gören kaç işçi vardır acaba, merak ediyorum gerçekten? Ben ve benim gibi fabrikalarda asgari ücretle çalışan hiçbir işçi arkadaşım da bunları yapabilen kimseyi göremiyorum. Hadi geçtik eğlenmeyi, geçtik ülkemizin başka bir tek yerinde birkaç günlüğüne de olsa tatil yapabilmeyi, acaba bir yakınımız hastalandığında iyi bir hastanede tedavi ettirme olanağımız bile var mıdır? Bu mu devletin eşitlik anlayışı? Bu mu insan hakları?
Hem en ağır, en tehlikeli işlerde çalışıp, hem de hayatın bütün güzelliklerinden mahrum yaşamak eşitlik ise, ve benim işçi kardeşlerim buna rıza gösteriyorsa burada bir sorun var demektir. Eğer yaşamak işten eve, evden işe gidip gelmekse sadece ve hayatımızın büyük bir bölümünü zenginlerin daha zengin olması için harcamak ise, şu anda 891 lira olan asgari ücretle geçinmek ise, ve hala benim devletim benim hakkımı savunur düşüncesi ile bakıp hakkını arama cüreti bile göstermeyen işçilere söyleyecek sözüm yok. Ama yok eğer gerçekten insanca bir yaşam istiyorsak, bu haksızlığa, adaletsizliğe, bu sefalete artık yeter diyorsak, tüm işçi kardeşlerime sesleniyorum. Gelin birlik olalım, birlikte hakkımızı arayalım, mücadele edelim. Bekleyerek, sessiz kalarak kimse bir yere varamamıştır.
Adalet mülkün temeliyse…
Başpınar OSB’den bir tekstil işçisi/Antep
Son zamanlarda sermayenin vahşi bir hayvan gibi nasıl azgınlaştığını hepimiz görüyoruz. Ardı arkası kesilmeye işçi cinayetleri bunun en büyük göstergesi. Aşırı kar hırsı yüzünden işçilerin can güvenliğini hiçe sayan, bile bile ölümüne sebebiyet veren patronlara hiçbir ceza, yaptırım uygulanmıyor. İki mühendisle bir müdür sorgulanıp bırakılıyor en fazla. O da halkın tepkisini dindirmek için. Kimse patronlara, zenginlere dokunmuyor. Buradan anlıyoruz ki, bu ülkeyi yönetenler de, hükümet de sermaye sınıfına hizmet ediyor, onlar da aynı sınıftan, onlar da patronların emrinde. İktidar hırsıyla yeri geldiğinde emekli genelkurmay başkanı bile hapse atılıyor ama yüzlerce işçinin ihmaller ve alınmayan önlemler yüzünden maden ocağında, inşaatlarda ölümüne neden olan patronlara kimse hesap soramıyor. Ülkemizde patronların genelkurmay başkanından bile daha ayrıcalıklı olduğunu, görünmez dokunulmazlıklarının olduğunu kimse inkar edemez. İşçiler köle gibi çalıştırılıp parası ödenmiyor, hakkını istediği için, sendikalı olduğu için işten atılıyor, yasalarda olan hakları bile açıktan gasp ediliyor ama yine de ortada ne savcı var ne polis. Patrona, zengine hesap soran yok. Ama işçiler, emekçiler bir hak için eylem yapınca, hakkını arayınca polis hemen karşısına dikiliyor. İki adım yürüdük mü, TOMA’lar, panzerler hemen etrafımızı sarıyor. Görevi suç işleyenlerden hesap sormak olan devletin savcısı bile iş cinayetinde hayatını kaybeden işçi yakınına, gidin anlaşın aranızda diyor, sonuçta aynı parayı alırsın diyor. Çalışma bakanı da aynı şekilde, iş cinayetinde ölen işçinin yakınını mağdur etmiyoruz demekle yetiniyor. Devletin polisi halkın değil, sermayenin bekçiliğini yapıyor. Ama polisin bunu yapmasına şaşıracak bir şey yok aslında, zaten hükümet sermayenin emrinde olunca polisi de, savcısı da ona göre davranıyor işte.
Durum böyle olunca, işçinin hayatına bile zerre kadar değer vermeyen sermeye sınıfından ve onun emrinde olan hükümetten asgari ücret konusunda ne beklenilir ki? Tabi ki asgari ücreti de patronları en çok memnun edecek şekilde belirleyecekler. Yüzde 3+3. O yüzden, insan gibi yaşayabilmek ve ölmeden, sakat kalmadan, insanca koşullarda çalışabilmek için işçiler olarak birlik olmaktan başka çaremiz yok. Tek vücut, tek yumruk olmalıyız. Adalet mülkün temeliyse, biz mülksüzlerin, yani işçilerin de adaleti mülk ve servet sahiplerinden beklemek yerine, birlik olup mücadele etmekten başka kurutuluşu yoktur.
Bu yazı Evrensel Gazetesi’nden alınmıştır.