Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, asgari ücrette 2025 yılı için belirlenecek zam oranı konusunda “bir denge aranacağını” söylemiş.
Yılmaz “denge” konusunu, üçlü mekanizmaya dayandırıyor. NTV’ye yaptığı açıklamada, “Asgari ücrette durum sadece kamu ile ilgili değil. Üçlü bir mekanizma var” demiş.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın söz ettiği üçlü mekanizma, bir önceki yazıda anlattığımız konu. Hani partili Cumhurbaşkanlığı sistemine geçinceye kadar İş Kanunu kapsamındayken, 2018’de muvazaalı (yani hukuken arkadan dolanarak) bir şekilde Cumhurbaşkanlığı’na bağlı hale getirilen “üçlü mekanizma”dan söz ediliyor.
Tam adıyla Asgari Ücret Tespit Komisyonu’ndan yani.
Gelecek salı yapılacak toplantıda masada; kamu adına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işveren tarafı adına TİSK, işçi tarafı adına da TÜRK-İŞ yer alacak. (Masada yer almamasına kârşın DİSK ilk toplantıdan bir gün önce, kamuoyuna yönelik olarak İstanbul’da bu konuya ilişkin görüşlerin dile getirileceği ayrı bir toplantı düzenleyecek.)
“Denge” den kasıt, işverene maliyeti
Ocak ayından bu yana, yani yıl boyunca zamsız uygulanan 17 bin 2 lira 12 kuruşluk asgari ücret, işçiye ödenen net tutarı ifade ediyor. Asgari ücretin, işveren açısından toplam maliyeti 23 bin 502 lira 94 kuruş olarak hesaplanmıştı. Bu tutarın içinde, sosyal güvenlik primi ile işveren işsizlik sigorta fonu yer alıyor.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz’ın “Sadece kamuyla ilgili değil” diyerek bahsettiği “denge”, işte bu toplam maliyet ile ilgili bir hassasiyeti yansıtıyor. Yani belirlenecek artış oranının işverene yansıyacağı toplam tutar ile bunun yol açacağı hoşnutsuzluk. Hoşnutsuzluğun olası nedeni, işletmenin üretim maliyetini yükseltmesi, kârı düşürmesi. Yılmaz da basit anlatımla “Ben iktidar olarak işverenin hoşnutsuzluğunu da dikkate almak durumundayım” demek istiyor.
Tam bu konuda, önceki yazımla ilgili olarak gelen bir e-postadaki görüşü paylaşmak isterim. (Mesajı yazan okurdan izin almadığım için baş harflerini anarak aktaracağım.)
Okur S.Y, asgari ücretin özel sektörde belirlenişi hakkında, kendi tanımıyla basit bir örnek vermek üzere yazmış. Şöyle diyor:
“Firmalar her yılın öncesinde hangi gider kalemine ne kadar harcayacaklarını ve ne kadar gelir elde edeceklerini tahmin eden bütçe çalışması yapar. Özellikle kesin/vazgeçilemez giderleri ortaya koymak onlar için çok önemlidir. Kesin/vazgeçilmez giderlerden en önemlisi de çalışanlara yapılan ödemeler… İşe giren-çıkan, ölen, emekli olan vb. sebeplerden kuruşuna kadar hesaplamak mümkün olmasa da en yaklaşık değere ulaşmak ve önlerini görmek önemlidir.
10 işçi çalıştıran bir firma düşünelim. Asgari ücretin 100 TL olacağını düşünerek önümüzdeki yıl için bin TL maaş bütçesi ayırmış olsun. Hükümet/siyasi irade asgari ücreti 125-TL yaparsa bu firma bütçesini 10 işçi x 125-TL = 1.250-TL yapmaz. 2 işçi çıkarır, 8 x 125 = 1.000-TL bütçesini uygular. Örnek basit hatta saçma gelebilir ama yapılan işlerin büyüklüğü ve geniş kapsamını düşündüğünüzde bütçeye bağlı kalmanın ne kadar önemli olduğunu anlarsınız.”
S.Y bey, devamında asıl yapılması gerekenin, fabrika açılması, üretimi arttırmayı teşvik edecek mekanizmalar kurmak olduğunu söylemiş. Bunun için gerekenlerin de yatırım yapacak ortamı sağlamak olduğunu “benim zaten bildiğimi” belirterek bitirmiş.
Birçok işletmenin, asgari ücret konusunu benzer biçimde değerlendirdiğini işverenlerin ve işveren örgütlerinin değişik vesilelerle verdiği mesajlardan görmek mümkün. Bu, deyim yerindeyse işveren doğasına-mantığına uygun biçimde, asgari ücreti diğer girdi maliyet kalemleriyle birlikte değerlendirmenin sonucu.
İşçilerin enflasyon altında ezilip un ufak olarak, kârın tokluğuna değil daha insani ücretlere çalışmasını kelimenin tam anlamıyla “fazla” gören, çünkü insanca yaşamaya yetecek bir ücretin, şirket kârının düşmesi anlamına geleceği hesabını baştan yapan bir yaklaşım. Oysa enerji, hammadde gibi girdi maliyetini belirleyen genel koşullar, büyük oranda iktidarların uyguladığı ekonomik politikalarla belirleniyor. Bu konudaki yakınmaların “başımıza bir şey gelir” korkusuyla ne kadar cılız, dolaylı, dolambaçlı olduğunu herhalde herkes görüyor.
Asgari ücret ve rasyonel program
Önce “yeni” diye ikna edilmeye çalışılan ekonomi programı, o “yeni” enflasyonu patlatıp, çarkları bozup yoksulluğu iyice keskin hale getirince devreye sokulan “rasyonel” program, hep birlikte, asgari ücreti daha ilan edildiği gün anlamsız hale getirdi.
Asgari ücrete kuş kadar zam geldi diye kaç yıldır tanık olduğumuz fırsatçılığın bu defa da sergileneceğini ve satın alma gücünü ışık hızıyla bir daha bir daha düşüreceğini görmek için uzman olmaya gerek yok.
Bu ülkenin vatandaşı olmak yeterli.
Dört kişilik ailenin aylık gıda harcaması 20 bin TL’yi geçmişken bahsedilen “denge” böyle bir denge işte.