Semih İdiz
Barış sürecinin Saray’dan gelen direktiflerle sonlandırılmasından sonra PKK’ye karşı girişilen operasyonlar Recep Tayyip Erdoğan’ı tekrar siyaseten istediği noktaya getirecek mi, göreceğiz. Bu operasyonlardan bu kez askeri başarı elde edilebilecek mi, o da belli değil, fakat sonucun geçmişten farklı olacağına dair bir emare yok.
Saatler geriye çevrildi ve bir daha yaşamayacağımızı umduğumuz noktaya döndük. Her gün çatışma ve şehit haberleri geliyor. Toplumlararası düşmanlıklar aktif olarak körükleniyor. Yüzde 13 oyla Meclis’e girmiş olan HDP’yi yasadışı örgüt konumuna düşürme çabaları ise işi daha da tehlikeli kılıyor. Bu yollardan daha önce geçildi ve hiçbir şey elde edilemedi.
Şu anda kesin olan tek şey var. IŞİD’e karşı mücadeleye kilitlenmiş olan ve Türkiye’nin de buna var gücüyle katılacağını sanan, ancak durumun öyle olmadığını gören Batı, Ankara’ya PKK konusunda istediği desteği vermeyecek. Salı günü Brüksel’de yapılan NATO Büyükelçiler toplantısından sonra yandaş basında “NATO’dan tam destek” haberlerinden geçilmiyordu. Oysa durum pek de öyle değil.
Doğrudur. NATO Türkiye’nin kendisini savunma hakkını teslim etti. Bunu eşyanın doğası gereği yapmak zorunda zira PKK’yi terörist örgüt ilan etmiş bulunuyor. Ancak bu “destek” ifadelerine değil, arka planda söylenenler önemli. Bunlar Türkiye’nin barış sürecini sonlandırıp PKK’ye karşı operasyonlara girişmesinin asıl amacı konusunda ciddi kuşkular olduğunu gösteriyor.
Batılı müttefiklerin hepsi, “ölçülü davran ve barış sürecine dön” çağrısı yapıyorlar. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de Brüksel toplantısından önce Norveç televizyonuna verdiği demeçte aynı çağrıda bulunarak bu sorunun askeri yollardan değil diyalog ile çözüleceğini söyledi.
Duyulan kuşkular, Türkiye’nin IŞİD’e karşı savaşacağını ilan ederek bu çerçevede İncirlik’i müttefiklerine açmasından genelde memnun olsalar da ABD Kongresi’nin önde gelen üyelerince de ifade ediliyor. Kaliforniya Temsilcisi Cumhuriyetçi Parti üyesi Brad Sherman ABD basınına, Türkiye’nin hem IŞİD hem de IŞİD’e karşı mücadele eden güçlere karşı savaş açtığını belirterek “Sırf IŞİD’in düşmanlarını bombalayabilmek için, bize IŞİD’i bombalama konusunda yardım etmiş olabilirler” diye konuşmuş.
‘Türkler karar vermeli’
“IŞİD’in düşmanları” ile elbette ki PKK’yi kastediyor. Benzeri görüşü bir diğer Kaliforniya temsilcisi ve Cumhuriyetçi Parti üyesi Dana Rohrabacher daha çarpıcı ifadelerle dile getirmiş. Türkiye’den “karışık sinyaller aldıklarını” söyleyerek şöyle devam etmiş:
“İncirlik hava üssünü kullanabileceğimizi açıkladılar. Ben orasını gördüm ve bölgenin güvenliği açısından ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Ancak Türk güçlerinin aynı zamanda radikal İslamcılarla savaşan Kürt güçlerine karşı düşmanca eylemlerde bulunduğunu görüyoruz. Onun için bir karar vermeliler. Bizimle mi hareket edecekler, yoksa Batı medeniyetini yok etmek isteyen radikal Müslümanlarla mı? Türk hükümetinden şizofrenik sinyaller alıyoruz. Oysa kendi Kürtleriyle uzlaşmalılar.”
Bu arada Türkiye ile ABD’nin Suriye’de bir “uçuşa yasak bölge” konusunda uzlaşmak üzere oldukları söyleniyor. Ancak, doğru olsa bile, böyle bir bölgenin tek başına bir anlamı yok, zira o bölgede bir tek Suriye rejiminin uçakları var. Suriye hava kuvvetlerinin ABD ile Batılı ve bölgesel müttefiklerinin IŞİD’e karşı operasyonlar düzenledikleri bir sırada o bölgeye girmeyeceği aşikâr.
Kaldı ki bu Türkiye’nin istediği “güvenli bölge” de değil. Ancak, istenen bölge sahada asker gerektiriyor. Ne ABD ne de NATO buna razılar. Türkiye’nin bunu tek başına yapması ise mümkün değil. Yapmaya kalksa bile, asıl amacının Suriyeli Kürtlerin önünü keserek ve o bölgeyi Esad karşıtı Sünnilerle doldurmak olduğu kuşkusu iyice depreşecektir.
Türkiye’nin bu konuda ne BM Güvenlik Konseyi’nden ne de PYD ve YPG’yi müttefik bellemiş olan NATO’dan kabul görecektir. Nitekim bu konudaki sıkıntı, Pentagon sözcüsü Amiral John Kirby’nin İncirlik’in açılmasıyla ABD’nin YPG’ye verdiği hava desteğinin etkili ve hızlı hale geleceğini söylemesi ve Ankara’nın tepkisini çekmesinde açıkça görüldü.
Özetle, Erdoğan ve AKP ülkeyi yine, sonu belirsiz fakat içi kan, gözyaşları ve öfke ile dolu bir maceraya sürükleyerek dış politikadaki hesap hatalarına bir halka daha ekleyip Türkiye’yi tekrar yalnızlığa itecek bir yola girmiş bulunuyorlar.