SEÇTİKLERİMİZ – Zülfikar Doğan Ahvalnews’e yazdı: AKP ve Erdoğan, 24 Haziran’da seçimi kazanmak uğruna gerekirse bankaları batırmayı, ola ki iktidarı kaybederse, müstakbel Cumhurbaşkanı ve hükümetine bir ekonomik enkaz bırakmayı dahi göze almış durumda.
Zülfikar DOĞAN
24 Haziran seçimleri öncesinde, özellikle ekonomi alanında hükümette öylesine bir panik hali söz konusu ki, adeta “bir oy ya da bir dolar getirecek” ne varsa saldırıyor.
İlki 2008’deki küresel-finansal kriz sırasında, yurt dışındaki 130 milyar dolarlık serveti Türkiye’ye getirmek iddiasıyla çıkartılan “Varlık Barışı”, bugün yapılan açıklama ile beşinci kez yinelenecek.
Sonuncusu 2016 yılı Temmuz’unda çıkartılan Varlık Barışı ile yurt dışındaki dövizini, altınını, mücevherini, menkul kıymetlerini Türkiye’ye getirenlere, paranın kaynağının, nasıl kazanıldığının uyuşturucu, silah kaçakçılığı, rüşvet-yolsuzluk ya da fuhuş kazancı olup olmadığının sorulmayacağı, herhangi bir vergi kesintisi yapılmayacağı vaat edildi.
Paralar gelmedi. Bunun üzerine süre 2017 başından itibaren altı ay daha uzatıldı, yine kimse hükümete ve ekonomiye güvenmedi, servetini getirmedi.
Bu yüzden de fiyaskoyla sonuçlanan önceki Varlık Barışlarıyla gelen paralara ilişkin olarak Maliye Bakanlığı sitesinde sadece 2008’in sonuçları yer alıyor. O da, 65 kişinin beyanda bulunup, 48,3 milyar TL getirdiğini gösteriyor.
Şimdi canhıraş halde kaynak bulmaya çalışan hükümet, Maliye Bakanı Ağbal’ın açıklamasına göre yine kara para, kaçak para, uyuşturucu parası, rüşvet parası ne olursa olsun, kaynağını sorgulanmaksızın sadece yüzde 3 vergi lütfedilerek legalize edilecek.
Beklentiye bakılırsa, hükümet önceki deneyimlerinden ötürü, yeni Varlık Barışı’ndan fazla umutlu değil. Maliye Bakanı Ağbal, 16 milyar TL düzeyinde bir gelir beklentisini ifade edyor. Bu, 2008’de gelen paranın ancak üçte biri!
Aslında hükümet ekonomi politikalarında “patinaj” yapmaya başladı. Yeni bir model üretemiyor. Denenmişleri tekrar tekrar yaparak çıkış arıyor. Varlık Barışı, İmar Barışı, Vergi Barışı, SGK Barışı diye arama listesi uzayıp gidiyor.
Bu yüzden Ziraat Bankası’nı iktidar kasası yapmış durumdalar. Doğan Medya satışının öncesinde, kapı kapı dolaşıp, 21 ülkede, 44 bankadan topladığı 1,4 milyar dolarlık sendikasyon kredisi toparlayan Ziraat Bankası bunun 700 milyon dolarını, Demirören’lere kredi olarak verdi.
Ziraat bu borcu 367 gün vade ile alırken, Demirören’lere açtığı kredi 2 yılı ödemesiz 10 yıl vadeli!
Hafta başında Türkiye Bankalar Birliği’nin (TBB) toplantısına katılan Başbakan Binali Yıldırım, hükümetin kasası Ziraat’e bir de seçim görevi verdi; Düşük faizli konut kredisi kampanyası!
Asli görevi tarımı, hayvancılığı, üreticiyi, çiftçiyi finanse etmek olan Ziraat Bankası, Türkiye eti, otu, samanı, buğdayı ithal ederken, medya patronlarının, hükümetin göz bebeği müteahhitlerin para musluğuna döndürüldü.
Konut kredisi faizlerinin aylık yüzde 1,30’a dayandığı koşullarda Ziraat Bankası yüzde 1 aylık faizle konut kredisi dağıtmaya başlayacak. Batma noktasına gelen yandaş müteahhitleri kurtaracak. Faiz sübvansiyonunu “görev zararı” yazacak ve Hazine’nin sırtına yıkacak. Hazine, Ziraat’ın görev zararını karşılamak için yüzde 15-16 faizle borçlanacak.
Hükümetin seçim kıyağının faturası Ziraat’ın zarar hanesine, Ziraat’ın zararı Hazine’nin borç hanesine yazılacak. Hazine’nin borç faturası bütçeye, bütçe açığının faturası da vergi artışları, elektrik-doğal gaz-akaryakıt zamları ve enflasyon olarak vatandaşın cebine, cüzdanına yüklenecek.
Bankaları, bir ya da 3 ay, yurt dışından 360 gün vadeyle topladıkları kaynakları, can suyu, nefes kredisi, konut kredisi kampanyası vb. adlarla 5-10 yıl vadeyle dağıtmaya zorlayarak seçim kazanmaya çalışan hükümetin talepleri karşısında kimse çıkıp, bu kaynak/kredi/vade yapısıyla, bankaların bu kredileri veremeyeceğini aksi halde göz göre göre batacaklarını söyleyemiyor.
Hükümete ihalelerle, hazine garantili Kamu-Özel İşbirliği projeleriyle, elektrik dağıtım özelleştirmeleriyle göbeğinden bağımlı kimi holdinglerin bünyesindeki önde gelen özel bankaların patronları, yöneticileri sus pus.
Ziraat’ın dışındaki bankaları da düşük faizli konut kredisi kampanyasına katılmaya çağıran Başbakana, Passolig’le, enerji projeleriyle iktidar bağımlısı Aktifbank’ın patronu Ahmet Çalık mı hayır diyebilecek?
Ya da elektrik dağıtım ihaleleriyle Enerji-Sa’yı semirtmeye çabalayan Sabancıların Akbank’ı mı? Erdoğan’ın “dostum” dediği Putin’in kankası Herman Gref’in Sberbank’ının Türkiye’deki bankası Denizbank mı? Üç ayda bir karşılıklı ziyaretlerle artık aileden biri olan Katar Emiri Al Tani’nin hamisi olduğu QNB Finansbank mı?
Ama iktidarla göbek bağı olmayan iki duayen bankacı, sonunda isyan bayrağını açtı ve “Bankaları çökertirsiniz” diye sesini yükseltti.
Müfettiş olarak göreve başladığı İş Bankası’nda önce genel müdür, şimdi de yönetim kurulu başkanı olan Ersin Özince bu isimlerden birisiydi. Ankara’da düzenlenen 1. Uluslararası Bankacılık Konferansı’nda konuşan Özince, bankacılığın çökeceği uyarısında bulunarak şunu söyledi:
“Herkesin ağzında bankalar çok alıyor, çok faiz uyguluyor, bankalar şöyle yapıyor böyle yapıyor. Biz her şeyi bankalardan mı beklemeliyiz? Köprü yapılacak bankalar, ev yapılacak bankalar. Meslek hayatımın onlarca yılı bankaların gayrimenkule kredi vermesinin yasak olduğu dönemde geçti.
Niye yasaktı? Çünkü gayrimenkul finansmanı ticari bankalar tarafından ya-pıl-maz! Bunun için yasaktı. Siz bugün Türkiye’de konut kredisini 1 ay mevduata dayanan bankalardan isteyemezsiniz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir konut finansman modeli yok. Yaparsanız da çökertirsiniz. Çökebilir, diyene de siz felaket tellalı diye bakmamalısınız.”
İkinci ses ise yıllarca Merkez Bankası Başkanlığı, ardından Hazine Müsteşarlığı yapan, şimdi de Çolakoğlu Holding’in Türkiye Ekonomi Bankası’nın (TEB) Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yürüten Yavuz Canevi idi.
Canevi de 3-5 ay vadeli mevduatlarla kaynak toplayan bankalara, 5-10 yıl vadeli yatırım kredisi verdirtmenin sistemi tıkayacağının çok önceden, bilinmesi gerektiğini belirterek “Bunun bir yerde aksayacağı beklenmeliydi. Şu anda gördüğümüz yeniden yapılandırma talepleri, yapısal bozukluğun (mevduatın vade yapısıyla kredilerin vade yapısı arasındaki uyuşmazlığın) telafisine yönelik. Bu konu çok ciddi bir konudur.” dedi.
1992’de 5 Nisan krizini, 1997’de Asya-Rusya krizini, 2001’deki bankacılık krizini bire bir yaşayıp, yönettikleri bankaları bu badirelerden kurtarmış bu iki ismin sözleri aslında, hükümet karşısında süklüm püklüm “emret Başbakanım” diyerek, başında oturdukları bankaların siyasi nema uğruna batırılışını seyreden bankacıların yanı sıra, uluslararası piyasalara Türk bankacılığı için “imdat” mesajıydı.
Nitekim Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Başkanı Mehmet Ali Akben’in “Türk bankalarının yurt dışından kaynak bulma sorunu yok. Ancak finansman bulmada son dönemde vade kısaldı, maliyetler yükseldi” sözleri, mahcup şekilde sistemin sürdürülemez olduğunun itirafı.
Yani Ziraat’ın 367 gün vadeli kredi alıp, bunu Demirören’lere 10 yıl vadeli kredi olarak vermesi, değil bankacılık, veresiye defteri tutan bakkal için bile, akıl ve ekonomi dışı.
Hazine Banka ve Kambiyo eski Genel Müdürü, 2001’dki bankacılık krizinde Hazine Müsteşar Yardımcısı olan, Mülkiye ve Başkent Üniversitesi öğretim üyesi Hakan Özyıldız, bloğunda bankacılığın röntgenini çekmiş. Özyıldız’ın bankaların sorunlu kredilerinin (TGS) özkaynaklarına ve ödenmiş sermayelerine oranıyla ilgili analizi, tablonun vahametini sergiliyor.
BDDK ve TBB verilerine göre, 2017 sonunda bankaların silinen kredileri 41 milyar, yapılandırılan kredileri 78 milyar, Tahsili Geciken Alacakları (TAG) ise 61 milyar TL. Sorunlu kredilerin toplamı beş yıl önce 55 milyar TL iken şimdi 2017 sonunda 181 milyar TL. Bunun bankaların özkaynaklarına oranı 2012’de yüzde 30 iken 2017 sonunda yüzde 50’ye, ödenmiş sermayelerine oranı ise 2012’de yüzde 101 iken yüzde 213’e yükselmiş!
Tabi, Ülker, Doğuş, Unit Energy gibi devlerin geçen ay peş peşe yapılandırma kuyruğuna girdiğini dikkate aldığımızda, bugün itibarıyla tablonun daha da ağırlaştığını öngörmek yanlış olmaz.
Özyıldız “Bu bağlamda eğer Kredi Garanti Fonu (KGF) kefaletleri ve dolayısıyla Hazine garantileri olmasaydı, geçen yıl bankaların kredi verme arzusu bu kadar olamazdı. Bu sayede bankalar sorunlu kredilere ayırdıkları karşılıkları azalttılar. Daha çok kredi verebildiler. Böylelikle büyüme oranı da yüzde 7,4’lere ulaşabildi” yorumunu yapıyor.
Anlaşılan AKP ve Erdoğan, 24 Haziran’da seçimi kazanmak uğruna gerekirse bankaları batırmayı, ola ki iktidarı kaybederse, müstakbel Cumhurbaşkanı ve hükümetine bir ekonomik enkaz bırakmayı dahi göze almış durumda.