Limak Holding ve IC Holding ortak iştiraki YK Enerji, Muğla Milas’ta bulunan Yeniköy-Kemerköy Termik Santrali’nin kömür sahasını genişletmek için katlettiği Akbelen Ormanı’nda kömür çıkarmak için patlatmalar yapıyor.
Geçtiğimiz günlerde (16 Nisan) Akbelen Ormanı nöbetçisi Emekli Astsubay Ahmet Tatar, bir video göndererek Akbelen Ormanı’ndaki en yoğun patlatmaların yaşandığı gün olduğunu söylemişti.
Patlama sonrası çok yoğun toz kütlesinin Akbelen’deki yerleşim alanına çöktüğünü belirten Tatar, patlamaların kendisine çok yakın mesafede (100 metre) gerçekleştiğini vurgulayarak şunları aktarmıştı:
“Akbelen 16 Nisan 2024 Patlamaların en yoğun yaşandığı gün. 20 den fazla patlama gerçekleştirdiler. Çok yoğun toz kütlesi Akbelen yerleşim alanının üzerine çöktü. Bazı patlamaları yakınımda gerçekleştirdiler. Yeterli güvenli alanlar oluşturmak zorunda olmalarına rağmen bilinçli olarak patlamaları yaptılar. Hiçbir uyarı, ikaz, alarm vermeden patlama yapıyorlar ve bu duruma müdahalesi etmesi gereken Jandarma bu usulsüz ve çok tehlikeli durumu izliyor. Köylüler çok ciddi yaşamsal risk altındalar. Maalesef meydana gelecek ölümü/ ölümleri izlemek için bekliyoruz.”
Ahmet Tatar, bu çağrısı sonrası SiyasiHaber’in sorularını yanıtladı. Sabahın erken saatlerinde yağmur bastırdığı anlarda konuşmaya başladığımız Tatar şunları söylüyor:
‘Yağmur yağdığı zamanları seviyoruz’
“Şu an yoğun bir yağmur yağışı var. Akbelen’e yağmur yağdığı zamanları seviyoruz. Sevinme nedenlerimizden birincisi yağmur yağdığı zaman madenciler çalışmalarını durduruyor. İkincisi patlatmalar sonucu yerleşim ve tarım alanlarının üzerine çöken yoğun toz, yağmurla birlikte biraz da olsa temizleniyor. Günler sonra bugün, güzel bir tarafı oldu yağmurun.”
Akbelen’deki patlatmaların ‘ne kadar sürede, ne sıklıkla’ gerçekleştirildiğini soruyorum. 24 saat boyunca patlatma yapıldığını aktaran Tatar şunları ekliyor:
“Patlatma ve hafriyat çalışmaları eylül ayından itibaren başladı ve hala kesintisiz devam ediyor. En fazla hava koşullarından dolayı patlatmalara ara verdiler ama üçü beşi geçmez. Onun dışında 24 saat boyunca çalışmaya devam ediyorlar.
Haftanın yedi günü, yirmi dört saat… Ortalama altı-yedi patlatma yapılıyordu. Ancak birkaç gün önce günlük patlatma sayısı yirminin üzerine çıktı. Rüzgarın, güneyden kuzeye doğru esiyor olması da tozun yayılmasına neden oluyor. Patlatmanın yapıldığı yer ile yerleşim yeri arasında 200 metre mesafe var. Bu mesafe boyunca evler var; o evlerde yaşayan çocuklar, yaşlı insanlar, hayvanlar var. Çektiğim video görüntülerinde göreceksiniz çok yoğun toz bulutları var. Bir süre sonra bu toz evlerin üzerine çöküyor. Bazen çekim yaptığımda evleri göremez hale geliyorum.”
‘İnsanlar bilerek ve isteyerek ölüme sürükleniyor’
Tatar, 16 Nisan günü yaptığı çağrıda, Akbelenlilerin yaşamsal risk altında olduğunu söyleyerek meydana gelecek ölümleri izlemek için beklediklerini belirtmişti. Akbelenlilerin sağlık durumu üzerine konuşmaya başlıyoruz. Tatar, ölüme sürüklenen insanlara ‘yaşam kalitesini düştü’ demenin çok hafif bir tabir olacağını şu şekilde anlatıyor:
“60 yaş üzerinde kronik hastalığı olan yaşlılar, çocuklar var. Bu insanlar artık ciddi sağlık problemleri yaşıyor. Yereldeki çoğu kişinin solunum yetmezliği, kalp rahatsızlığı, kanser hastalığı var. Şimdi bu tahribattan sonra ‘insanların yaşam kalitesini düştü’ demek ki çok hafif bir ifade olur. Bu insanlar ölüme sürükleniyor. Öyle yanlışlıkla yapılmış bir şey de değil; bilerek isteyerek ölüme sürükleniyor. Patlatma yapılırken rüzgarın güneyden kuzeye estiğini, sulama yapılmadığında bu toz bulutlarının olduğu gibi evlerin, zeytinliklerin üstüne çöktüğünü biliyorlar.”
‘Yerinden etmek istiyorlar’
Yıkımın etkisinin birçok yönlü olduğunu ve ölümlerin hızlandırıldığını belirten Tatar, devam ediyor:
“Gece çalışmalarında inanılmaz gürültü yaratılıyor. Çocuklar gece boyu süren gürültüden dolayı uyuyamıyor. Sabah okullarına uykusuz bir şekilde gidiyor.
Patlatmaya bağlı sarsıntılar meydana geliyor. Evlerde ciddi hasarlar, çatlamalar var. Bazı evlerdeki hasarlar çok daha büyük. Bu hasarlar, valiliğe, kaymakamlığa, jandarmaya bildirildi, tedbir alınması talep edildi fakat bugüne kadar herhangi bir çalışma yürütülmedi. İnsanlar, yüksek hasar görmüş evlerin içerisinde yaşamaya devam etmek zorunda. Her an evlerinin çökebileceği korkusuyla yaşıyorlar. Şiddetli bir sarsıntı olduğunda yaşlı insanlar evlerinden kaçmaya başlıyor.
Yapılmak istenilen korkuyla insanlara buraları terk ettirmek! Yerinden etmek istiyorlar ama görünürde bunu kendilerinin yapmasını istiyorlar. Kendi toprakları… Yüzyıllardır burada yaşıyorlar. Evlerinden gitmek zorunda bırakıyorlar ama bu hasarları insanlar kendileri yaratmadı. Hasarı madendeki çalışmalar, patlatmalar yarattı.”
‘Toz bulutlarından dolayı her yer gri renkte’
Tatar, “Bu işin canlılar boyutu, biraz da tarımsal boyutundan bahsedeyim” diyerek ekliyor:
“Bakın buranın en temel tarımsal üretim maddesi zeytin. Ülkenin ekonomisine ciddi katkıda bulunan bir zeytinlik alanına sahip burası. Keza ceviz üretimleri de benzer şekilde. Burada ceviz ağaçları, incir ağaçları var. Düz tarımsal alanlarda buğday, arpa, yulaf ve buna benzer ürünler var. Kısacası ciddi bir üretim alanıydı burası; ama şimdi bu üretim alanları tamamen toz altında.
Baharda olmamıza rağmen zeytin ağaçları çiçek açmamış durumda. Normal şartlarda şu an filizlenmiş, yaprakları yeşillenmiş, yeşilin her tonu ortaya çıkmış olmalıydı. Fakat toz bulutlarından dolayı her yer gri renkte. Yapraklar fotosentez olayını gerçekleştirmek için nefes alamaz durumda oldukları için bahar dönemindeki gelişimlerini tamamlayamıyorlar.”
‘Adım atmaya çalışsak hemen karşımıza ret kararı gelir’
Yargının Akbelen’de en başından beri diğer çevre katliamlarında olduğu gibi burada da sermayeden yana durduğunu, yapılan itirazların, açılan davaların usulsüzlüğünü uzun süredir takip ediyoruz. Ancak, gerek Akbelenliler olsun gerek doğa ve yaşam savunucuları hukuki yolları denemekten hiç vazgeçmediler. Güncelde hukuk mücadelelerinin nasıl ilerlediğini soruyorum:
“Hukuki olarak avukatlarımız bu çalışmaların durdurulması ve insanların yaşam haklarının güvence altına alınmasıyla ilgili müracaatları devam ediyor. Patlatmaların, insan sağlığına ve toplum sağlığına verdiği zararlara yönelik açılan davalar reddedildi. Burada hukuki olarak bir adım atmaya çalışsak hemen karşımıza bir ret kararı gelir. Gözle görülür fiili bir durum var, delilli olarak görüntüler de sunulmasına rağmen mahkemeler işbirliği içerisinde ret cevabı veriyor.
Zeytincilik kanuna göre 3 km yaklaşmamaları lazım. Biz 200 metredeyiz. Bunlar ne kanun ne yasa dinliyor. Zaten bu zamana kadar ne yasa ne kanun umursamadıklarını çokça gördük ama biz haklı mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz.”
’10 bin lira maaşı olan köylüye 40 bin lira para cezası kesiliyor’
Şirket-devlet-jandarma üçgeniyle konuşmamıza devam ediyoruz. Jandarmanın, şirketin tüm imkanlarından yararlandığını açıklayan Tatar şunları vurguluyor:
“Jandarmanın kendi görev ve salahiyet kanununda yer alan ‘halkın can ve mal güvenliğini korumak’, ‘suçu önlemek için gerekli önleme tedbirleri almak’ gibi temel görevleri var. Bizim jandarmaya yasaları öğretme, yasaları hatırlatma gibi bir görevimiz yok. Jandarma yasaları, suçları bilmek, tanımlamak zorunda.Kendi görev alanı içerisinde yer alan işlenen ya da işlenebilecek suçlarla ilgili önlem almak zorunda; ama jandarma bunu yapmıyor. Çünkü jandarma da şirket ve şirketin devlet destekli baskısının içerisinde yer alıyor. Jandarmanın buradaki konumu köylüyü yıldırmaya, şirketi de korumaya yönelik.
Geçtiğimiz dönemlerden yoğun bir ceza baskısıyla karşımıza çıkmışlardı. Hem direnişçilere hem de köylülere. Köylü daha eline pankart almamış ‘pankart nedir’ diye sorsak cevabını dahi bilemeyecek ama ‘pankart asma cezası’ denilerek 40 bin liralık idari para cezası kesildi. Bu cezalara yaptığımız itirazları mahkeme yine reddediyor. Dolayısıyla jandarma inanılmaz derecede bir baskı uygulayarak köylüyü yıldırmaya çalışıyor. Aylık 10 bin lira maaşı olan köylüye 40 bin lira para cezası kesiliyor. Bu ekonomik durumun içerisinde bu cezalar o insanı perişan eder.”
Şirketten jandarmaya tam bakım: Konteyner, yemek, yakıt…
“Bana yönelik de bir sürü para cezası ve soruşturma var. 12 Eylül 2024’te bir önceki direniş alanımızda jandarma gözaltı işlemi yaptı ve eşyalarımızı gasp etti. Sonra alandan herkesi çıkararak 2 saat içerisinde kendisi oraya konuşlandı. Gasp ettikleri direniş alanımıza konteyner getirildi. O konteynerler şirketin konteynerleriydi. Üstüne jandarma tabelalarını asmışlar ama şirket etiketlerini sökmeyi unutmuşlar. Bunların görüntüleri de avukatlarımızda var ve mahkemeye sunuldu. Kısacası jandarma şirketle iş birliği yaparak bizi gözaltına aldı. Şirket ise gasp ettikleri alana jandarma için konteyner koydu.
Bu alanın gaspından sonra, direnişe katkıda bulunan bir köylümüzün zeytinliğine yerleştik. Sıfırdan yeni bir direniş alanı oluşturduk çünkü elimizde ne var ne yoksa jandarma almıştı. O günden bu yana dışarıdan birisi olarak ben tek başıma devam ediyorum direnişe. Yaşadığımız bütün kış dönemi zorluklarına rağmen köylülerimizle beraber bu mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdürüyoruz. Dolayısıyla bizden çok rahatsızlar.
Jandarma sabah, öğle ve akşam saatlerinde yoğun bir şekilde şirkete doğru gidiyor çünkü yemeklerini de şirkette yiyorlar. Kendi kaynaklarından gelen yemek yok, araçların yakıtlarını kadar tamamen şirket karşılıyor.Dolayısıyla karşımızdaki güç sermayenin gücü. Biz devletle şirket arasında bir paylaşım ekonomisi olduğunu düşünüyoruz. Yoksa bu kadar sınırsız destek sağlanmaz. Dolayısıyla ne yaparlarsa yapsınlar bizi ne kararımızdan ne de mücadelemizden vazgeçiremezler.”
‘Muhalefet partiler gündemde tutmalı’
Akbelen Direnişi’nin nasıl devam edeceğini veya nasıl devam etmesini istediklerini soruyorum. Tatar, bu soru üzerine meclisteki muhalif partilere bir çağrı yapıyor:
“Biz bu hukuki mücadelenin ve aktif direnişin siyasi destek sağlanmasını bekliyoruz. Akbelen direnişi, meclis boyutunda da sürekli gündemde tutulmalı.
1996 yılında Aydın İdare Mahkemesi’nin üç termik santralle ilgili almış olduğu bir karar var. Bu karar, termik santrallerin ekonomik ömrünü tamamladığını ve doğaya, bölgede yaşayan canlılara zararlı etkileri nedeniyle derhal kapatılması gerektiğini söylüyor. Karar, 1997 yılında Danıştay tarafından da onaylanıyor fakat Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından o tarihten günümüze kadar uygulanmıyor. Yine 2005 yılında da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı var burayla ilgili. Bu üç mahkeme kararının uygulanmasını istiyoruz. Bunun uygulanabilmesi için mecliste grubu olan muhalefet partileri, mevcut iktidara baskılar uygulayarak gündemde tutmalı.
İktidar partisi buradaki mevcut şirketle işbirliği içerisinde yürüyor. Köylülere eziyet çektirecek kadar hayatı zorlaştırıyor. Bunu güç ilişkileri içerisinde yapıyorlar. Muhalif partilerde aynı güç ilişkilerini mecliste onlara karşı görmek istiyoruz. “
“Şimdi sorsunlar ‘sizin muhtarınız nerede’ diye”
Akbelen Ormanı’nı savunan Nejla Işık, İkizköy’ün muhtarı olmuştu. Işık’ın birkaç gün önce mazbatasını aldığını aktaran Tatar, “Buradaki mücadelenin esas önderleri, taşıyıcıları, göğüs göğüse mücadele edenleri kadınlardı. Necla hanımın muhtarlığı bu mücadelenin taçlandırılmasıdır” diyerek şunları ekliyor:
“Necla Hanım’dan önceki muhtar, kendi görev döneminde İkizköy ilçesinin Işıkdere mahallesinde yer alan mevkideki yerleşim alanının ortadan kalkarak kömür madenine dönüşmesi için şirketle işbirliği yapıp, şirkette çalışmış. Köylüleri yanlış ifadelerle yönlendirip aldatarak arazilerini çok ucuza şirkete satmalarını sağlamış. Bu muhtar, çevresi, çalışmaları, birçok kişiyi şirkette işe sokması itibariyle anormal bir güce sahipti. Köylülerdeyse inanılmaz bir umutsuzluk vardı. Sonuçta mücadele edildi ve başarıldı. Necla hanım bayağı bir farkla aldı muhtarlığı. Bu başarı buradakilerin başarısıdır. Bu başarının mesajı da şudur:
‘Biz artık köyümüze sahip çıkıyoruz. Sizin bize sunacağınız işe alma, para vaat etme, borçlarımızı ödeme vs. bizi ilgilendirmiyor. Biz tamamen mücadelemize odaklandık ve biz direnişi tercih ediyoruz, topraklarımıza sahip çıkıyoruz. Artık biz buradayız.’
Bundan önceki süreçlerde her kamu kurumuna girişimizde karşımıza ‘sizin muhtarınız nerede’ sorusu çıkıyordu. Zaten kendi önderliklerinin yanında konumlanan eski bir muhtar vardı. Bu soruyu soranlar, muhtarın şirket tarafında konuşlandığını çok iyi biliyordu. Şimdi yine sorsunlar ‘sizin muhtarınız nerede’ diye.
Son olarak bizim bir sloganımız var. Bütün söyleyeceklerimiz o sloganın içinde yer alıyor: ‘Biz bitti demeden bu kavga bitmez!’