Mustafa Durmuş – Diğer Yazıları
Bu anlaşmaların birbirinden farklı yanları olsa da her üçünün de ortak özelliği olan bazı önemli hususlar söz konusu. Dolayısıyla da beklenen etkilerinin neler olabileceğinin değerlendirmesine geçmeden önce bu ortak yanların neler olduğuna bakılmalı.
Bunlar sırasıyla; gizlilik içinde yürütülmeleri ve sadece büyük sermaye örgütlerinin temsilcileri tarafından izlenebilmeleri, “hızlı şerit” (fast track) adı verilen bir yasalaştırma biçimiyle yasalaştırılmaları ve öngördükleri bir ulus üstü mahkemeler ile ulus devletlerin teslim alınması (ISDS ve Düzenleyici İşbirliği).
Sızan Wikileaks belgeleri[1] her üç anlaşmanın, özellikle de ABD tarafında nasıl bir gizlilik içinde yürütüldüğünü ortaya koyuyor. Gizli yürütülen bu çalışmalarda devlet görevlileri ve çok uluslu şirketlerin temsilcileri masadaki müzakerecileri oluşturuyorlar. Müzakereler başladığından bu yana Kongre üyeleri dahi bu toplantılara alınmıyor.
Örnek olarak TPP müzakerelerinde 28 ilgili sanayi müzakere ediliyor. Müzakerelere 566 grup çağrıldı ve bunların 480’i açıktan, iş çevreleri ve sanayi ve ticaret gruplarının temsilcileri konumundalar. Kalan ise serbest ticaret yanlısı akademisyenler, sivil toplum örgütleri ve bir- iki yandaş sendika temsilcisinden oluşuyor. Vatandaşlar güvenlik gerekçesiyle içeriye alınmadıkları gibi, çok küçük bir azınlık grup dışında her iki partinin senatörleri de anlaşmanın ne içerdiğini bilmiyorlar[2]. Yani müzakere metinleri ne halka ne de onların temsilcileri konumundakilere açık değil.
Resmi yetkililer dahi belgeleri sadece ‘Okuma Odası’nda okuyabiliyorlar, ama yanlarına bir kopya alamıyorlar, detaylı olarak inceleyemiyorlar. AB üyesi ülkelerin seçilmiş AB parlamenterleri dahi örneğin ABD’nin taleplerinin neler olduğunu bilmiyorlar[3].
TTIP için Avrupa tarafında sermayenin müzakerecileri büyük şirketlerce tayin edildiler. Brüksel’deki hazırlık toplantılarının % 93’ü iş çevrelerince yapıldı. Bu nedenle de müzakerelerde işçi haklarını ya da işçi sağlığını veya iş güvenliğini, çevre güvenliğini gündeme getirecek hemen hiç kimse yok[4].
Sızan belgeler ilk çıkartılacak yasa olan TPP’nin, sermaye şirketlerinin kapalı kapılar ardında ulusal yasaları (çevre, emek, kamusal sağlık ve diğer sosyal koruma yasaları) kolayca bertaraf etmelerini sağlamayı amaçladığını ortaya koyuyor[5]. Bir başka anlatımla TPP, gizli kapılar ardında küresel seçkinlerin anlaşmalarındaki yer göstericilik yapan bir Truva Atı işlevi görüyor[6].
Gerçekte bu anlaşmaları kaleme alanlarsa Wall Mart, Goldman Sachs, Exxon Mobil, Citibank, HSBC gibi dev sermaye kuruluşları. Bunlar istihdam yaratmak ve küçük işletmeleri korumak için değil, kârlarını maksimize etmek için çaba gösteriyorlar. Anlaşmalar da sadece kendilerinin çıkarlarına hizmet edeceğinden bu müzakereleri halktan gizli yapıyorlar. Bu anlaşmalar ise zamanla dış ticaretin de facto yasal organları haline gelecekler[7].
Müzakerelerin gizli yürütülmesine ilave olarak anlaşmaların imzalandıktan sonraki beş yıl kamuoyunun bilgilenmesine açık olmamasının nedeni ise bu anlaşmaların çok küçük bir azınlığın çıkarlarına hizmet etmek dışında toplumun bütününe vereceği zararın büyüklüğü ile ilgili.
Bu üç anlaşmaya ait yasal düzenlemeler de “hızlı şerit” (fast track) adı verilen bir biçimde oylanarak geçirilecekler. Bu anlaşmaların ya da buna ilişkin yasal düzenlemelerin üzerinde, aleyhinde ya da lehinde hiç konuşulmaksızın “evet- hayır” biçiminde oylanması anlamına geliyor. Yani işçi, çevre ve tüketici karşıtı bu anlaşmalar müzakere masasındakiler tarafından bağlandığı biçimde ve geri çevrilmeden, üzerinde her hangi bir değişiklik yapılmadan yasalaşacak.
Yani hızlı şerit’e “evet” denilerek kalan diğer tüm yasaların ona uyarlanması sağlanmış olacak. Bu anlamda hızlı şerit şeytanca bir düşüncenin ürünüdür[8]. Dünya ekonomisindeki kötüye gidiş yönündeki beklenti Kongre’nin TPP’yi hemen kabul etmesi bağlamında hızlı şerit yasasının çıkartılması için bir gerekçe oluşturdu[9] ve başta çevreci gruplar ve işçi sendikalarının Kongre üyelerine mektup yazarak hızlı şerit yasasını reddetmesini talep etmelerine rağmen[10], 23 Haziran 2015 tarihinde Senato 13 Demokrat senatörün de destek vermesiyle 37 hayır oyuna karşı 60 evet oyu ile hızlı şerit yasasını onayladı[11]. Artık bundan böyle TPP ve TISA’nın hızlı şeritten onaylanması bekleniyor.
Daha ziyade TTP ile gündemde olan ve bu anlaşmaya yapılan en sert eleştirilerin başında gelen “Yatırımcı-Devlet Uyuşmazlık Mahkemeleri (ISDS)” düzenlemeleri aslında uluslararası ticaret alanında yeni bir şey değil. Birçok iki taraflı ticaret anlaşmasının içerisinde, özellikle de 1990’lardan itibaren, sıkça yer alan bir düzenleme[12].
Burada önemli olan nokta ISDS’lerde son dönemlerde bir patlama yaşanması. Öyle ki 1996 yılında görülen vaka sayısı 38’den 2013’te 568’e yükseldi. En sonuncusu bir Fransız şirketinin Mısır devleti aleyhine, asgari ücretin yükseltilmesi nedeniyle uğradığı zararının tazmin edilmesi için açtığı dava[13].
TPP, TTIP, TISA gibi anlaşmalar ise 50’den fazla ülkeyi içine alacak şekilde bu ulus üstü mahkemeleri daha mutlak ve kalıcı hale getiriyorlar ve uluslararası sermaye-ulus devlet ilişkilerinde yeni bir rejim kuruyorlar.
ISDS’nin savunucuları, uluslararası yatırımcıların haklarının güvence altında olmadığını ileri sürdükleri Vietnam ve Malezya gibi ülkeleri örnek gösterek bu düzenlemeyi bu anlaşmaların içine dahil etseler de, aynı düzenlemenin TPP’nin müzakereci ülkeleri olan Kanada ve Avustralya’yı kapsaması[14] ya da Avrupa Birliği ülkelerini içine alan TTIP içinde yer alması bu gerekçeyi geçersiz kılıyor[15].
ISDS mekanizması ile çok uluslu şirketler bir devleti, yaptığı ya da yapmayı planladığı yasal düzenlemelerle, zarar edecekleri ya da gelecekteki kârlarını önleyeceği iddiasıyla mahkemeye verebilecekler. Çok uluslu şirketlerin kontrolü altındaki böyle bir mahkeme bu konularda karar verebilecek, hükümetlerden söz konusu zararı tazmin etmelerini ya da düzenlemelerden vazgeçmelerini isteyebilecek. Tek başına davanın açılmasının dahi yasal düzenlemelerini henüz oluşturma yolundaki hükümetler açısından caydırıcı bir etki yaratacağı açık.
Uluslar arası sermaye açısından bu mekanizma paralel bir yargılama olanağına kavuşmak anlamına geliyor zira ulus üstü mahkemeler aracılığıyla ulus devletler yargılanabiliyor, parlamentoları etkisizleştiriliyor.
Bu mahkemelerin tütünden petrole, bankacılık sektöründen asgari ücret düzenlemelerine, zehirli atık yasaklarından, çevre korumaya, kamusal sağlık ve kamusal ulaştırmadan, ilaca erişime ve sosyal güvenliğe ve hatta yerel düzeyde mevzi imar planlarına kadar çok geniş kapsamdaki mal ve hizmetlere ilişkin olarak ulus devletlerin kamu yararına alacakları her karar, çıkartacakları her yasa ya da düzenleme tazminat ödemeye mahkûm edilmeleriyle sonuçlanabilecek.
Nitekim 2011 yılında Ekvator Hükümetinin çok uluslu bir şirkete ödemek zorunda kaldığı 2,3 milyar dolarlık tazminat ve Phillip Morris – Avustralya, Lone Pine Resources – Kanada ve Vattenfall – Almanya örnekleri ÇUŞ’ların nasıl ulusal yargıyı etkisiz kılabileceğinin en güzel örnekleri. Bu nedenle de bu düzenlemeler büyük sermaye çevrelerince adeta kutsanıyor. Uluslar arası sermayeyi düzenlemelerden korumak adına Atlantiğin her iki yakasında gösterilen çaba ve istek ISDS dâhil uluslar arası ticaret ve yatırım rejiminin sermayeyi demokrasiye karşı koruma gücünü, kapasitesini ortaya koyuyor. Böylece hem ABD hem AB kendi düzenleyici yasalarını zayıflatırken, sermaye birikimine yardım eden bir uluslar arası hukuk rejimi inşa ediyorlar ya da bunu yeniden oluşturuyorlar. Bu kamusal alanı, kamusal düzenleme alanını kısıtlayıcı bir ulus üstü anayasa anlamına geliyor ve bir kez yapıldı mı değiştirilmesi imkânsız bir hal alacaktır. Bu uluslararası sermayeyi bağımsız devlet statüsüne yükselterek demokrasinin temelini de zayıflatan bir durumdur, demokrasiye açık bir saldırıdır. Bugün değişen, sermayenin demokrasi ile ilişkisi değil, Batılı devletlerle olan ilişkisidir[16].
Bir başka anlatımla, ISDS, uluslar arası sermayeye, şeffaf olmayan ve uluslar arası standartları yeterince dikkate almayan ulus üstü mahkemeler aracılığıyla ulusal mahkemeleri by pass etme biçiminde özel bir hak tesis ederek, ulus devletlere meydan okuma imkânı veriyor ve böylece de demokratik meşruiyete sahip yasal sistemi etkisizleştiriyor. Bu da kapitalizm- piyasalar ve burjuva demokrasisi arasındaki uzun süreli birlikteliğin sonuna gelinmekte olduğunun göstergelerinden birini oluşturuyor.
Dünya Bankası tarafından da teşvik edilen ve geçici olarak kurulan bu ISDS mahkemelerindeki yargıçların nasıl seçildiğine ve davaların nasıl ele alındığına bakıldığında bu mekanizmanın ve bunu esas alan uluslararası anlaşmaların ‘mutlak kapitalizm’e gidişin araçları[17] olduğu görülecektir.
Öncelikle, bağımsız olduğu ileri sürülen bu mahkemelerin yargıçları, her hangi bir demokratik seçim yoluyla gelmiyor, az sayıda hukuk firması ve hukukçudan oluşan bir yapıca belirlenen, dava başına ücretleri toplamda 4 milyon doları bulabilecek ölçüde yüksek ücretli üst düzey Batılı üç hukukçudan oluşuyor. Bunlar uluslar arası sermaye güçlerinin kontrolü altındalar[18].
Bu yargıçlar anlaşma esaslı yatırımcı mahkemelerinde uzman ya da danışman olarak da yer alabildiklerinden, ulus üstü bu mahkemelerde yargıç olarak yer almaları objektif karar almalarını önlüyor, tam tersine onları menfaat kollaması biçiminde bir konuma itiyor. Bu da onları rüşvet gibi satın alma biçimlerine açık hale getiriyor.
Bir başka anlatımla her dava esas olarak, bağımsız yargıçlar yerine kâr için hareket eden hukukçular tarafından görülüyor ve mahkemeler davaları esas olarak ticaret yasaları perspektifinden ele aldıklarından çatışmalı durumlardaki kamu refahı ya da yararı ihmal ediliyor[19].
Bu mahkemelerin kararlarına itiraz edecek bir üst mahkeme ya da mercinin mevcut bulunmaması, bu mahkemelerin takdir haklarını en üst düzeyde kullanarak hem kuralları yazabilmelerini hem de istedikleri gibi yorumlayabilmelerini, hem de tazminat miktarını istedikleri gibi belirleyebilmelerini sağlıyor[20].
Uzlaştırıcı konumundaki yargıçlar çok sayıda yoruma açık imkâna sahip olduklarından kamu yararına olan pek çok devlet müdahalesine karşı çıkabiliyorlar bu durum da onların demokratik olarak meşruiyete sahip olan yasa ya da politika yapıcılara ayrılmış olan kamusal işlevleri ele geçirmelerine neden oluyor[21].
Ayrıca, sadece yabancı yatırımcıların dava açma hakları olduğundan, yerli yatırımcılara karşı bir ayrımcılık anlamında, yasa önünde eşitlik ilkesi de çiğneniyor[22].
Kısaca, ISDS mekanizması ile donatılan TPP gibi uluslararası anlaşmalar, aralarındaki bölünmeye rağmen uluslar arası finans kapitalin ekonomik ve sosyal hayat üzerindeki etkilerini sağlamlaştırmaya, bunun yanı sıra çok uluslu şirketlerin kârlarını azaltmaya neden olabilecek kamusal düzenlemelerin etkisizleştirilmesine, dolaylı ya da dolaysız kamulaştırma ya da el koymaların imkânsız kılınmasına hizmet etmek üzere tasarlandılar. Bu nedenden dolayı da ISDS gibi mekanizmalar bu anlaşmalar için bir ön koşul oluşturuyor.
TISA açısından da benzer bir koruma söz konusu. ISDS benzeri bir mekanizma ile uluslar arası şirketler, kârları engellendiği gibi gerekçelerle ulus devletleri hizmetler sektöründeki yaptıkları düzenlemelerden ötürü sözde uluslar arası hakemlerden oluşan mahkemelere verebilecek ve zararlarını tazmin ettirebilecekler.
Örneğin finansal hizmetler sektörü açısından böyle bir koruma hükmü (standstill clause) söz konusu. Buna göre hükümetler riskli yeni finansal araçların uygulamasını önleyemeyecekler. Oysa bu tür araçlar 2008 finansal krizinin ana tetikleyicisi oldu. Yatırımcıları ya da mevduat sahiplerini korumayı amaçlayan ulusal düzenlemeler ise asla TİSA ile çelişemeyecek[23].
Avrupa tarafında ise AB Komisyonu 2013 Kasım’ında “Düzenleyici İşbirliği Meclisi” kurulması önerisinde bulundu.
Meclis’in amacının Atlantiğin iki tarafındaki düzenlemeleri, ihracatı ve ithalatı kolaylaştıracak biçimde aynı hizaya getirmek olduğu ileri sürülüyor. Pratikte bu gıda güvenliğinden kimyasallara kadar tüm düzenlemeleri kapsayacak. Büyük sermaye için özel ayrıcalıkların mevcut olmayacağının altı çizilse de kamuoyuna sunulan bilgi ile Wikileaks belgeleri arasında ciddi farklılıklar var.
Bu düzenleyici işbirliği farklı düzeyde gerçekleşecek, sektör düzeyinde ve yatay olarak tüm alanlarda etkili olacak. Bu alana belediyeler ve diğer yerel yönetim birimleri de dâhil. Sızan belgelere göre özellikle yatay düzeydeki işbirliği ile ilgili olarak sermaye lobileri çok aktifler ve yaptıklarına “düzenlemelerin birlikte hazırlanması” adını veriyorlar. Bu konudaki Wikileaks belgeleri Avrupa Komisyonu’nun kamu yararını korumaya dönük düzenlemeleri kısıtlama konusundaki kararlılığını ortaya koyuyor.[24]
Çünkü böyle bir Meclis, yasa yapıcı ile çok uluslu şirketler arasında bir yerde konuşlanacak ve yasalar çok uluslu şirketlerin talepleri dikkate alınarak yapılacak. Bu meclis büyük sermayenin karar almadaki rolünü daha da güçlendirip kalıcı hale getirecek.
Bir başka anlatımla, bu yapılanma altında sırasıyla; “erken uyarı/erken lobicilik imkânı” ile daha planlama yapılırken bilgilendirilecek olan sermaye grupları önlemlerini alabilecekler ve müdahalelerde bulunabilecekler; “etki değerlendirmesi” ile sermayeye zarar verecek hiçbir kurala izin verilmeyecek, “düzenleme mübadelesi” ile sermayenin önünü açan diyaloglar gerçekleştirilecek (örneğin taraflardan biri mutsuz ise bu mübadele mutlaka gerçekleştirilecek) ve “düzenleyici işbirliği organı” (AB tarafında Avrupa Komisyonu ve ABD tarafında OIRA olacak) ile düzenleyiciler bu gelişmeleri izleyecekler[25]. Böylece “düzenleyici işbirliği” altında sermaye grupları yasaların sonuçlarını etkileme, yeni düzenlemeleri, hatta mevcutları etkileme olanağına kavuşacaklar.
Kısaca, bu Meclis’in işi serbestleştirmelerin (deregülasyon) uygulamasını izlemek ve gelecekteki yeni devlet düzenlemelerini önlemek olacak . Çok uluslu şirketlere (ÇUŞ) yönelik her hangi bir düzenleme daha getirilmeden önce bu şirketlerin haberinin olması sağlanacak. Böylece aşama aşama güçlü bir sermaye yanlısı mekanizma kurularak devletlerin kamu yararı için müdahalelerde bulunmaları önlenecek.
Böyle meclislerin ve bunu içeren anlaşmaların gelecekte işçi sınıfı, halklar ve çevre yararına düzenlemeler yapılmasını olanaksız hale getireceği ve bu meclisi içinde barındıran TTIP’in sıradan insanların değil, sermaye ve büyük şirketlerin çıkarlarını korumaya dönük yeni bir anayasa haline geleceği ve bundan böyle hükümetlerin çıkartacakları yasaları ve düzenlemeleri bu anayasaya uygun yapacakları, işçi sınıfı ve emekçi halkların göreli olarak nefes alabildiği kamusal koruma alanlarını da ortadan kaldıracağı açıktır.
Bu anlaşmada öngörülen bir diğer sermaye yanlısı düzenleme, “Düzenleyici Yakınsama” (regulatory convergence) adı verilen ve gıda ve çevre koruma alanlarında göreli olarak yüksek düzeyde kalan AB standartlarını , düşük düzeyli ABD standartlarına çekecek olan bir düzenleme. ABD, AB’deki gıda ithalatı ile ilgili yüksek standartları delmek, düşürmek istiyor. Zira bu standartlara göre insan sağlığını tehdit eden gıda ürünleri AB’ye sokulmuyor. Böyle bir durumda şirketler sağlığı tehdit eden bir durumun olmadığını kanıtlamak durumundalar. Bu da onlara ilave maliyetler getiriyor[26].
TISA bünyesinde yer alan iki madde, “askıya alma” (standstill) ve “mandallama” (racheting) GATS altında güvence altına alınmış olan özelleştirmeleri daha da güçlendiriyor ve özelleştirilmiş olan belediye hizmetlerinin tekrar kamulaştırılmasının önünü kesiyor. İlki mevcut serbestleştirmeyi sınır ötesi olmak üzere kalıcı hale getirerek donduruyor, ikincisi ise yeni kamulaştırmaları imkânsız hale getiriyor. Bu hizmetler; su, elektrik gibi daha ziyade doğal tekel özelliği olan hizmetler. TISA kamulaştırmayı, doğal kamusal monopoller ya da rekabetçi olmayan sanayiler kurulmasını yasaklayarak önlemeyi hedefliyor.
Ancak bu hizmetler belediye hizmetleri ile sınırlı değil. Örneğin devlet sigortasının yanı sıra, geçici olarak dahi olsa özel sigorta sistemi uygulamasına da geçildiğinde ilerde bu hizmetin tekrar kamusallaştırılması bu maddeler çerçevesinde mümkün olmayacaktır[27].
Yukarıda sıralanan ortak özelliklerinin yanı sıra her bir anlaşmanın küresel kapitalist -emperyalist sistemin geleceği, işçi sınıfı mücadeleleri ve kamusallığın dönüşümü açısından ayrı ayrı etkileri söz konusudur.
[1] Wikileaks, https://wikileaks.org/tpp/pressrelease.html.
[2] Jack Rasmus, agm.
[3] http://www.commondreams.org/news/2015/06/02/wanted-dead-or-alive-100000-full-text-trans-pacific-partnership, June 02, 2015.
[4] People’s Movement, “Everything a Trade Union Should Know About TTIP: Stop the TTIP,” www.people.ie.
[5] Sarah Lazare, “TPP vs. Democracy: Leaked Draft of Secretive Trade Deal Spells Out Plan for Corporate Power Grab”, http://www.commondreams.org, March 26, 2015.
[6] Dennis Trainor Jr, “TPP vs Democracy”, http://truth-out.org , 16 January 2014.
[7] David Korten, “Do Corporations Really Need More Rights? Why Fast Track for the TPP Is a Bad Idea”, http://truth-out.org, 10 March 2015.
[8] Gaius Publius, “Fast Track will also fast-track TISA, a privatizing “Trade in Services” deal”, http://digbysblog.blogspot.com.tr/2015/06/fast-track-will-also-fast-track-tisa.html,
June 08, 2015.
[9] Jack Rasmus, agm.
[10] Kevin Zeese and Margaret Flowers, “White House Reveals Desperate Lack of Support for TPP”, http://www.truth-out.org, 08 April 2015.
[11] Deirdre Fulton, “A Great Day for Corporate America’: US Senate Passes Fast Track”, http://www.commondreams.org, June 23, 2015.
[12] AB ülkeleri şu ana kadar 1400 iki taraflı uluslararası yatırım anlaşması (BIT) imzaladılar ve ISDS mekanizmasını yatırımcılar bolca kullandılar. Bkz: Everything a Trade Union Should Know About TTIP: Stop the TTIP, People’s Movement, www.people.ie.
[13] Park MacDougald, “Trade Agreements Rigged to Protect Capital From Democracy”, http://truth-out.org, 2 March 2015.
[14] Dean Baker, “Victory Over Fast-Track TPP Must Be Cautious of Rich People’s Rules”, http://www.truth-out.org, 15 June 2015.
[15] Dani Rodrik, agm.
[16] MacDougald, agm.
[17] Lambert Strether, “The TPP: Toward Absolutist Capitalism”, http://www.truth-out.org, 25 April 2015.
[18] People’s Movement, agr.
[19] Traidcraft, “ International Investment Agreements Under Scrutiny Bilateral Investment Treaties, EU Investment Policy and International Development”, www.traidcraft.org.uk, 2015.
[21] Traidcraft, agr.
[22] Traidcraft, agr.
[23] David Dayen, The Scariest Trade Deal Nobody’s Talking About Just Suffered a Big Leak, http://www.newrepublic.com/article/121967/whats-really-going-trade-services-agreement.
[24] Kenneth Haar (CEO) , Max Bank (LobbyControl), “TTIP: Regulations Handcuffed”, http://corporateeurope.org, January 28th 2015.
[25] Haar, agm.
[26] Nick Dearden, “The United States of TTIP: A Big Business Constitution for Europe”, http://www.commondreams.org, March 12, 2015.
[27] Sivlair and Mertins-Kirkwood, agm.