Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, kendini devirmeye azmeden silahlı muhalif temsilcileriyle yaptığı pazarlık sonucunda, “Geçiş hükümeti kurulması, devlet kurumlarının tahrip edilmemesi ve yurt dışına çıkılmasına izin verilmesi” şartıyla anlaştı. Rusya kendisine siyasi iltica hakkı tanıyınca da ailesiyle birlikte Moskova’ya gitti.
Başkent Şam, bel kemiğini HTŞ (yaklaşık 11 radikal cihatçı örgütü çatısı altında barındıran Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm) militanlarının oluşturduğu silahlı cihatçıların eline geçti. Esad hükümetinin başbakanı Muhammed Gazi Celali, bir otele götürüldü; geçici hükümetin kurulması ve icraatları hususunda halka açık bir konuşma yaptı.
9 Aralık 2024 tarihinde HTŞ lideri Ebu Muhammed Golani (Golan asıllı bir aileden geldiği için Arapça soyadı El Colani olarak biliniyor), eski başbakan M. G. Celali’yi ziyaret etti. Yanında İdlib’de faaliyet gösteren Selamet Hükümeti baş sorumlusu Muhammed El Beşir de vardı. Orada devir teslim yapıldı.
Devir teslim olayı, İran’da 11 Şubat 1979’da devrimcilerin başkent Tahran’da yönetimi ele geçirmelerinin ardından, Mehdi Bezirgân’ın geçici hükümet başkanı olarak görevlendirilmesine benziyor. Mollaların yönetimi tekeline alıp iktidarını sağlamlaştırmasını izleyen süreçte Bezirgân da görevinden ayrılmak zorunda bırakılmıştı.
Adı ve kadrosu ne olursa olsun yeni hükümetin asıl efendisi sayılan Golani, devir teslim sırasında “Geçiş sürecinde Suriye’deki ahalimize hizmet sunabilecek tarzda bir eşgüdümün olması” temennisini dile getirirdi. Bu arada yıllarca hükmettiği İdlib ilinde kurdurduğu “sivil hükümet” başkanı mühendis Muhammed El Beşir’i Şam’da daha kapsamlı bir hükümet kurmakla görevlendirdi.
Peki kimdir bu M. El Beşir?
1983 İdlib doğumlu olup 2007’de Halep Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümünden diploma aldı. Aynı zamanda İdlib Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Şeriat ve Hukuk bölümünden (2021) mezun oldu. Daha önce cemiyetlerden sorumlu müdür olarak görev yaptı. 2022’de HTŞ denetimindeki Selamet Hükümetinde Kalkınma ve İnsani İşler Başkanı olarak görevlendirildi.
M. El Beşir’in Şam’daki yeni hükümete başkan tayin edilmesi sonucunda HTŞ’nin “Azınlıklara iyi muamele edeceği, ayrım yapmayacağı, herkese eşit davranıp kapsamlı bir hukuk devleti kuracağı ve demokrasiye saygılı olacağı” yönündeki beklenti, gerek Batılı ülkeler gerekse Türkiye açısından, boşa çıkacak gibi görünüyor.
* Okuma önerisi: Bu yazıda eski Suriye yönetiminin nasıl düştüğünün ayrıntılarına değinmeyeceğim. Merak edenler, isabetli değerlendirmeleriyle tanınan tecrübeli gazeteci Fehim Taştekin’in 9 Aralık 2024 tarihli makalesini okuyabilirler.
Ben burada iki ana tespit yapmakla yetineceğim. Devrik Başkan Esad, başta Rusya ve İran olmak üzere bazı dostlarının tavsiyelerine uymadı. Ordusunu yenilemedi. Ekonomisini düzeltemedi. 1 dolar, 14 bin 700 Suriye lirasına kadar yükseldi. Enflasyon % 90 oranına ulaştı. Yozlaşmış ve kokuşmuş siyasi-toplumsal sistemle başa çıkamadı. Yaklaşık 2 milyar 500 milyon dolarlık yolsuzluğa bulaşan savaş vurguncularını etrafından temizleyemedi. Kardeşi General Mahir Esad komutasındaki 4. Tümen ile buna paralel kurulan uyuşturucu şebekelerine göz yumdu.
13 yıldan beri aç, takatsiz ve umutsuz kalan ordu ise artık kim için ve niçin savaşacağını bilemedi; şehirleri savunmadan kaçıp canını kurtarmaya baktı. Hâl böyle olunca da Rusya ve İran, “ordusunun bile işe yaramadığı” bir Suriye yönetimine destek vermekten kaçındı. Hizbullah ise zaten İsrail tarafından darbe alıp takatsiz bırakılmıştı.
* Buna karşılık HTŞ, son dört yıldan bu yana Türkiye’nin çok yönlü desteği ve önerileri sayesinde milislerini sıkı bir eğitimden geçirmişti. Mesela gece komandoları ve gündüz komandoları gibi özel birimler kurup üst düzey eğitimden geçirdi. Silahlarını güncelledi, geliştirip çoğalttı.
Son dört ayda Halep’i alma planını en ince ayrıntılarına kadar yapıp ona göre hazırlandı. Aslında üç ay önce müdahale planı hayata geçirilecekti. Ancak o sırada İsrail-Hizbullah çatışması vardı. Türkiyeli bazı görevliler, hem HTŞ hem de birçok örgütü bünyesinde barındıran Ankara destekli Suriye Millî Ordusu yetkililerine, Halep’e saldırmak için beklemelerini önerdi.
Hizbullah ile İsrail arasındaki ateşkes imzalanır imzalanmaz da Halep’e büyük taarruz için yeşil ışık yakıldı.
* Peki başlama işaretini kim verdi? Arap dünyasındaki kimi medya organlarında konuşup yazanlara göre: Bu planın “beyin takımı” Türkiye’deki yetkililerdi. Karargah planı ise büyük ihtimalle İngiliz uzmanlarca yapılmıştı.
Radikal cihatçı HTŞ nasıl ‘soft’ ve ‘pragmatist’ cihatçı örgüt yapılıverdi?
Malum, birbirinden radikal ve fanatik yaklaşık 11 cihatçı örgütü bayrağı altında toplayan HTŞ, Birleşmiş Milletler ve dolayısıyla ABD, Avrupa ve Türkiye gibi ülkelerin “terör” listesine alınmıştı. Üstelik de Amerikan yönetimi, HTŞ lideri Ebu Muhammed Golani’nin başına 10 milyon dolarlık bir ödül koymuştu.
Arka plan: Terör ve şiddet eylemleriyle dünyaya nam salan El Kaide cihatçıları, 11 Eylül 2001’de kaçırdığı Amerikan yolcu uçakları aracılığıyla New York’taki iki gökdelene çarparak binlerce kişinin ölümüne yol açtı. Bu saldırı sadece Amerika değil, tüm dünyada yüzyılın en travmatik olaylarından biri sayıldı.
El Kaide; Irak, Afganistan, Pakistan, Hint alt kıtası, Irak, Arap yarımadası, Mısır’a bağlı Sina yarımadası, Somali, Mağrib (Afrika’nın kuzey batısındaki ülkeler) gibi diyarlarda örgütlenip binlerce eyleme damgasını vurdu.
Kimdir? 1950 ve 1960’lı yıllarda Arap ulusal kurtuluş hareketinin simgesi olan Mısır lideri Cemal Abdülnasır’ın fanatik hayranı Suriyeli bir babanın oğludur Golani. 1967’deki İsrail-Arap savaşında hezimete uğrayan Arap milliyetçiliğinin gerilemesi sonucunda yerine politik İslam’ın yükseldiği bir ortamda, Golani de çareyi İslami alternatifte aradı.
2003 yılında diktatör Saddam Hüseyin’in devrilip Irak’ın işgal edilmesi üzerine El Kaide militanları, Saddam’ın istihbaratçıları ve feshedilen Irak ordusu subaylarının da yardımıyla direnişi örgütlediler. O dönemde Ürdün kökenli Ebu Mus’ab Zerkavi, direniş sürecinde kendisinden olmayan herkese vahşi bir şekilde saldırdı. Bazı bölgelerde direniş üsleri ve noktaları oluşturdu.
İran ile Suriye, ABD’nin kendi topraklarına da saldırmaması için El Kaide’yi uzaktan destekleyerek Amerikan işgali tehlikesini kendi ülkelerinden uzak tuttular. İlaveten Arap ve İslam dünyasından giden politik İslamcı veya cihatçı unsurların kendi sınırlarından Irak’a geçmesini teşvik ettiler, kaçak girişlere göz yumdular.
HTŞ lideri Golani, böyle bir ortamda Irak’a geçti. Zerkavi’nin başını çektiği El Kaide örgütü saflarında eğitim görüp savaştı. Ancak yakalanıp hapse atıldı. Salıverildikten sonra iç savaşın başladığı Suriye’de faaliyet göstermek üzere El Kaide’nin bir kolunu oluşturdu. Aynı dönemde IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) kurucu lideri Ebubekir Bağdadi ile birlikte çalıştı, ancak çok geçmeden ayrıldı.
Golani’nin başını çektiği örgüt El Nusra Cephesi olarak adlandırıldı. İdlib’deki rakip örgütleri tasfiye ederek vilayet genelinde tahakkümünü kurdu. Daha sonra El Nusra Cephesi adı yerine 11 örgütü bünyesinde barındıran HTŞ adıyla faaliyete geçti. Bu arada Türkiye ile temas kurdu. Muhtemelen Türkiye’den bazı görevlilerin önerisiyle Batılı ülkelerle irtibat arayışına geçti.
* Bu çerçevede Amerikalı bir gazeteci kendisiyle uzun bir röportaj yaparak Batılı yayın organlınarda yayımlanmasını sağladı. Golani, bahsedilen röportajında şu mesajları verdi: Biz IŞİD gibi vahşet uygulayıp kafa kol kesmiyoruz; vahşi yöntemlere başvurmuyoruz. Batılı ülkelerde kesinlikle eylem yapmadık ve yapmayacağız. Üstelik sadece askerî değil, aynı zamanda sivil bir yönetimimiz var. Kurduğumuz sivil yönetimin adı Selamet Hükümeti’dir.
Golani, Amerikalı gazeteciyle görüşmesi sırasında cihatçıların geleneksel başörtüsünü (bir çeşit siyah veya beyaz sarık) çıkarttı, askerî üniforması yerine sivil takım elbise giydi. Halep’in alınmasından bir müddet önce de, bu kez Fransız bir gazeteciyle, söyleşi yaptı. Yukarıdakine benzer ılımlı mesajlar verdi Batılı yetkililere. Bu söyleşiyi okuyan bir Fransız uzman, kendisi hakkında “ılımlı ve pragmatist cihatçı” tanımını kullandı.
Golani bununla da yetinmedi; bu defa aynı gazetecinin eşliğinde İdlib’in çarşı pazarını dolaşarak halkla konuştu. Kiliseleri ziyaret etti, gayrimüslim cemaatlere dokunmayacağını ve herkesin inancında serbest olduğunu vurguladı. Halep alındıktan sonra şehrin tarihî kalesini dolaştı; farklı etnik ve inanç gruplarının rahat olması yönünde bildiriler dağıtılarak halka duyuruldu. Son röportajını ise ABD merkezli CNN International kanalının muhabirine verdi.
Halep alındığında Golani, bazı taşkınlıklara rağmen HTŞ bünyesindeki militanlarını sıkı bir disiplin altına aldı. Bazı vahşet görüntülerine rağmen esas olarak militanlar yağma, talan ve ganimet peşinde koşamadılar. O kadar ki, bir anlamda rakibi sayılan ve her bakımdan Türkiye’nin desteğini alan Suriye Millî Ordusu (SMO) mensubu silahlı gruplardan Halep’teki yağma talan olayına karışan unsurları bile şehir dışına kovdu. SMO’nun üst düzey subaylarını Halep’e sokmadı.
HTŞ lideri, Şam alındığında örtünmeyen ve başı açık dolaşan kadınlara dokunulmaması yönünde kesin emir verdi. Hükümetinin herkesi kucaklayacağını vadetti. Bütün dünya ülkeleriyle ilişkiler kurulması yönündeki niyetini beyan etti.
Son zamanlara kadar Ebu Muhammed Golani kod adıyla savaş komutanı iken, Halep’e yönelik saldırıyla birlikte gerçek adının Ahmed Hüseyin El Şeraa olduğunu açıklayarak artık siyasi hayatta yoluna devam edeceği yönünde bir de mesaj verdi.
Hayati önem verdiği Ankara yönetimine birçok bakımdan sırtını dayayıp istenen siyasi-askerî-diplomatik desteği alan HTŞ lideri Golani, “sert cihatçı” imajı yerine “yumuşak-ılımlı-pragmatist cihatçı” algısını kamuoyunda oluşturmak için yine Türkiye ile ihtiyaç duydu ve dilediği neticeyi aldı.
ABD, Rusya, Arap-İslam dünyası ve Avrupa’nın tutumu
El Kaide militanı sıfatıyla Suriye’de kurtarılmış bölgelere yerleşip İdlib’de taht kuran Golani’nin Esad yönetimini deviren baş aktör olması ister istemez hem Arap-İslam dünyasının hem de Batılı ülkelerin dikkatini çekmektedir.
Örneğin, ABD’nin CNN kanalında yayımlanan bir haberde Golani’nin tarihî Emevi Camisi’nde yaptığı konuşmasından kimi alıntılar yapıldı:
“Bu zafer, tüm İslam ümmetinin zaferidir. Bizi destekleyenlere, iç savaşta ölenlere, hapsedilenlere ve yakınlarına zaferdeki rollerinden dolayı teşekkür ederim.
Kapsayıcı olacağız, din ve inançlara saygılıyız. Bölgenin tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır. Geçmişte burası Suriye’yi İran’ın emelleri için bir oyun sahası hâline getiren, mezhepçiliği yayan, yolsuzluğu azdıran tehlikelerle doluydu.
Hiç kimsenin başka bir grubu ortadan kaldırma hakkı olamaz. Bu mezhepler yüzlerce yıldır bu bölgede bir arada yaşıyor ve kimsenin onları ortadan kaldırmaya hakkı yoktur.”
Golani’nin Batıya yönelik “Sizin yeni Suriye’deki çıkarlarınızı anladık” yolundaki mesajları, CNN kanalı tarafından “Golani’nin sesinin Batı’ya ulaşıp bilhassa ABD ile İsrail yöneticilerince duyulabileceği” şeklinde yorumlandı.
Birkaç yıldan bu yana HTŞ ile SMO’nun sponsoru gibi davranan Türkiye, İslamcı muhalif grupların 27 Kasım’da başlattığı büyük taarruz nedeniyle Vladimir Putin, Sergey Lavrov (Rusya), Antony Blinken (ABD) ve Abbas Arakçi (İran) gibi yabancı devlet yetkilileriyle sürekli görüşerek arka kapı diplomasisi yaptı.
Benzer görüşmeler Katar, Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır ve Irak dışişleri bakanlarıyla da gerçekleşti. Erdoğan açısından istenen şuydu:
“Esad rejimi devrilmiştir; yerine geçen HTŞ ve SMO oluşumlarını öteleyip dışlamayın; onlarla temas kurmaya bakın. Çünkü yeni Suriye’nin yönetiminde bunlar olacaktır. Buna karşılık Suriye’nin kuzeyindeki bölgeyi yöneten PYD-SDG siyasi ve askerî açıdan tasfiye edilip etkisiz kılınması gereken bölücü terör örgütleri olup Türkiye açısından tehlike teşkil etmektedir. Bunları himaye etmeyin.”
Batı, Arap ve Rus medyasında “Halep-Şam harekatının oyun kurucusu, akıl hocası ve yönlendireni” olarak anılan Erdoğan, Esad rejiminin düşmesiyle birlikte Batı medyasının manşetlerinde yer aldı.
Yabana atılır bir iddia ve olgu değildir bu belirleme. Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 9 Aralık 2024’te Ankara’da brifing verdiği diplomatların huzurunda yaptığı konuşmada HTŞ ile SMO’yu haklı çıkaran ifadeler kullanmakla kalmadı; Batılı ve Arap-İslam ülkelerin yeni yönetimi kabullenip Suriye’de neler yapılabileceğine (mesela Suriye’nin yeniden inşası projesi ve göçmenlerin sorunlarının çözümü gibi) dair açıklamalarda da bulundu.
Netice itibarıyla ABD, Rusya, İran ile bazı Arap ve Batılı ülkeler, HTŞ gölgesinde kurulan bu hükümeti er veya geç tanımış olacaklar. Çünkü sayılan ülke yetkililerinin hepsi de “Yeni yönetimin geniş kapsamlı olmasını, herkesi kucaklamasını ve azınlıkların haklarını korumak suretiyle adaletli davranmasını isteyen” açıklamalar yaptılar.
Esasen yeni başkan Donald Trump’ın Esad rejimi düşmeden önce HTŞ temsilcileriyle irtibat kurup görüştüğüne dair haberler çıktı Batı medyasında. Amerikan yönetimi Türkiye aracılığıyla İsrail’in bir mesajını da iletmişti. Buna göre, HTŞ’nin bir şekilde silahlarını İsrail’e doğrultması durumunda bunun cereme ve cezasını çekeceği uyarısında bulunulmuştu.
HTŞ’nin Batılı ülkelere verdiği dolaylı teminattan tatmin olmayan İsrail, 9 Aralık’ta Suriye ile 1974 yılında varılan anlaşma gereği Golan tepelerindeki tampon bölgeye bayrağını dikti. Yani bölgeyi ilhak etti. Bununla yetinmedi; Golan tepelerinin Ürdün sınırına yakın güney kısmındaki Suveyde denen bölgenin denetimini de alma gayretinde.
Dürzilerin yaşadıkları bu bölgeyi alabilirse, ABD’nin Ürdün sınırındaki Tanaf üssünden itibaren Irak-Suriye sınır bölgesi olan Albukemal ile Deyrizor mıntıkasına kadar uzanacak olan topraklar Amerikan-İsrail denetimine geçecek.
İlaveten İsrail cihatçıların eline geçmesin diye 480 hava saldırısıyla Suriye ordusunun ülkenin her tarafında bıraktığı cephaneleri, roketleri, füzeleri, savaş gemilerini ve uçaklarını imha etti.
HTŞ destekli hükümet başarılı olur mu?
Omurgasını HTŞ’nin oluşturduğu farklı kesimlerden kurulu bir geçiş hükümeti, başarılı olacak mıdır? Herkese adaletli davranma, özgürlük verme ve kimsenin özel hayatına karışmama gibi siyasi-sosyal haklar konusunda verilen sözler tutulacak mıdır? Bakıp göreceğiz!
Peşinen şunları yazmalıyım:
* Radikal cihatçı ve siyasal İslamcı gelenekten gelmiş hiçbir hareket veya iktidarın demokrasiyle arası hiç hoş değildir. Benimsediği ideolojinin mayasında ve fikir genetiğinde herkesi kucaklama diye bir kavram yoktur. Golani’nin Emevi Camisi’ndeki beyanatında telaffuz ettiği “ümmet” zaten dışlayıcıdır; gayrimüslimleri eşit görmeyen bir kavramdır.
* Şimdilik dokunulmayan özgürlük ve serbestlik geçicidir. Golani’nin tayin ettiği Başbakan El Beşir, daha önce İdlib İslam Emirliği’nde (devletçiği/beyliği) neler yaptıysa —aynısı olmasa da— özünde benzerini yapacaktır ülke çapında.
* Bir an için Golani ve hükümetinin liberal ve hoşgörülü davrandığını varsayalım. Peki HTŞ bünyesinde bulunan ve birbirinden radikal olan 10 kadar temel cihatçı örgüt, şeriat ile veya onların deyimiyle Kuran ve Sünnet gibi İslam’ın iki temel kuralıyla uyuşmayan soft/light yani gevşek ve yumuşak bir yönetim isteyecekler mi?
Yaklaşık 60 ülkeden on binlerce erkek-kadın cihatçıyı barındıran HTŞ’de Türkiye’den de yaklaşık 800 kişinin olduğu söyleniyor. Koalisyona katılacak temsilciler arasında, Türkiye’ye göbekten bağlı Suriye Millî Ordusu bileşenleri ile HTŞ arasında ve bizzat HTŞ bünyesinde pek çok ihtilaf, çekişme, sürtüşme ve çatışma yaşanabileceği görülüyor.
HTŞ ile SMO arasındaki anlaşmazlıkların muhtemel hakemi, her iki kesime hükmü geçen ve hakemlik yapabilen Ankara’daki yetkililer olacaktır. Böyle durumlarda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile MİT Müsteşarı İbrahim Kalın’ı sahnede görmemiz mümkündür.
Suriye kaça bölünür?
Çok boyutlu ve aktörlü Suriye krizinde ülkenin kaça bölüneceği dış ve iç dinamiklere bağlıdır. Söz gelimi Türkiye ve bilhassa Erdoğan, tek parçalı bir Suriye’den yanadır. Çünkü HTŞ aracılığıyla Sünni egemen bir ülke tercih edilmektedir.
* Suriye’nin kuzeyinde bulunan PYD-SDG denetimindeki “özerk bölge” (toprakların % 40’ı kadar) Türk yönetiminin baş hedefidir.
Türkiye’nin yönlendirmesi ve TSK’nin de desteğiyle Ankara ordusunun takviye milisleri saydığı Suriye Millî Ordusu (SMO), önce Tel Rıfat şehri ile çevresini aldı. Ardından Minbiç’e yöneldi. 11 Aralık’ta ateşkes sağlandı. SMO milisleri Minbiç’i düşürüp sonraki mevzilerde Kürt kuvvetlerini ya mağlup edecekler ya da Türkiye sınırından 30-40 kilometre içeriye doğru itecekler. Türk askerinin kuzeyden Kobani’ye yönelmesi de bir ihtimaldir.
Kürtlerin yenilmesi veya geriye itilmesi durumunda Ankara, daha önce işbirliği yaptığı KDP-Barzani yanlısı ENKS (Kürtlerin Yüksek Kurulu) temsilcilerini yanına alarak burada kendi himayesinde yeni bir Kürt siyasi-idari varlığı kurabilir. Bunu yapmazsa ezip tasfiye ettiği mevcut Kürt yönetimi denetimindeki toprakları ya Suriye merkezî hükümetine bırakır yahut da bir süre için kendi askerî kontrolünde tutar.
AKP adına yazıp çizenler Halep-Musul-Kerkük hattındaki toprakların tarih boyunca Türklere (Osmanlılara) ait olduğunu iddia ederek fetihçi-yayılmacı bir fikriyatı hem AKP iktidarına hem kamuoyuna kabul ettirme çabasındalar.
* Her iki durumda da Suriye’nin tek parça olabileceği varsayılabilir.
Yok, eğer esas savunma mevzilerini Kamışlı-Haseke-Rakka-Deyrizor hattında kurmuş olan SDG milisleri her şeyi göze alıp hayat-memat meselesi diyerek anılan bölgelere yönelen SMO militanlarını geri püskürtebilirlerse, bu hâliyle kalacaktır ki, bu da Suriye haritasının ikiye ayrılması anlamına gelir.
* Ola ki Deyrizor ile Kürt toplumunca Rojava diye adlandırılan bölgede yaşayan kimi Arap aşiret milisleri, HTŞ’nin Arap ve Müslüman olmasından hareketle SDG-PYD saflarından ayrılıp yeni Şam yönetimine katılmak isterlerse, bu da mevcut denge ve hesapları sarsan bir hadise olacaktır.
Öte yandan: HTŞ, daha önce uzlaştığı PYD yönetimine Halep’teki iki Kürt mahallesini bırakmıştı. Keza onlarla şimdilik çatışmayacağını açıkladı. SMO milislerinin yenilmesi veya geri püskürtülmesi ihtimalinden yola çıkarsak, acaba Türkiye HTŞ nezdindeki nüfuzu ve hukukuna dayanarak bu örgüt milislerini Kürtler üzerine salabilir mi? Bunun yanıtı da henüz net değil.
Siyasi haritanın Kürtler lehine değişip değişmeyeceği başta ABD ve AB olmak üzere İsrail, Rusya ile ilgili Arap ülkelerinin gelişmelere ne kadar ve nasıl müdahale edeceklerine bağlı. Misal, İsrail Suriye’deki azınlıkların ve bilhassa Kürtlerin ezilmemesi için Amerikan yönetimi nezdinde çaba harcayacağını açıkladı.
ABD içinse durum farklıdır. CIA’nın eğitip donattığı Suriye muhalifleri şimdilerde HTŞ ve SMO saflarındalar. Ayrıca CIA, sürekli olarak Kürt hareketi yerine Türkiye ile çalışmayı tercih etmektedir. Buna karşılık Savunma Bakanlığı Pentagon yetkilileri bölgedeki Kürtleri koruma konusunda ısrarlılar.
‘ŞAM Fatihi’ Erdoğan’ın planı
Mevcut durumu iyi okuyabilen Erdoğan, Trump idareyi teslim almadan Suriye’deki Kürtleri ezip tasfiye etmek yahut etkisiz hâle getirmek suretiyle elini güçlendirip Amerikan yönetimiyle pazarlık masasına oturmayı tasarlıyor.
Hükmü altında sayılan HTŞ ve SMO aracılığıyla Suriye’yi artık kendinden sayan Erdoğan, Trump’a şöyle bir teklifle de gidebilir: Biz, PYD-SDG milislerinin yerini doldurup sizinle IŞİD ve diğer terör örgütlerine karşı birlikte hareket edebiliriz. Bölgenin güvenliğini bize bırakın!
Acaba, yakın zamanda “Şam Fatihi” diye kamuoyuna takdim edilmesi düşünülen Cumhurbaşkanı Erdoğan, şimdiye kadar askerî denetimine aldığı Kürt-Arap şehirlerini yeni Suriye hükümetine devreder mi? Yanıtı bilinmeyen sorunun cevabı tartışmalıdır.
Esad’ın devrilmesinden sonra indirgemeci bir mantıkla “Rojava’nın kurtulacağı ve federal bir yönetimin kurulacağı” biçiminde düşünen Kürtlerin bu temennisinin pratikte hiçbir karşılığı yoktur. Esad gitti ama Erdoğan gibi güçlü bir siyasetçi elindeki silahla köprünün başında Kürtleri bekliyor.
Açık olan Erdoğan’ın Esad’ın devrilmesinden sonra çok yönlü bir kazanım elde ettiğidir. Şöyle ki:
* Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılardan şimdiye kadar yaşantısını ve düzenini kuramayan 3 milyon kadar kişiyi Halep ve çevresine yerleştirecektir. Bunu yaparken de “Göçmenleri koruyup barındırıyorum, size göndermiyorum” demek suretiyle Avrupa Birliği ülkelerinden büyük miktarda avro almanın pazarlığını yapacaktır.
* Suriye’nin yeniden inşası kapsamında bilhassa petro-dolar zengini Arap ülkelerinden hatırı sayılır mali katkılar sağlama yoluna gidecektir. Mali sermayenin akışının zeminini hazırlayacaktır.
* İktidar yanlısı şirketler aracılığıyla inşaat ve diğer alanlarda yatırımlar yapılacaktır ki, buradan elde edilen gelirlerle Türkiye’nin dibe vurmuş ekonomisine hayat öpücüğü sağlanabilsin.
* Kürtlerin siyasi ve askerî bakımdan bulunmadığı Rojava’daki yeraltı ve yerüstü kaynaklarından yararlanma yoluna gidilecektir.
* Çoktan başlamış olan demografik değişiklik projesi, bilhassa azınlıklar ve Kürtler aleyhinde hızlanarak devam edecektir.
Bu tür hesapları tutan Erdoğan’ın Türkiye’deki Kürt meselesine yaklaşımı daha olumsuz olacak; şiddet ve bastırma esas, dişe dokunmayan minik ikramlar ise ikincil olacaktır. Evdeki hesabı çarşıya uymayacak olan bir Erdoğan ise ister istemez Kürt meselesine yaklaşımında bazı düzeltmeler yoluna gidebilir.
“Şam Fatihi” algısıyla milliyetçi/mukaddesatçı kesimin beğenisini peşinen alan Erdoğan, Halep-Musul eksenli fetihçi ruhu körüklemek suretiyle kimi laik, liberal, hafif milliyetçi ve Atatürkçü kesimlerin takdirini kazanabilir.
Varsayılan doğru çıkarsa 1974 yılında “Kıbrıs Fatihi Ecevit” imajıyla iktidarı kazanan Ecevit misali Erdoğan’ın da ani ve baskın bir erken seçimle muhalefetin altını boşaltması mümkündür.
Kendi ülkesinin çok yönlü kriziyle başa çıkamayan Erdoğan’ın sosyal, ekonomik ve siyasal illete yakalanmış Suriye’nin yükünü yüklenmesinin ağır bir bedeli olacağı da açıktır.
Kaldı ki on binlerce radikal cihatçıyı topraklarında barındıran Suriye’nin her an Taliban’ın cirit attığı Afganistan ve Pakistan’a dönme ihtimali bulunmaktadır. IŞİD’den sonra HTŞ cihatçılığının da Türkiye’nin belli kesimlerini etkilemeyeceğinin ise hiçbir garantisi yoktur.