Son bir yıl içerisinde bir milyondan fazla Lübnanlı evini terk edip ülke içerisinde yer değiştirmek zorunda kaldı. Ülkede yaşayan Suriyeli ve Filistinli mülteciler de onlarla aynı kaderi paylaştı. Çatışmalar, “Gazze’yle dayanışma” veya “yerleşimlerin güvenliğini sağlama” amacıyla devam ederken İsrail’in çağrı cihazlarını patlatmasıyla savaş yeni bir aşamaya taşındı. Ardından karşılıklı roket atışları yoğunlaştı ve İsrail’in saldırılarıyla ölümler ve göç hızlandı.
ABD, İngiltere, Türkiye ve Çin gibi ülkeler vatandaşlarına Lübnan’ı terk etme çağrısı yaptı. Kapsamlı tahliye operasyonlarının ardından ticari uçuşların çoğu iptal oldu. Pek çok büyükelçilik faaliyetlerine son verdi.
Can kayıpları, yaralanmalar ve yıkım hakkında haberleri ve dehşet verici sayıları günlük olarak takip ediyoruz. Hayatını kaybedenler arasında sağlık işçilerinin ve çocukların sayısı dikkat çekiyor.
Bu trajedinin unutulan bir halkası var: Göçmen ev işçileri. Lübnan herhangi bir konuda istatistik ve kayıt tutmanın oldukça zor olduğu bir coğrafya ama Birleşmiş Milletler’e göre ülkede 180 bin göçmen ev işçisi bulunuyor. “Kafala Sistemi”ne tabi olan işçiler, temizlik, yemek veya yaşlı, hasta ve çocuk bakımı gibi işlerde çalışıyorlar. Genelde çalıştıkları evde yaşıyorlar. Pasaportlarına el konuluyor. Patron izin vermeden işten, hatta ülkeden ayrılamıyorlar. Sürekli olarak şiddete ve tacize uğruyorlar. Afrika ve Uzak Asya ülkelerinden gelen işçiler Lübnan’da ev hapsi koşullarında yaşıyorlar.
Ücretleri genelde geç ve eksik ödeniyor; bazen ise hiç ödenmiyor. Patron veya aracı şirket ayarlamadıkça uçak bileti alacak paraları olmuyor. Memleketteki ailelerine para göndermek için sefalet içinde çalışıyorlar.
İsrail hava saldırılarının başladığı ilk hafta 11 kişilik bir aile evlerinin enkazında ölü bulunduğunda yanlarında 30 yaşlarında Afrikalı bir kadın cesedi vardı. Bu ceset Gambialı ev işçisine aitti. Devam eden günlerde çok sayıda göçmen ev işçisi öldürüldü ve yaralandı. Ama daha da kötüsü ev işçileri “cephe”de terk edildi.
Savaşın yaklaştığını gören pek çok “ev sahibi” (siz patron diye okuyun) eşyalarını toplayıp evini terk etti. Giderken ev işçilerini geride bıraktılar. Kimisi kapıyı üstlerine kilitledi. Kimisi para da yemek de bırakmadı. İşçilerin pasaportlarını teslim etmediler. Hızla kaçarken açıklama yapmadılar. Arapça bilmeyen ve günlük haberleri takip edemeyen işçiler, bombalanan mahallelerde çaresiz kaldı. Kelimenin gerçek anlamıyla ev başlarına yıkıldı.
Bazı işçiler arkadaşlarının veya hemşerilerinin çalıştığı evlere sığınabildi. O evlerde yatacak yer karşılığında ücretsiz olarak çalışmak zorunda kaldılar.
Savaş nedeniyle evinden ve işinden olan göçmen ev işçileri, pasaportları ve bilet alacak paraları olmadığı için Lübnan’da sıkışıp kaldı. Pek çoğu memleketlerine para göndermek zorunda olduğu için kalmayı tercih ediyor. Bazılarının Lübnan’da doğan çocukları var. Lübnan vatandaşı değiller ve annelerinin memleketinde kabul görmeyecek durumdalar.
Göçmen ev işçileri daha önce 2020 yılında Beyrut Limanı’nda gerçekleşen patlamayı takip eden yıkım ve yoksulluk sırasında kitlesel bir işsizlik ve evsizlik sorunuyla karşı karşıya kalmıştı. O zaman camiler, kiliseler, sendikalar ve bazı uluslararası yardım kuruluşları etrafında dayanışma ağları oluşmuştu. O dönemden beri Afrikalı göçmenlerin yoğunlaştığı bazı kilise cemaatleri ve özellikle göçmenlerin gittiği camiler ortaya çıkmıştı. Şimdi bu dayanışma ağları kapılarını tekrar açtı.
Lübnan sendikaları son yıllarda göçmenleri ve ev işçilerini saflarına katmayı başardı. Farklı iş kollarından göçmen işçiler artık sanayi işçileri ve kamu emekçileri kadar görünür bir yere sahip. Sendikalar bir yandan savaşa karşı politikalar geliştirirken diğer yandan da göç etmek zorunda kalanlarla dayanışma faaliyetleri düzenliyor.
Lübnan, savaşlar ve ayaklanmalar ülkesi… Yoksul emekçilerin ülkesinde işçi sınıfı artık göçmenlerden ve mültecilerden oluşuyor. Sadece Suriyeliler ve Filistinliler değil Afrika ve Asya’dan gelen emekçiler de savaşın en ağır bedellerini ödüyorlar. Haberlerde kimse onlardan bahsetmiyor. Ev hapsinde veya merdiven altı atölyelerde süren hayatları kimsesizler mezarlığında son buluyor.