İrfan Dayıoğlu
IŞİD küresel bir terör örgütüdür. Dolayısıyla onunla mücadele de küresel çapta yürütülmek zorundadır. ABD’nin yıllık ‘Terörizm Ülkeler Raporu’na bu sene 90 ülkeden IŞİD’e katılanlar damga vururken, Türkiye’nin yabancı savaşçılar için ‘ana yol’ olduğu belirtildi ve Ankara’nın yabancı savaşçı kaynağı Libya gibi ülkelere vize zorunluluğu getirmemesi nedeniyle Türkiye sınırında yaşanan zorlukların arttığı ifade edildi.
Bugün ortadoğuda kanlı bir savaş yürüten bu çeteler hemen hemen dünyanın müslüman bulunan tüm coğrafyasına yayılmış bulunmaktadır. Her ne kadar başka başka adlar altında isimlendirilseler de, bu barbar güçlerin hedefleri ve amaçları aynıdır. Kendinden olmayanı yok etmek, yok ettiklerinin mallarını ve kendilerince mal sayılan kadın ve çocuklarını ise savaş ganimeti olarak almak. Çünkü inançları gereği savaş ganimeti olarak alıkonulan kadınlar ve çocuklar da helaldir bu dini bütünlere!
Dünyanın hemen her bölgesinde İslam adını kullanarak örgütlenen söz konusu yapıların ortak özelliği, en azından bugüne kadar görülen ortak özelliği, kendileri gibi İslam olan topluluklara karşı savaşmalarıdır. Sözde her ne kadar emperyalistlere karşı, Siyonistlere karşı olduklarını söyleseler de, savaş sahasında saldırdıkları esas olarak bulundukları ülkelerdeki yerli halktır. Farklı inançtan veya sadece farklı mezhepten olanları değil kendileri gibi düşünüp davranmayan herkesi hedef almaktadırlar. Özellikle Kürdistan’da ise aynı mezhep mensubu Kürtleri hedef almaktan çekinmemişlerdir.
ABD’nin hazırladığı 2014 Terör raporunun giriş kısmında, “2014’te küresel terörizmin önemli trendleri, IŞİD’in Suriye ve Irak’ta benzeri görülmemiş biçimde toprak edinmesi, IŞİD’e katılmak için dünya çapındaki yabancı savaşçı akışının devamı ve Batı’da şiddet içeren aşırılık yanlısı yalnız saldırganların artışı” ifadesi kullanılırken, 2014 sonu itibarıyla sadece Suriye’ye giden yabancı savaşçıların sayısının 16 bin bulduğu belirtilerek, “bu oranın, son 20 yıl içinde Afganistan, Pakistan, Irak, Yemen ya da Somali’ye seyahat eden yabancı terörist savaşçıların sayısını aştığı” belirtildi.
Kendisi de batının ılımlı İslam modeli gösterilen Türkiye, söz konusu raporda DAİŞ çetelerinin “ana yolu olarak” görülüyor. Yabancı savaşçılar konusunda verilen detaylarda ise Türkiye bağlantıları raporda “Lokasyonu, uluslararası ulaşımdaki merkezi rolü ve Suriye ve Irak’la olan uzun sınırı nedeniyle Türkiye, yabancı savaşçılar için ana yol olarak kaldı” belirlemesi öne çıkıyor. Birçok ülke için hazırlanan bölümde Türkiye’ye dair bu konuda ayrıntılı değerlendirmeler yapıldı. Bu değerlendirmeler arasında, ‘Almanya ve Avustralya’daki Türk kökenli kişilerin IŞİD bağlantıları ve Cibuti’de Türklerin de öldüğü, El Kaide bağlantılı saldırılara ilişkin bilgiler yer aldı.
Yine aynı raporda Libya gibi “yabancı terörist savaşçı” kaynağı sayılan ülkelere vize şartı getirmemesi nedeniyle Ankara Yönetimi eleştirildi ve “Türkiye sınırındaki zorluklar, Türkiye’nin Libya gibi yabancı terörist savaşçı kaynağı belli başlı ülkelere vize zorunluluğu uygulamadaki başarısızlığı nedeniyle kötüleşmeye devam ediyor” denildi.
Işid nasıl ve nerede ortaya çıktı
IŞİD ABD’nın Irak’ı işgal etmesi sonrasında sahneye çıkan bir örgüt. Esas ismi Dr. İbrahim Avvad İbrahim Ali el Bedri olan Bagdadi 2003 yılında ABD’nin ülkesine girmesi ile beraber Felluce’ye gitti ve orada Saddam Hüseyin’in safında yer alarak komutanlarla beraber küçük gerilla grupları oluşturarak savaşa katıldı. Savaşta ABD ordusuna esir düştükten sonra hapishaneye atıldı ve bu Ebu Bekir el Bağdadi için dönüm noktası oldu.
Ebu Bekir el Bağdadi cezaevinde İslamcı militanlarla irtibat kurarak şimdiki IŞİD örgütü için çalışmalara başladı. Cezaevinden çıktıktan sonra 2004 yılında Irak’ta kurulan Tevhid ve Cihat örgütü sonrasında el Kaide lideri Usame bin Ladin’in emriyle kurulan Mezapotamya’da el Kaide örgütüne katıldı. İki yıl bu örgüte bağlı kaldıktan sonra 2006 yılında Irak İslam Devleti olarak adını değiştirerek yeni oluşumun içerisine girdi. O sıralarda ABD devleti tarafından Irak İslam Devleti liderleri tek tek öldürülüyordu. Nitekim Ebu Ömer el Bağdadi ve Ebu Hamza el Muhacir’in öldürülmesi ile Ebu Bekir el-Bağdadi liderlik koltuğuna oturdu.
Tek lider kalan Ebu Bekir el-Bağdadi, hapishanelerden bırakılan militanların çoğunu kendi saflarına katmayı amaçladı ve bunu başardı. Militanlarına gerilla eğitimi verdikten sonra Irak ve ABD ordularına karşı vur-kaç taktiğiyle saldırılarda bulundu ve bu onun daha çok duyulmasına ayrıca yabancı militanların da örgüte katılmasına neden oldu.
IŞİD’i kuran Ebubekir el-Bağdadi, küresel terörü yeni bir düzeye taşıdı. Bağdadi ile birlikte DAİŞ dünyanın dört bir yanından örgütlediği militanları eylem sahalarına sürdü. Dünyanın takip ettiği Ebubekir Bağdadi, şimdilerde Irak, Suriye ve Ortadoğu’nun geleceğini şekillendirmeye niyetli bir örgütün lideri olarak öne çıkıyor.
2013 Şubat’ında el Kaide, Suriye’deki IŞİD’i tanımadığını ilan etti ve örgütün Suriye’yi terk etmesini istedi. El Kaide Suriye’deki temsilcisinin Nusra Cephesi olduğunu açıkladı. Nusra Cephesi ve IŞİD arasında birçok cephede çatışmalar yaşandı ve nihayet IŞİD’in Nusra Cephesi’nin kontrolündeki Deyr Ez-Zor kentinde kontrolü sağlamasıyla son buldu.
IŞİD’in Suriye’deki askeri gücünün 6-7 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Savaşçılarının çoğunluğu yabancılar, örgütün Irak’taki silahlı üyelerinin sayısının ise 10 binin üstünde olduğu tahmin ediliyor.
Öyle görünüyor ki, IŞİD yalnızca Irak ve Suriye için değil, tüm bölge için bir tehdit. Irak’taki ilerlemesi de gösteriyor ki bu caniler topluluğuna karşı dünyanın ve özellikle bölge insanlarının ortak mücadele etmeleri insanlık adına zorunludur.
IŞİD, El Kaide, Boko Haram, El Şebab, Taliban, El Nusra ve benzeri adlar altında örgütlenen bu çeteler her ne kadar birbirinden bağımsız örgütlermiş gibi görünseler de, aralarında amaç birliği bulunmaktadır. Uyguladıkları mücadele biçimleri aynıdır. Örgütlenme biçimleri aynıdır. Her ne kadar kabul edilmeseler de, bunlar İslam adına örgütlenen ve üyeleri aşırı islamcı ideoloji ile yetişen yapılardır. Özellikle de bu yapıların Selefi-Vahabi İslam yorumunu kabul eden topluluklar olduğu ortadadır.
Selefilik-Vahabilik akımı özünde Muaviye-Yezit İslamı çizgisindeki bir akımdır. Dolayısıyla Muaviye İslam birliğinin tarihsel köklerini, beslendiği yerleri, amaçlarını, nasıl ve nerelerde kimlerin eliyle örgütlendiğini kavramayanlar dünyanın her yerinde aynı amaçlar için harekete geçebilen bu insanlık düşmanı katil gruplarına karşı mücadele etmekte aciz kalacaklardır.
Sadece Avrupa’da, Türkiye’de, Kürdistan’da ya da Ortadoğu’da faliyet yürütüğü sanılan bu gruplar neredeyse dünyanın heryerine yayılmış irili ufaklı teşkilatlara sahiptir.
Yani sözün özü; Emevi saltanatının İslam Hakikatini esir aldığı 658 yılından beri İslam Dini çıkarcılığa, iktidara, ırkçılığa, sömürüye, saltanata, katliama ve tekçi devletlerin kirli politikalarına alet edilmiştir. Arap Şeyhleri, Ortadoğu Devletleri, Selçuklu, Osmanlı, 90 yıllık Türk/İslam Tekçiliği ve bu gün AKP eliyle yürütülen “Tek devlet, tek millet, tek din” politikasının inançsal kaynağı Muaviye İslamı’dır.
IŞİD, El Nusra, El Kaide “Selefi”liği, tecavüz, zulüm katliam, ırkçılık, Muaviyelik ve Yezitliktir.
Kimi yerde sözde cami ve kuran kurslarında, kimi yerde sözde cemaat/tarikat, kimi yerde dernekler, partiler, sendikalar, kimi yerde yardım kuruluşları/şirketler vs şeklinde teşkilatlanıp yayılmış durumdadır bu Muaviye-Yezit’çi çeteler.
Bugün yer yüzü coğrafyasında En ılımlısından en radikaline, sözde sevecen görünümlü sadece tebliğ yapanından, kelle kesenlerine kadar hepsi Muaviye-Yezit çizgisine hizmet eden pek çok örgüt ve pek çok katil ruhlu militan mevcuttur
Yakın tarihimizde Çorum, Maraş, Sivas, Dersim, Koçgiri, Gazi ve iri ufaklı pek çok Kızılbaş Alevi katliamıyla yakından tanıdığımız Yezit soylularını bilmekte, anlamakta, yorumlamakta, anlatmak ve ona karşı mücadele etmekte kafaları karışık olanlar, ne yapacaklarını bilmeyenler artık tarihsel kararlar almak zorundadır. Yakın zamanda sıranın kendilerine geleceğini beklemeden, bugünden savunma güçlerini oluşturmak durumundadırlar.
Muaviye – Yezit birliğine karşı insanlık onurunu, hatta insanlığı korumak, savunmak adına oluşturulacak her türlü savunma gücü meşrudur ve bu insanım diyen her bireyin içinde yer alabileceği bir güç birliğidir.
İş işten geçmeden katliamlara, soykırımlara, tacizlere, tecavüzlere, kadınların satılmasına, çocukların, yaşlıların sürgün edilmesine karşı susmamalıyız, durmamalıyız, birleşmeliyiz ve direnmeliyiz.
Beğensekte beğenmesekte söz konusu bu katiller grubuna karşı nasıl mücadele edileceğini, nasıl kendini ve halkları savunacağını YPG/YPJ açık ve net bir şekilde ortaya koymuştur. bu hem bölgesel hem de uluslararası kamuoyu oyunda açık ve net kabul görmüş bir durumdur.
İstenildiği kadar kaçılsın, sinilsin, korkulsun, saklanılsın görmezlikten gelinsin, özellikle IŞİD şahsında bölgenin tüm gericilerinin, diktatörlerinin ve ağababaları batılı ve doğulu emperyalistlerin desteğiyle yapılan faşist katliam ve soykırımlara karşı nasıl mücadele edileceğini PYD çok net bir şekilde ortaya koymuştur.
IŞİD Küresel Bir Terör Koalisyonu Peşinde
İngiliz Times gazetesi, Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) El Kaide’den militan toplamak için çalışma başlattıklarını belirtti. IŞİD militanlarının El Kaide militanlarına zafer yazan broşürler dağıttıklarını ve Ortadoğu’nun ötesinde küresel bir koalisyon kurmaya çalıştıklarını ileri sürdü.
Gazetenin bölgede yaşayanların ifadelerine göre yazdığı haberde, Peşaver yakınlarında yaşayan Afgan mültecilerin kampında üzerinde AK 47 model kalaşnikof bulunan broşürler dağıtılıyor. IŞİD’in toplu infaz ve kafa kesme görüntülerinin yayınlanmasıyla Asya’nın Güney’in de de önemli bir etki bıraktığını savunan gazete, El Kaide’nin eskisi kadar haber manşetlerine çıkamadığını ve Taliban örgütünden ayrılan Cemaat-ül Ahrar grubunun da IŞİD’e desteğini artırdığını aktardı.
Global Terör Endeksi’ne göre IŞİD, El Kaide, Boko Haram ve Taliban gibi dini kökenli terör örgütleri, terör kaynaklı ölümlerin üçte ikisinden sorumlu.
Dünya genelinde bir yılda 18 bin kişinin terör nedeniyle hayatını kaybettiği belirtildi. Rakamlar Global Terör Endeksi’ne ait.
Avustralya merkezli Ekonomi ve Barış Enstitüsü (IEP) tarafından 162 ülke genelinde yapılan değerlendirme, terörün geçtiğimiz yıl, 2012 yılına göre yüzde 60 oranında arttığını gösteriyor.
Rapora göre, 18 bin ölümün üçte ikisi, IŞİD, El Kaide, Boko Haram ve Taliban gibi dini kökenli terör örgütleri tarafından işlendi.
Terör nedeniyle yaşanan ölümlerin çoğunluğu Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde görülüyor. Rapora göre, bir önceki yılla kıyaslandığında yüzde 164 oranında artan terör, 2013 yılında sadece Irak’ta 6 bin 500 kişinin hayatına mal oldu. Terör nedeniyle en çok can kaybının yaşandığı ülkeler sıralamasında Irak’ın ardından Suriye,Pakistan ve Nijerya gibi ülkeler geliyor.
Teröristlerin çoğunlukla bomba kullanarak insanları öldürdüğü belirtilen Global Terör Endeksi’ne göre, bombalı intihar eylemleri yüzde 5 civarında bulunuyor.
Yukardaki tabloda görüldüğü gibi IŞİD’in canice saldırılarının ardında elbette karanlık ama aynı zamanda bilinçli ve iyi düşünülmüş bir siyasal ve askeri strateji var. Ne kadar ölümcül olursa olsun o strateji üzerinde düşünmediğimiz, o stratejinin hangi kaynaklardan beslenip hangi koşullarda başarı kazandığı hususunu tartışmadığımız sürece IŞİD’in temsil ettiği karanlıkla mücadelede bir adım geride olacağız.
IŞİD’in şiddet eylemleri hiçbir durumda sadece akıl dışı bir barbarlık örneği olarak değerlendirilecek şeyler değil. Her şey keşke bu kadar basit, bu kadar kolay olsaydı. IŞİD’in eylemleri kör bir vahşiliğin eseri değil. Tam tersine IŞİD, “vahşeti yönetmenin”, onu idare etmenin peşinde bilinçli bir stratejiyi seferber ediyor. O stratejiyi deşifre etmez, IŞİD’in işleyiş biçimini köklü bir sorgulamaya tabi tutmazsak “denize düşen yılana sarılır” çaresizliğiyle bölge devletlerinin bölgenin devrimci, demokratik ve dönüştürücü dinamiklerini hesaba katmadan, onlara dayanarak mücadele etmek yerine, emperyalist güçlerle beraber oluşturacağı IŞİD karşıtı ittifaklardan medet umar hale geleceğiz.
Şu artık ortaya çıkmıştır. Bölgede köklü bir değişime gerek var. Bu devrimci bir değişim olmak zorunda. İslam coğrafyasında yaşanacak en büyük değişim dinde başlamak zorunda. Batılı güçler kendi ülkelerinde din ile devlet işlerini birbirinden ayırıp, dinin devlet üzerindeki tahakkümüne son verirken, işgal ettikleri alanlarda dinde bir reform hareketini bile başlatmaktan veya en azından desteklemekten acizler. Bugün İslama dayanarak yeni kuşakları zehirleyen, cennet vaatleriyle ölüme gönderen barbar akımları alt etmenin esas yolu, İslam’da reform yapmaktan geçiyor. Yoksa dinin devleti yönetmekte belirleyici olduğu bir sistemde bu tür akımların taban bulmasının önüne geçilemez.
Ne ABD bombardımanı, ne Iraktaki Şii hareketi ya da Esad güçleri, hatta Barzani IŞİD’i mağlup edemeyecek. IŞİD ve türevlerini nihai olarak alt etmenin tek ve zor bir yolu var. Bölgedeki karşı devrimci kuşatmanın parçası IŞİD’i, başta Kürdistan olmak üzere bölgedeki tüm devrimci-halkçı güçlerin ortak eylemiyle geriletmek, ezmek, insanı dinin hizmetine sokan anlayış yerine, dini insanın hizmetine sokacak reformları hayata geçirmek gerekmektedir.
Suriye’de hâlihazırda yaklaşık 100 bin Sünni, aşırı İslamcı olduğu sanılıyor. Bunların 200 farklı gruba bölündüğü tahmin ediliyor. Tüm bu gruplar Beşar Esad rejimine karşı savaşmakla birlikte her grup bunun yerine gelecek İslamî devletten başka bir şey anlıyor. Nusra Cephesi 15 bin savaşçısıyla bu grupların en büyüğü. IŞİD’in ise 7 bin civarında milisi olduğu sanılıyor. Ancak IŞİD’in acımasız yöntemleri aradaki farkı kapatmaya yetiyor. Grup sürekli olarak sivilleri ve rakip grupların üyelerini kaçırıyor, işkence ediyor ve akılalmaz yöntemlerle öldürüyor.
Önümüzdeki süreçte Türkiye için en büyük tehlike IŞİD’dir.
Türkiye IŞİD ile sınır komşusu olmaktan hiç rahatsız olmazken, geçenlerde iktidar yalakası bir paçavra gazete aracılığıyla PYD’nin DAİŞ’ten daha tehlikeli olduğunu dile getirdiler. Oysa biliyoruz ki, Suriye ve Irak’a geçen IŞİD üyelerinin ezici çoğunluğu bugüne kadar Türkiye’den geçiyordu. Bunun dışında Türkiye’de de yüzlerce uyuyan IŞİD hücresi bulunmaktadır ve bunlar harekete geçtiğinde sadece ötekileştirilmiş toplum kesimlerini değil, onun yanında Türkiye’nin tüm iktidar güçlerini de hedef alacaklardır. Böylesi bir gerçek ortadayken hala PYD onlardan daha tehlikelidir diyenler eğer DAİŞ destekçileri veya doğrudan üyeleri değillerse, büyük bir aymazlık içindedirler demektir.
Türkiye’nin PYD ile sınırdaş olması Türkiye için bir güvencedir aslında. Arap ülkelerinin tümünde bir baş belası olarak ortaya çıkan DAİŞ eğer PYD olmasaydı şimdi Türkiye’nin de başına bela olacaktı. YPG Sözcüsü geçen hafta Türkiye sınırındaki Telabyad’ın IŞİD’den alınmasına Türkiye’nin verdiği tepki konusunda şöyle konuştu:
“Türkiye sınırındaki 400 km’den daha uzun bir mesafedeki alan YPG’nin kontrolü altında. Türkiye’nin YPG’nin ilerleyişinden korkması doğru bir şey değil. Türkiye komşumuz olduğu için her daim ilişkilerimizin iyi olmasını istedik. Komşuluk ilişkilerimiz doğrultusunda hareket etmeliyiz. Buradan Türkiye’yi hedef alan bir hareketin oluşmasına izin vermeyiz. Bunun için Türkiye YPG’nin elde ettiği zafere tereddüt etmeden sevinmeli. IŞİD bir örgütün Türkiye sınırında olmasının Türkiye’nin içine olumsuz etkileri olur. Böyle bir tehdit kalktığı için tam aksine Türkiye YPG’ye teşekkür edip, yardım etmeli.”
Öte yandan son dönemlerde yapılan bir anket çalışması, Türkiye halkının yüzde 11’inin IŞİD’i terör örgütü olarak görmediğini ortaya çıkarıyor. Bu azımsanmayacak bir rakam. Anlamı çok açık; 7-8 milyon insan, IŞİD’den rahatsız olmuyor ya da sempati duyuyor. Rakka sokaklarının durumu, konuyu özetliyor. Burada çoğu kişinin Türkçe konuştuğu biliniyor. Bunu Başbakan yardımcısı Bülent Arınç da söyledi. Bir de sığınmacıların durumu var tabi… Kim IŞİD’li kim değil nasıl anlayabiliriz? Bu insanların karınları aç, mağdurlar. IŞİD tarafından kullanılmayacaklarının teminatını kim verebilir? Suriye’deki mağdur çocukların, toplanıp intihar eylemcisi olarak yetiştirildiklerini biliyoruz. Irak’a günde 40 intihar bombacısı giriyor. Bunları üst üste koyunca Türkiye’de neler yaşanabileceği anlaşılıyor. Açıkçası patlamaya ve kullanılmaya müsait bir altyapı var!
Rakka’da ölenlerin, Türkiye’den IŞİD’e katıldığı anlaşılıyor. Bu bilinmesine karşın Türkiye’nin ılımlı islamcı hükümeti ve dikta hevesi kursağında kalan Cumhurbaşkanı pişman değiller, asla geri adım atacak gibi de görünmüyorlar. Dünyanın dört bir tarafındaki ruh hastaları Türkiye’ye dolduruldu. Propaganda yapıldı. Bu coğrafyadaki öteki düşmanlığını körüklemek için siteler kurduruldu, milyonlarca dolar harcandı. Kürtler, Ezidiler, Aleviler ötekileştirildi. Bunlar sırf ‘sultan olacağım’ diye yapılmadı. Nefret vardı içinde. Mezhepsel dürtülerle hareket edildi. Zaten “Yeniden Osmanlıyı kuralım” dediğiniz anda ortaya mezhep çıkar. 1516’daki zihniyetle 2015’deki birbirinden farklı değil. Üçüncü köprünün ismine bakın anlarsınız! Yavuz Sultan Selim Köprüsü! Tarih bilmeyen, bugünü çözemez. Senaryolar değişmiyor. Bu senaryoları ortadan kaldırmak ve halklar lehine gelişmelere yol açmak için, iktidarların değişmesi gerekmektedir. Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerde iktidar değişiklikleri, hatta rejim değişiklikleri olmadan bölgede normalleşme beklemek oldukça zor görünüyor.