Ahmet Saymadi
AKP 12 yıldır iktidarda. Türkiye’de merkez sağ partilerin erimesinden ve merkez sağdaki bu erimenin tek bir partide vücut bulmasından bu yana AKP girdiği her seçmden zaferle çıkıyor. Bu zaferinde yaptığı seçim hilelerinin, devlet imkanlarını sınırsız kullanmasının, iktidar gücünü kullanmasının, il ve ilçe sınırlarını değiştirmesinin de payı var tabi. Ama esas gücünü merkez sağdaki alternatifsizliğinden alıyor. AKP, yakın tarihlerde kendisine alternatif olabilecek Numan Kurtulmuş liderliğindeki HAS Parti’yi ve Süleyman Soylu liderliğindeki Demokrat Parti’yi de yutarak merkez sağdaki hegemonyasını güçlendirdi.
Yarın yapılacak ve adeta ülkenin kaderini belirleyecek dediğimiz 7 Haziran genel seçimleri öncesinde de, AKP’nin üst üste aldığı seçim sonuçları sebebiyle, bir rehavet söz konusuydu. Genel beklenti AKP’nin tek başına iktidar olacağı, tek başına iktidar olmasından öte, anayasayı değiştirebilecek bir sayıyı yakalamaya gayret edeceğiydi. Aslında seçimler yaklaşırken bizler için tek mesele, ‘‘Başkanlık sistemine geçilmesinin engellemesiydi’’
Cumhurbaşkanı Erdoğan da, bir konuşmasında, ‘‘Türkiye Cumhuriyeti milletimizin kurduğu son devlettir. Devletin yönetim biçimi ise dönemin şartlarına göre belirlendi. Ama ben diyorum ki bu mevcut sistem artık bize dar geliyor. Türkiye’nin daha hızlı karar almasını, daha süratli iş yapacağı yönetim sistemine ihtiyacı var. Bunun adı da başkanlık sistemidir, liderlik sistemidir. Esasen bizim kadim devlet geleneğimizdeki yönetim sistemi de budur. Adı ne olursa olsun.” Erdoğan, 1980 askeri darbesinden sonra ‘‘daha hızlı karar almayı sağlayan’’ Kanun Hükmünde Kararname (KHK) hükümetlerini anayasal güvenceye kavuşturmak istiyordu. Kadim devlet geleneğimiz vurgusu ise, başkanlık sistemi talebinin sadece kendisinden kaynaklamadığını, bunun bir devlet politikası olduğunu vurguluyordu.
Erdoğan, Türkiye’deki yüzde 55-60 muhafazakar, yüzde 40-45 seküler dengesini biliyordu. İstediği ise tam manasıyla şuydu: başkanlık sistemine geçip muhafazakar-milliyetçi siyasete sonsuz bir iktidar sağlamak. Nasıl olsa onlar çoğunluktu ve az olan bizlerin mutlaka bu çoğunluğa boyun eğmesi gerekiyordu. Tam da burada, HDP’nin dayandığı siyasi akıl ve tecrübe bir hamle yaparak, partinin yüzde 6,3 olan oy oranına rağmen seçime parti olarak girme kararı aldı. Burada birinci olarak, partinin ulaşabileceği kitlenin büyüklüğünün doğru hesaplanmış olması önemli. İkinci önemli nokta ise 2011 seçimlerinde MHP’nin baraj altında kalmaması için, 2014 yerel seçimlerinde ise İstanbul’un AKP’den alınması için ortaya çıkan ‘‘stratejik – emanet oyun’’ hesaplanmış olması. HDP’nin bu hamlesi, Sırrı Süreyya Önder’in Selahattin Demirtaş’ın kulağına fısıldadığı ‘‘Seni Başkan Yaptırmayacağız!’’ cümlesi ile taçlandı.
HDP’nin bu hamlesi, 7 Haziran seçimlerine giderken AKP’nin oyununu bozdu ve AKP’nin bozulan dengelerini yerle bir etti. Ardından AKP var gücüyle saldırıya geçti. Diyadin’de Cezmi Budak yaşamını yitirdi, Mersin ve Adana’da tesadüfen faciadan dönüldü, Bingöl’de Hamdullah Öğe yaşamını yitirdi. Diyarbakır’daki patlamada ise Ramazan Yıldız ve Necati Kurul hayatını kaybetti. Saldırılarda yüzlerce insan gözaltına alındı, tutuklandı, yaralandı. Seçime saatler kala saldırılar bitmiş de değil!
AKP, HDP tabanını bir şiddet sarmalına çekip, HDP’yi daraltmaya, baraj altında bırakmaya çalışıyor. HDP ise, bütün olan biten karşında şaşırılacak bir vakurlukla ve metanetle ilerliyor. Bu sükûnetini 8 Haziran sabahına kadar koruyacağa benziyor.
Seçimin sonucu ne olursa olsun, Kürt Özgürlük Hareketi’nin, Türkiye Sosyalist Hareketi’nin ve Feministlerin düzende açtığı deliklerin, Gezi Direnişi’yle birlikte artık kapanamaz bir gediğe dönüştüğü net bir biçimde açığa çıktı. 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda, 13 Mayıs Soma katliamı anmasında ve son olarak metal işçilerinin direnişinde işçi sınıfı da ses verdi. Seçim öncesi bütün toplumsal dinamiklerle birlikte işçi sınıfı da sokağa indi. Sonuç ne olursa olsun, HDP barajı aşsa da aşmasa da zorlu ve uzun bir sokak rövanşının bizi beklediği açık.
Herkesin politik fikrini ifade ettiği, birbirini ikna etmeye çalıştığı, mücadelenin sonundayız. AKP’nin karşısındaki bizler; CHP’lisi, Haziran’cısı, HDP’lisi ez cümle hepimiz yarın oyumuzu kullanacağız, oyumuzu sayacağız, sonucu bekleyeceğiz. Ve seçimden sonraki zorlu mücadeleye hazırlanacağız. Bu seçim şöyle de ifade edilebilir: ‘‘Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır’’
Sonuç ne olursa olsun mutlaka biz kazanacağız. Onu da, başkasını da başkan yaptırmayacağız. Ve yenilsek de, enseyi karartmayacağız. Aklımızda mıh gibi çakılı, diktatör Batista’yı deviren Fidel’in cümlesi, ‘‘Biz yenilirsek, kalkar tekrar deneriz. Diktatörler yenilirse sonları olur’’
Serkeftin! Serkeftin! Serkeftin!