Geçtiğimiz yıl sonbaharda yazdığım ‘Şimşek Programı Türkiye’yi Krize Sürüklüyor’ başlıklı yazıda, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in koordinasyonunda uygulanan ekonomik programın ekonomik krizi, yani iki çeyrek üst üste ekonomide yaşanacak bir daralmayı getirebileceğini ileri sürmüştüm. Bu iddia, gerek Şimşek programının bir ‘şok terapisi’ olarak kurgulanmayıp, daha ‘mutedil’ bir yol izlemesi, gerek 2020 sonrasında firma karlılıklarında görülen olağanüstü dönemin firmalar için yarattığı ek hareket alanı ve gerekse 2018’deki döviz krizi sonrasında firmaların döviz biçiminde aldıkları borçların azalması gibi etkenlerle henüz gerçekleşmedi.
Ancak, günümüzde sadece yüksek faiz nedeniyle KOBİ’lerin finansmana erişim sorunlarının artması ya da ihracatçıların kur şikayetlerinin giderek seslerini daha fazla duyurması gibi gelişmeleri değil, hayat pahalılığı krizinin derinleştiğini ve ekonomik durgunluğun pek çok sektörü içine almaya başladığını görüyoruz. Bu yazıda, güncel kriz eğilimlerini birkaç veriyle ele alacağım.
Ekonomi yönetimindeki çelişkiler
Verilere girmeden, ekonomi yönetimi ne yapmaya çalışıyor diye baktığımızda, çelişkili bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Bir yanda Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) tutumu, diğer yanda Cevdet Yılmaz’ın pozisyonu var.
İlk görüş, çeşitli TCMB yöneticilerinden gelen açıklamalarla ve resmi raporlarda açıklanıyor. Özellikle son yayınlanan Enflasyon Raporu’na göre enflasyonun kontrol altına alınması için Türkiye ekonomisinin uzun süre daralması gerekiyor (s.55, Grafik 3.2.3). Yani TCMB, tipik ana akım reçeteyi takip ederek enflasyonu düşürmek için kriz çıkarmalıyız diyor.
Buna karşın Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, ekonomide ‘sert bir inişin olmayacağı’ iddiasını yineledi. Yılmaz yaptığı değerlendirmede ‘Hayır, ekonomide sert iniş olmaz. Bu konuda bir tehlike görmüyoruz. Kısmi gerilemeler olabilir büyüme hızında, ama negatif tarafa kesinlikle geçmeyiz’ görünüşü savundu.
Açıkça görüldüğü gibi, ekonomi yönetiminde iki farklı pozisyon var. Ya Enflasyon Raporu’nda belirtilen ‘çıktı açığı’ hesabı ya da Yılmaz’ın öngörüsü hatalı, ikisi birden doğru olamaz. Bu çelişkiyi, ileride geri dönmek üzere, şimdilik bir tarafa koyup ekonomik durgunlukla ilgili güncel verilere kısaca bakalım.
İşsizlikte dönüm noktası geçildi
Bildiğiniz gibi, istihdam artışı ve işsizliğin azalması, 2023 seçimlerinde AKP’nin seçim zaferinin gerisinde yatan ekonomik dinamiklerin başında geliyordu. Bu ekonomik tablo, daha fazla insanın daha düşük reel ücretlerle çalıştırılması tercihinin bir sonucuydu.
Her ne kadar bu ekonomi politikasında 2023’te değişiklik olsa da, Şimşek programının dayandığı sınıfsal kompozisyon nedeniyle oluşan ‘mutedil’ yapısı, işsizliğin bir anda patlamasının önüne geçti.
Temmuz ayında açıklanan veride, gerek manşet işsizlikte, gerekse geniş tanımlı işsizlikte görülen sıçramalar, Şimşek programının ekonomik sonuçlarının ortaya çıkmaya başladığı gösteriyor.
Sanayi üretimi yavaşlıyor
İkinci temel gösterge, sanayi üretimindeki görülen daralma. Sanayi üretimi yıllık yüzde 4.7 azalırken, özellikle imalat sanayii sektörü endeksi yüzde 6,9 azaldı. Bu veri, işsizlikte geçilen dönüm noktasına paralel bir gelişme. Şimşek programı talebi kısayım derken arzı da sınırlıyor.
Esasında ekonomi yönetiminden yapılan açıklamalarda, iç talebin sınırlanmasına karşın net ihracatın büyüme katkısının pozitife dönmesi ile üretim kapasitesinde bir kayıp olmadan bu sürecin atlatılabileceği beklentisi olduğunu görüyoruz. Ancak mevcut durumda gerek ihracat pazarlarında görülen durgunluk, gerekse TL’nin reel olarak değerlenmesi, sanayinin önümüzdeki dönemde güç kaybedeceğini gösteriyor. Bu gelişmenin, 2013 sonrasında görülen ‘yeniden sanayileşme’ eğilimini kıracak büyüklükte olup olmadığı, ekonomik kriz olasılığının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine bağlı.
Bir başka değişken olan kapasite kullanım oranına baktığımızda ise, her ne kadar tarihsel ortalamaların altına henüz düşülmese de, kapasite kullanımının 2023’teki zirve noktasından sonra en düşük seviyeyi gördüğünü ekleyebiliriz.
Son olarak bu tabloya, cari fazla verisini de ekleyebiliriz. Son açıklanan veriye göre, Haziran ayında cari işlemler hesabının 407 milyon ABD doları fazla verdiğini öğrendik. Bundaki temel dinamik ithalatın gerilemesidir. Dolayısıyla, birkaç istisna dışında genel kaideye bakarsak, mevcut üretim yapısı altında Türkiye’deki cari fazla, ekonomik kriz alameti olarak görülebilir.
‘”Kara kış” kapıda
Başka verilerle ekonomideki yavaşlama belirtileri desteklenebilir. Ancak uzatmadan şu tespiti yapabiliriz: Enflasyonu düşürmenin maliyeti, zaten hayat pahalılığı kriziyle boğuşan geniş kitlelerin sırtına yüklenmiş durumda. Önümüzdeki sonbahardan itibaren bir de bunun üzerine işsizliğin yıkıcı etkileri eklenecek.
Her ne kadar ABD merkez bankası Fed’in faiz indirimlerine eylülde başlayacak olması, TCMB’ye de faiz indirimi için bir hareket alanını yaratacaksa da, bu hareket alanının kullanılıp kullanılmayacağı henüz netleşmedi. Dahası bu alan kullanılsa dahi, olası faiz indirimlerinin ekonomik krizi önleyebileceği şüpheli.
Şunu vurgulayarak bitireyim: Şimşek programı, hayat pahalılığı krizinin derinleşmesi ve daha fazla yoksulluk vaat ediyor. Bunun karşısında tartışmamız gereken alternatifler. Türkiye’nin mevcut toplumsal dinamikleri, henüz geniş toplum kesimlerinin alternatif bir program etrafında bir araya gelmesi sonucunu ortaya çıkaramadı. Odaklanmamız gereken yer, alternatif eksikliğinin toplumsal kökenleri ve bunun nasıl aşılacağı olmalı.