Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM), Türkiye kapitalizminin emek yoğun sektörlerini ayakta tutmayı amaçlayan, iş gücü piyasasına uzun vadede karakter kazandırmayı hedefleyen eğitim politikasının temel bileşenlerindendir. Neoliberal politikalarla birlikte sadece eğitimin özelleştirilmemiş, kamunun tüm hizmet fonksiyonları da özel sektöre göre yapılandırılmıştır. MESEM, neoliberalizmin eğitim alanındaki iz düşümü ise üretimde ucuz emeğin, istihdamda güvencesizliğin tezahürüdür. MESEM, büyük sermayenin iş gücünü kalifikasyon projesinden yola çıkarak, ucuz emek rezervini çocuk ve genç işçilerle takviye eden bir mekanizmadır.
MESEM’in proje kökeni 2006 yılına uzanır. “Meslek lisesi memleket meselesi” sloganı eşliğinde, Türkiye’nin en büyük tekellerinden Koç Holding ile Milli Eğitim Bakanlığının (MEB) iş birliğiyle tohumları atılmış, daha sonraki yıllarda ihracata dayalı ekonomik modelin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden düzenlenmiştir. Ucuz emek-ucuz meta üretimine dayalı ihracatçı modelin devam edebilmesi için yoğun bir ilksel birikim sürecine ihtiyaç vardır.
Marksist İktisatçı Michael Perelman’ın “sürekli ilksel birikim tezi” üzerinden düşünürsek, mülksüzleştirilen, siyasal zor yoluyla üretim araçlarından koparılan ve yoksullaşan kitleler daha yoğun şekilde iş gücü piyasasına katılır.1 Nüfusun tüm katmanlarını içeren bu işçileşme dalgası iş gücü piyasasını köle pazarına dönüştürür. Her dönemde olduğu gibi şirketlerin ve patronların ilk tercihi, hak ve ücret pazarlığı imkanından mahrum, güvencesiz koşullarda çalıştırabileceği işçi kütlesi yaratmaktır. Türkiye’de MESEM programı, emek yoğun sektörlere can suyu olsun diye çocuk işçiliği formelleştiren ve yasallaştıran, çocukların canını patronlara ucuz emek olarak bahşeden üretim stratejisinin parçasıdır.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin verilerine göre, 2024 yılının ilk yedi ayında en az 42 çocuk işçi hayatını kaybederken, 9 çocuk iş cinayeti MESEM programı kapsamında gerçekleşti: 17 yaşındaki İnşaat İşçisi Alperen Enes Ural, 17 yaşındaki İnşaat İşçisi Murat Can Eryılmaz, 15 yaşındaki Mobilya İşçisi Erol Can Yavuz, 14 yaşındaki Metal İşçisi Arda Tonbul, 17 yaşındaki Ömer Çakar, 16 yaşındaki Zekai Dikici ve 17 yaşındaki Ulaş Dumlu.
MESEM’in sermaye-kurumsal yapısı eğitim ve teşvik politikalarında daha net görülür. Son 3 yılda 15 milyar liraya yakın kamu kaynağı ayrılan MESEM’in, daha çok öğrenci-işçi kapsamı için eğitim alanında düzenlemeler yapılmaktadır. Sınıfta kalmanın geri gelmesiyle birlikte 9. sınıfların yarıya yakını sınıfta kalmış, buna karşılık kalan öğrenciler için af ya da telafi sınavları yapılmayacağı açıklanmıştı. MEB, sınıf tekrarı yapmak istemeyen öğrencilere MESEM’e geçme hakkı tanıdı. Basında çıkan bilgilere göre bazı okullarda sınıfta kalan yaklaşık 15-20 öğrencinin 8-10’u MESEM’e geçmeye hak kazandı.
MESEM’e geçiş hakkının tanınması ve kolaylaştırılması, iktidar ve patronlar tarafından çocuk yoksulluğunun araçsallaştırılmasından kaynaklanır. TÜİK’in verilerine göre 2023 yılında yoksul çocuk oranı yüzde 31.3, maddi yoksunluk içinde yaşayan çocukların oranı ise yüzde 33.3’tür. Nüfusa oranlandığında her 10 çocuktan 3’nün yoksul olduğu görülecektir. OECD’ye göre Türkiye’de çocuk yoksulluğu, toplam nüfusun yoksulluk oranından daha fazladır.
Kötü ekonomik koşullarda yetişen ve büyüyen, temel ihtiyaçlarını karşılanmayan çocuklar, erken yaşlarda çalışma hayatına katılarak işçileşmektedir. 2023 yılında 15-17 yaş arasındaki yaklaşık 5 çocuktan 1’i çalışmak zorunda kalmıştır. Çocukları emek yoğun sektörler cehennemine iten koşulları yine en iyi çocuk işçiler betimlemektedir. Evrensel’de çıkan bir röportajda Ankara Sincan OSB’de çalışan çocuk İşçi Melih, “Cebimde para olmadan okula gitmektense çalışıp para kazanmayı tercih ederim” derken, başka bir çocuk İşçi Melih, “Şu an yorucu olsa bile en azından cebime para giriyor. Okula devam etseydim ailemin verdiği 50-60 TL ile günü geçirmeye çalışacaktım. Parasız okula gitmektense çalışıp para kazanmayı tercih ettim” diyerek çocuk işçiliğin maddi nedenleri gözler önüne sermektedir.
MESEM’e yani patronlara aktarılan kaynağa karşı MESEM’e giden 9, 10 ve 11. sınıf öğrencileri asgari ücretin yüzde 30’u, 12. sınıf öğrencileri ise asgari ücretin en az yarısı kadar maaş alarak çalışmaktadırlar. Birleşik Metal-İş Araştırma Merkezinin hesaplamasına göre tek başına yaşayan bir kişi için yoksulluk sınırının 30 bin liranın üzerine yükseldiği bir dönemde, MESEM’de ödenen ücretler sefalet göstergesidir.
Şirketlere teşvikleriyle ve çocukları işçileştirmesiyle birlikte MESEM programı, Kapital’in ilk cildinde bahsi geçen “zora dayalı fabrika rejimi”nin ideolojik ve ekonomik araçlarından birisidir. Söz konusu çalışma rejiminde işçilere dayatılan patronlara emek-gücünü satmak veya açlıktan ölmektir. Marx, zora dayalı fabrika rejiminde işçinin hayatında huzur ve güvenden eser kalmadığını, işçiyi emek araçlarından yoksun bırakarak devamlı bir biçimde geçim araçlarından da yoksun bıraktıklarını belirtir. Bu süreç, “İşçi sınıfının ardı arkası kesilmeksizin kurbanlar vermesine”, “İnsan emek gücünün ölçüsüz bir biçimde israf edilmesine” yol açar.2
MESEM’i ve çocuk işçiliği var eden siyasal mekanizmalar ile ekonomik paradigma değişmediği müddetçe başka iş kazaları ve iş cinayetleri de yaşanmaya devam edecektir. Mevcut sermaye birikim modeli ve emek rejimi, sistemde herhangi bir revizyona dahi tahammül etmemektedir. Siyasi partiler, sendikalar, meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri tarafından çocuk işçilik olgusuna ve iş cinayetlerine karşı topyekun seferberlik ilan edilmesi gerekmektedir.
DİPNOTLAR
1) Michael Perelman, The Invention of Capitalism: Classical Political Economy and the Secret History of Primitive Accumulation, Duke University Press, 2000
2) Karl Marx, Kapital I, Çev. Nail Satlıgan ve Mehmet Selik, Yordam Kitap, 2011