Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” dediği yeni eğitim müfredatı 26 Nisan’da askıya çıkarılıp 10 Mayıs’ta askıdan indirilene kadar 67 bin 284 öneri ve görüş alındı. Cuma günü (24 Mayıs) ise Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı bu müfredatı jet hızıyla onayladı.
Elbette ne eleştiriler, ne de on binlerce öneri iktidarın dayattığı müfredatta ciddi bir değişikliğe sebep oldu. Hatta MEB’den yapılan açıklamaya göre öneri ve görüşler kapsamında bazı sadece “tashihler” yapıldı, yani yazım hataları düzeltildi.
Yeni müfredatı çok detaylıca inceleyip bu konuda etkin muhalefet yürüten siyasetçilerden, eski öğretmen, DEM Parti İstanbul Milletvekili Özgül Saki’yle öğrencilerin, öğretmenlerin ve ebeveynlerin karşı karşıya bulunduğu bu büyük “eğitim operasyonunu” konuştuk.
İçeriğine birazdan geliriz ama, cuma günü Talim Terbiye Kurulu tarafından onaylanan eğitim müfredatının hazırlanma aşamasında siz muhalefet partilerinden, üniversitelerden, ilgili kurum ve kuruluşlardan görüş alınmış mıydı?
Bırakın muhalefeti 3 binden fazla sayfadan oluşan bu müfredatın içeriğinden üniversitelerin, eğitim sendikalarının, ilgili sivil toplum kuruluşlarının haberi bile yoktu. Milli Eğitim Bakanlığı müfredatın hazırlanma sürecinde bir sürü görüş aldığını iddia ediyor. Oysa biz MEB’in Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı’yla yürüttüğü ÇEDES (“Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum”) programından da biliyoruz ki, görüş ve öneri aldıkları esas kurum Diyanet İşleri Başkanlığı. Zaten Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin geçtiğimiz aralık ayında “sizin tarikat, cemaat, bizim ise STK dediğimiz yapılar” diyerek bakışlarını özetlemişti. Bakanın sözünü ettiği “STK’ler”, tarikat ve cemaatlerin vakıf adı altında örgütlendikleri kurumlardır ve buralardan görüş alıyorlar.
Muhalefet olarak yeni müfredata “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” başlığının konmasını niye eleştiriyorsunuz?
Bildiğiniz gibi “Türkiye Yüzyılı”, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçim sloganıydı. Althusser “devletin ideolojik aygıtları” olarak kilise, aile ve okulu sayar. Devlet zor aygıtlarıyla bütün kesimleri zapturapt altına alırken, ideolojik aygıtlarıyla da manipüle eder. Althusser’in kavramsallaştırdığı ideolojik aygıtları AKP, toplumsal mühendisliğin önemli bir aracı olarak işlevselleştiriyor ve yeni müfredat bunun en net aracı olarak dayatılıyor.
‘YENİ MÜFREDAT TÜRK-İSLAM PROJESİNİN SON HALKASI’
Nasıl?
Yeni müfredat 12 Eylül askeri darbesinden itibaren yürütülen Türk-İslam sentezi projesinin son halkası. 12 Eylül’den beri bu proje çeşitli direnç mekanizmalarını, toplumsal muhalefeti aşamadığı için bir türlü tam olarak uygulanamadı. 12 Eylül’den itibaren din dersleri zorunlu hale getirildi, Türkçülük tüm müfredata hakim kılındı ama 1980’lerin sonundan itibaren eğitim emekçilerinin tekrar sendikalaşması ve toplumsal muhalefet iktidarlar üzerinde önemli bir baskı oluşturuyordu. Fakat AKP tüm iş kollarında olduğu gibi eğitim alanında da sendikasızlaştırmaya hız verdiği için, cuntanın eğitimde yarım bıraktığı işi tamamlamaya girişiyor. AKP döneminde 9 kez Milli Eğitim Bakanı’nın, 17 kez eğitim sisteminin değiştirilmesi boşuna değil. 2012-2013 döneminde devreye sokulan 4+4+4 sistemiyle, 2017-2018 döneminde Evrim Teorisi’nin müfredattan çıkarılmasıyla, geçtiğimiz yıl “cihat” kavramının “ibadetler” başlığı altında tanımlanmasıyla bu süreç peyderpey örüldü.
Onca bakan ve sistem değişikliği aynı zamanda iktidarın hedefini de tutturamadığını göstermiyor mu?
Nereden baktığınıza bağlı. Çünkü bu aynı zamanda belirlenmiş bir hedef için sürekli bir çabaya da işaret ediyor. İlk yıllarda siyasal ve toplumsal alanda meşruiyet alanını genişletmek için demokrasi söylemine başvuran AKP, eğitim alanında radikal adımlar atmaktan imtina etti. AKP “Batılılaşma”, “askeri vesayetle mücadele” söylemiyle sol-liberal kesimi de etrafında toplayabilmek için “dikkatli” adımlar attı. Milli Eğitim Bakanları buna göre seçiliyor, siyasi söylem buna göre kurgulanıyor fakat aynı zamanda Fethullahçılar üzerinden kadrolaşma çabaları da yürütülüyordu.
‘SON DÜZENLEME FAŞİZMİN KURUMSALLAŞMA MÜFREDATIDIR’
Peki iktidarın eğitim politikasını denge gözetmeksizin değiştirmeye başlaması bu yılki müfredatla mı başladı?
Hayır, bu süreç 2017’de tek adam sistemine geçilmesiyle, devletin AKP’yle, AKP’nin devletle özdeşleşmesiyle başladı. Yeni son düzenleme ise faşizmin kurumsallaşma müfredatıdır. Bakın, tarikat ve cemaatlere STK diyen mevcut Milli Eğitim Bakanı’nın CV’si bile bize çok şey anlatıyor.
Nasıl yani?
Yusuf Tekin profesörlüğü tanımlandıktan sadece 28 gün sonra rektörlüğe atanıyor, ardından da bakan yapılıyor. Bana göre Tekin, okul öncesi eğitimden başlayıp üniversiteye kadar eğitimi tamamen dini referanslarla bütünleştirme operasyonunun yürütücüsü olarak göreve getirildi.
‘MÜFREDATIN RUHU VAAZVARİ ARA METİNLERE DAYANIYOR’
Üç bin sayfalık müfredatın içeriği, yapısı, dizaynı nasıl?
Müfredatın ruhu, dili, öğretmen ve öğrenciye yönelik telkine ve vaazvari ara metinlere dayanıyor. Böylece iktidar ideolojisinin bütün unsurlarını önce öğretmene, onun üzerinden de öğrenciye ve birazdan anlatacağım üzere ailelere empoze etmeyi hedefliyor. “Ontoloji”, “epistemoloji”, “aksiyoloji” gibi kavramlar bağlamlarından koparılarak üç bin sayfaya serpiştirilmiş ve bunun üzerinden müfredata “modern” havası katılmaya çalışılmış. Ders kapsamında sınıfta verilecek her bir örnek belirlenmiş ve bunların “telkin” edilmesi öngörülmüş.
Örneğin?
Örneğin nikâhın önemine, boşanmanın kötülüğüne yapılan vurgu, mahremiyete ilişkin çerçeve masum görülemez. Mahremiyet vurgusu “kol kırılır yen içinde kalır” veya aile içi şiddetin gizli kalması anlayışının küçük yaşlarda bireylerin zihnine kazınması demek. Derslerindeki bütün örnekler Osmanlı dönemi ve İslam anlayışına dayanıyor. Fen Bilgisi ve ya Fizik derslerinde batıya karşı anlaşılmaz bir hamaset söylemi var. Evrensel Çekim Yasası Newton’a ait olduğu halde, ondan yüz yıllar önce bir İslam alimi tarafından bulunduğu söyleniyor mesela. Aynı şekilde insandaki kan dolaşım sistemini William Harvey’den sekiz yüz yıl önce bir İslam bilgininin keşfettiği “telkin” ediliyor.
‘ANAOKULLARDA ‘CİHAT OYUNU’ OYNATILIYOR’
Az önce sözünü ettiğiniz ÇEDES programı nedir?
Milli Eğitim Bakanlığı’nın Diyanet ve “STK” dedikleri tarikat ve cemaatlerle gerçekleştirdiği çalışmalar kapsamında imamlar gelip okullarda öğrencilere “değerler eğitimi”, yani vaazlar veriyor. Bu uygulama 2021 yılında ortaokullarda başladı, ardından ilkokul ve liseler dâhil tüm okulları kapsadı. Cemaat ve tarikatların çoğu vakıf adı altında örgütlendikleri için, bu “hizmet” kapsamında “vakıf başkanı” sıfatıyla çeşitli cemaat mensupları gelip okullarda çocuklara “değerler eğitimi” veriyor. “Değerler eğitimi” kapsamında anaokulu öğrencilerine bile “cihat oyunu” oynatılabiliyor. Aileyi öğretme adı altında kız çocuklarına gelinlik, erkek çocuklara damatlık giydiriyorlar.
“Değerler eğitimi” sadece din derslerinde mi veriliyor?
Hayır, matematikten biyolojiye kadar, tüm derslerde!
Matematikte nasıl bir “değerler eğitimi” veriliyor olabilir ki?
Aklınız almıyor ama böyle!
‘PLATON’UN MAĞARA ALEGORİSİ’NİN YERİNİ CAMİDEKİ GÖLGELER ALDI’
Peki yeni müfredata dönelim; daha önce olmayan ne var bu müfredatta?
Mesela fizik dersinde öğretmene “ışık nedir” konusunu “camiye giren insanların gölgeleri” örneği üzerinden anlatması “telkin” ediliyor. Platon’un “Mağara alegorisi” yok; onun yerine camideki insanların gölgeleri anlatısı var. Hem matematik hem de sanat dersinde mesela öğretmene “telkin” edilen şey, İslam sanatlarında silindir şeklinin önemi! Müfredatta sayılamayacak kadar defa öğretmenlere “Türk-İslam sanatları”, “Türk-İslam düşünürleri”, “Türk-İslam eserleri” vurgusu yapması “telkin” ediliyor. Fizik dersindeki hız ve enerji problemleri konularındaki bütün örnekler savunma sanayii üzerinden veriliyor. Teknolojik gelişmelerde de verilen örneklerin tamamı yine savunma sanayiinden. Fizik dersinde bile “devletin sınır güvenliğinin önemi” vurgulanıyor.
‘EĞİTİM SİSTEMİNİN MİLLİYETÇİ, MİLİTARİST, DİNCİ VE PİYASACI OLDUĞUNU SÖYLEMEK ARTIK TOPLUMA BİR ŞEY ANLATMIYOR’
Madem bu müfredat Türk-İslam sentezi projesinin son halkası, neden muhalefetten yeterince ses çıkmadı?
Mevcut eğitim sisteminin milliyetçi, militarist, dinci ve piyasacı olduğunu tespit etmek ve söylemek artık topluma bir şey anlatmıyor. Bu sistemin çocukların geleceğini nasıl etkileyeceğini topluma anlatabilmek gerekiyor. Müfredatın bilimsel eğitimle alakasız olduğunu, dolayısıyla çocukların akademik kapasitesini geliştirmediğini sloganların dışına çıkarak topluma göstermemiz lazım. Bu konuda biz muhalefet partileri eksik kalıyoruz, doğru. Ama eğitim emekçileri sendikaları da, ilgili STK’ler da eksik kalıyor. Dolayısıyla toplumsal bir tepki örülemediği için iktidar, eğitim alanını tamamen kendi ideolojik eğitim alanına dönüştürüyor.
Bu eğitim sistemi ve yeni müfredatın öğretmenlere yüklediği sorunlar neler?
Mülakat ve KPSS gibi ucube bir eleme sistemini bir kenara bıraksak bile, öğretmenler zaten büyük bir ezilme yaşıyor. Ayrıca her yeni uygulama eğitim emekçilerinin yükünü daha da artırıyor. Aslında iktidar sınıfta olandan çok, raporlarda ne olduğuna odaklanıyor. Öğretmenlere günlük ve yıllık plan yaptırılırken, her bir öğrenci hakkında da ayrı ayrı raporlama yapmaları dayatılıyor. Böylece öğretmene derse hazırlanmak ve ders vermek dışında olağanüstü bir formalite yükü bindiriliyor. Bu son müfredatta aynı zamanda öğretmenlere ev ziyaretleri yapma görevi yükleniyor. Peki bir öğretmenler tüm bu yükü nasıl kaldıracak? İktidar bununla ilgilenmiyor.
Her bir öğrenci hakkında rapor hazırlamanın amacı ne?
Diyelim ki otuz kişilik bir sınıfa sınav yaptınız; her bir öğrenci için ayrı ayrı değerlendirme yazacaksınız…
‘YENİ MÜFREDATLA ÇOCUKLAR AİLE, OKUL, DEVLET VE PİYASA DÖRTGENİNDE KUŞATILIYOR’
Öğrencinin gelişiminin takibi açısından bunlar önemli değil mi?
Bunlar zaten çok resmi, kalıp devlet raporları. Bir sınavda kaç öğrenci üçüncü soruyu yaptı, kaçı beşinci soruyu yapamadı… Yani gerçek manada öğrenci gelişimini takip edip raporlamak söz konusu değil. Öte yandan eğer sınıflar kapasitenin üstünde dolu olmasa, sınıf mevcutları en fazla 15-20 kişi olsa, öğretmene gerçekten öğrenciyi takip edebileceği bir zaman bırakılsa, eyvallah. Oysa öğretmen bu raporları ve formaliteleri hazırlamaktan, öğrenciyle sohbet bile edemiyor.
Yeni müfredatta sizin temel eleştiriniz, iktidarın ideolojik programının öğrencilere empoze edilmesi. Peki derslerin içeriğinde aynı zamanda bilime aykırı veya bilimsel bilginin bu ideolojik çerçevede tahrifatı söz konusu mu?
Fizikte belli kuralları değiştiremezsiniz. Hareket konusunda grafikleri atlayamazsınız. 2+2=5 diyemezsiniz. Ama bunların işleniş biçimi, verilen örnekler, tartışma biçimi tamamen ideolojik bir motivasyona dayanıyor. Ayrıca sosyal bilimlerde bu yönlendirmeyi yapmak çok daha kolay. Aslında sadece öğrencilere değil, ailelere de bu ideolojik programın empoze edilmesi hedefleniyor. Çünkü aile katılımının da artırılması öngörülüyor.
Bunda sorun ne?
Çocuklar aileden çıkıp eğitim hayatına dâhil olduklarında farklı toplumsal ilişkilere katılıyor. Fakat yeni müfredatla aile tamamen sürecin içine soruluyor. Dahası, öğrenciler aile, okul, devlet ve piyasa dörtgeninde kuşatılıyor. Mevcut müfredat doğrultusunda çocuklar kuşatıldığı gibi, aileler de bahsettiğim ideolojik programla “eğitime” tabi tutulmak isteniyor.
‘ÖĞRENCİ BAĞIMSIZ BİREY DEĞİL, GİRDİ-ÇIKTILARDAN OLUŞAN MAKİNE OLARAK GÖRÜLÜYOR’
Müfredatın genel ruhu öğrenciye nasıl yaklaşıyor?
Öğrenci tamamen belli bir “bilginin” yükleneceği makine olarak görülüyor; değerlendirmeler de “girdiler”, “çıktılar” olarak tanımlanırken aslında bu bakış itiraf ediliyor. Eğer “girdiler” ile “çıktılar” birbirini tutmazsa, sorumlusu öğretmendir. Öğrenci bağımsız bir birey değil, girdi-çıktılardan oluşan bir makine olarak görülüyor. Bakın, müfredattan niye integral’i çıkardınız diye sorunca, “İntegral çocuklara zor geliyor, “ama limit ve türevi artırdık” diyorlar. Oysa limit, türev, integral bir bütündür ve öğretmen anlatır, öğrenci anlar. Türkçe dersinde dil bilgisi kalkmış. Oysa kendi konuştuğun dilin kurallarını bilirsen, yabancı dili de kolay öğrenirsin. Dil bilgisi demek, aynı zamanda mantıksal düşünmek demek. Bütün bunlar sorgulamayan, düşünmeyen bir nesil yetiştirmek için öğrencilerin zihinsel kapasitesini düşürme amacı dışında izah edilemez.
Dil bilgisini müfredattan çıkarmanın gerekçesi olarak ne sunuluyor?
Güya bu ezbermiş!
‘MÜFREDATIN ONAYLANMADAN BAZI YANDAŞ YAYINEVLERİYLE PAYLAŞILDIĞINA DAİR İDDİALAR VAR’
Neticede 16 Nisan’da askıya çıkarılan müfredat geçtiğimiz hafta onaylandı ve eylül ayından itibaren uygulanmaya başlanacak…
Açıkça bir oldu-bittiyle karşı karşıyayız. Bir kere toplumun her alanını derinden etkileyecek bir müfredata son derece popülist ve göz boyamacı bir yaklaşımla tekil kişilerden görüş ve öneri toplamak ayrı bir skandaldı. Ayrıca biz bir sürü yandaş vakıflara, okullara “olumlu görüş bildirin” diye telkinler yapıldığını biliyoruz. Oysa gerçekten görüş ve öneri almak istiyorsan öğrenci temsilcileriyle, eğitim fakülteleriyle, uluslararası müfredat bilgisine sahip olan uzmanlarla, bu müfredatı sınıflarda uygulayacak olan öğretmenlerin temsilcileriyle, sendikalarla herkese açık çalıştaylar yapar, sonra komisyonda değerlendirirsiniz.
Peki alınan görüş ve öneriler gerçekten de değerlendirildi mi?
Bu müfredatın daha onaylanmadan bazı yandaş yayınevlerine ulaştığına dair iddialar var. Yani tamamen yanlış bulduğumuz yöntemle uygulanan görüş-öneri-değerlendirme sürecinin de göstermelik olduğu anlaşılıyor. Çünkü bu aynı zamanda ders kitaplarıyla, yardımcı ders kitaplarıyla bu devasa bir rant alanı.
‘2,5 MİLYONDAN FAZLA ÖĞRENCİ UCUZ İŞGÜCÜ OLARAK ÇALIŞTIRILIYOR’
Bu arada eski adıyla Çıraklık Eğitimi Merkezi, yeni adıyla Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) diye bir program var. Bu programı da eleştiriyor, bunun bir sömürü alanı olduğunu söylüyorsunuz…
Tabii, şimdiye kadar işin ideolojik yanını anlattık ama bu sistem aynı zamanda büyük şirketlere ucuz işgücü temin etme mekanizmalarıyla ilerliyor. MESEM aslında devlet eliyle çocuk işçiliğinin devreye konmasıdır. Şirketlere hiçbir yükümlülük vermeden meslek lisesi öğrencileri, okulla bağlarının kopmasının sonuçları gözetilmeksizin, staj adı altında haftanın dört günü anlaşmalı iş yerlerinde çalıştırıyorlar.
Ücretsiz mi çalıştırılıyorlar peki?
Daha önce öyleydi ama aileleri ikna etmek için bir kararname çıkarıp çocuklara asgari ücretin yüzde 20’si gibi bir ödeme yapılması kararlaştırıldı. İnsanlar yoksullaştırılıyor, sonra da bu tür sadakalara razı hale getiriliyor. Yaşlı ve bebek bakımı konusunda da aynı şeyi yaptılar. Ücretsiz kreş ve bakım evleri açmak yerine kadınlara “sadaka” düzeyinde ödemeler yaparak onları eve tıktılar, sonra da bu ücretlere ve dolayısıyla kendilerine mahkum ettiler.
Şu anda kaç öğrenci staj adı altında çalıştırılıyor?
2023 rakamlarıyla 1 milyon 400 öğrenci sadece MESEM’lerde işçi olarak çalıştırılıyor. Buna normal liselerde okuyup “staj” gören çocuklar dâhil değil. Onları da eklediğinizde 2,5 milyondan fazla öğrenci ucuz işgücü olarak çalıştırılıyor. Ayrıca bu çocukların can güvenliği de tehlikede. Hiçbir güvenlik tedbiri olmayan bu tür yerlere öğrencileri gönderdikleri için mesela geçen yıl bir çocuk, çalıştığı iş yerinde suntaların üstüne düşmesi sonucu hayatını kaybetti. Bir çocuk kolunu makinaya kaptırdı. Kimyevi patlama sonucu bir çocuğun vücudunun yüzde 80’i yandı, ne yazık ki kurtarılamadı. Buna benzer sayısız olay var ama devlet bu konuda istatistiki veri paylaşmadığı için ancak kendi araştırmalarımızla bazı olaylardan haberdar oluyoruz.
‘LYS, TYT, YDS, AYT, YGS, KPSS GİBİ KORKUNÇ BİR SINAV SEKTÖRÜ VAR’
İktidarın seçim vaatlerinden biri de okullarda çocuklara bir öğün ücretsiz yemek verilmesiydi. Bu uygulanıyor mu?
Hayır, AKP bunu unutturdu bile. Kantin fiyatları çok yüksek ve çocuklar okullarda aç. Bakın, öğrencilerin işçileştirilmesi bir yana, bir de sınavlarla sömürülmesi meselesi var. LYS, TYT, YDS, AYT, YGS, KPSS gibi korkunç bir sınav sektörü var. Ders kitaplarıyla, merkezi sınavlarla devasa bir rant ve öğrenciyi sömürü alanı bu. Bu rant alanında bir sürü yandaş şirket palazlanırken, çocuklar okullarda aç.
Peki tüm bu sistem Türkiye’yi, mukayeseli uluslararası standartlarda nasıl noktaya getirdi?
Türkiye bu tür araştırmalarda çok hazin bir noktada. Öğrenciler “girdilerin” empoze edildiği birer makine, sınav sonuçları da “çıktı” olarak görülüyor ve seviye de buna göre ölçülüyor. Bir kere mevcut sınav sisteminden sağlıklı bir ölçüm almak mümkün değil. Aldıkları eğitimin sosyal hayatlarındaki sonuçlarını ölçmek için başka araç ve yöntemler geliştirilmeli. Ama bu yapılmıyor, çünkü seviyenin çok daha dramatik bir noktada olduğu ortaya çıkacak. Ayrıca okuduğunu anlama konusunda Türkiye en alt sıralarda yer alıyor. Öğretmenlerin ve devlet okulların değersizleştirilerek eğitimin özel sektöre havale edilmesi, piyasalaştırılması da bunun bir parçası. Orta gelirli aileler bu şekilde özel okullara itildi ama özel okullar da okul değil, ticari kurumlardır. Devlet bu okulların sahiplerine, yani şirketlere özel destekler sunarken, buralarda hizmet veren öğretmenler de büyük bir sömürü altındalar.
‘ÖĞRENCİ VE VELİLERE BU İDEOLOJİK EĞİTİMDEN KAÇACAK YER BIRAKILMIYOR’
Özel okullarda da mevcut müfredat uygulandığı halde, neden bu okullar daha “kaliteli eğitim” veriyor gibi algılanıyor?
Elbette, bu okullar da MEB’e bağlı olduğu için aynı müfredat uygulanıyor. Tek fark, bazı okulların aynı müfredatta “telkin” edilen birtakım örnekleri değiştirebiliyor olması. Örneğin az önce bahsettiğimiz gibi fizik dersindeki ışık konusunda cami yerine başka bir örnek verebiliyorlar. Ama bir devlet okulunda öğretmen müfredattan farklı bir örnek verdiğinde, hemen soruşturmaya tabi tutulabiliyor. Fakat şu anda devlet, özel okulları da denetime almış durumda. Öte yandan iktidar ODTÜ, İTÜ, Boğaziçi gibi bu ülkenin yüz akı üniversitelere adeta savaş açarken kendi ideolojik hedefleri ve piyasacı yaklaşımıyla sayısız kamu ve özel üniversite açtı. Şimdi aynı şeyi ortaokul ve lisede de, yandaş şirketler eliyle yapmaya hazırlanıyorlar. Yani iktidar, öğrenci ve ailesine bu ideolojik eğitim sisteminden kaçacak bir yer bırakmıyor.
YURTDIŞINDA OKUMA ÇABASI İLKOKULA KADAR İNDİ
Çıkış yolu nedir?
Eğitim emekçilerinin, öğrencilerin, velilerin ve bir bütün olarak toplumun itirazını görünür kılmak ve bunu bir mücadele hattına dönüştürmek dışında çıkış yolu yok. Bırakın gençleri, yurtdışında okuma çabası ilkokula kadar indi. Bu da sınıfsal eşitsizliğin bir sonucu olarak yeni bir kast sistemi oluşturuyor. Zenginlerin çocukları iyi eğitim alıp yüksek mevkilerde iş bulabilirken, yoksulların çocukları açısından en altta kalmak, işsizlik, güvencesiz çalışma, kölelik koşulları değişmez bir kadere dönüşüyor.
Muhalefetin eğitim emekçilerinin, öğrencilerin ve velilerin hem bu sisteme hem de yeni müfredata yönelik itirazlarını örgütleme konusunda üstüne düşeni yaptığını düşünüyor musunuz?
Eğitim-Sen başta olmak üzere çeşitli yapılar tepki gösteriyor, bazı yazarlar bu konuyu ele alıyor ama bütünlüklü bir muhalefet ne yazık ki söz konusu değil. Zaten geç kaldık ama bu gidişle toplumdaki itiraz potansiyeli de ortadan kalkacak ve muhalefet bu alanda öncülük edebilecek bir zemin bulamayacak. Biz DEM Parti olarak eğitim sendikalarıyla, veli dernekleriyle görüşüyor, bu konuda neler yapabileceğimizi tartışıyoruz. Ayrıca bu müfredat konusunda en yüksek sesin bu alanda çalışan eğitim fakültelerinden çıkmasını bekliyorduk. Ne yazık ki üniversiteler de zapturapt altına alındığı için oralardan, akademisyenlerden güçlü bir ses çıkmadı.
YENİ MÜFREDAT DİYANET’İN 2024-2028 STRATEJİK PLANI’YLA UYUMLU
Sizce iktidarı bu yoldan döndürmek mümkün mü?
Elbette mümkün. Bakın dünya kadar İmam Hatip okulu açtılar; şimdi oralara kayıtlar azaldı. Yeni müfredat aslında İmam Hatip okullarından kaçanlara karşı da devreye konuyor. Yani aslında yeni müfredatla tüm okullar İmam Hatipleştirilecek! Ayrıca bu müfredat Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2024-2028 Stratejik Planı’yla da uyumlu ve eğitim sistemi tamamen buna göre dizayn edilmeye çalışılıyor. Ama toplumsal rızayı sağlamış değiller. O yüzden muhalefet olarak hâlâ şansımız var ama çok zamanımız da yok.