Kadın mücadelesinin; kapitalizme, kendini yeniden üretmeye ve sürdürmeye devam eden ataerkiye, homofobiye, ırkçılığa, militarizme, aynı zamanda tüm tahakküm biçimlerine karşı sosyalist feminist mücadele bayrağını en yukarıya taşıma görevi en temel ihtiyacı olarak önünde durmaktadır.
Emek sömürüsünün Kadın Hali
Kapitalizm zihni, bedeni ve insan ilişkilerini yalnızca özel mülkiyete ve piyasaya bağlı olmayan birçok gizli ve tehlikeli yöntemlerle etkiler ve yabancılaştırır. Günümüzde de yabancılaşmış emek biçimi tüm insan ilişkilerini etkilediği gibi toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin de temeli midir? Bu sorunun nüvelerini Marx, erken dönem yapıtlarından 1844 Ekonomik ve Felsefi el yazmaları kitabında, yabancılaşma ve kadınların ezilmesi arasındaki ilişki biçimi ile göstermeye çalışmaktadır.
“Topluluk şehvetinin ganimeti ve hizmetçisi olarak kadına yaklaşımda, insanın (erkeğin) kendi için varoluşundaki sonsuz alçalma dile gelir; çünkü bu yaklaşımın gizi belirsiz olmayan, kesin, düpedüz ve apaçık bir şekilde erkekle kadının ilişkisini ve dolaysız ve doğal çoğalma ilişkisinin ele alınış tarzını göstermektedir. …erkekle kadının ilişkisi, insanla insanın en doğal ilişkisidir. …Özel mülkiyet, gerçekliğin önüne geçerek, onun yerine var olmaktadır.”
Özel mülkiyet, sınıflı toplumların gelişimi ile beraber geldiği noktada, tüm insan ilişkilerini gerçek dışı bir biçime sokuyor. Buradaki gerçeklik, insanın doğrudan kendisi ve kendi doğasıyla kurduğu yalın ilişki biçimi olarak ele alınabilir. Özel mülkiyet ve bu mülkiyetin var oluş biçimi, insan ilişkilerini kendi doğasında olmayan bir biçime sokuyor. Kadın-erkek arasındaki ilişki biçimini insanın en doğal hali olarak ele alan Marx, özel mülkiyetin gelişimi ile beraber, bu doğallığın yerini erkeğin kadına tahakkümünün ortaya çıkış şekli olarak ele alıyor.
Düşmanın yalnızca erkekler olmadığını, temelinde patriyarkal kapitalizm ve erkek-devlet olduğunu ve mücadele biçimlerimizin gelişme yolunun da düşmanı iyi tanımaktan geçtiğini biliyoruz. Kadınların ezilmesi insanlarda doğuştan olmamıştır; özel mülkiyetin ortaya çıkışı ve bu mülkiyete sahip olma biçiminin oluşturduğu sınıflı toplumların gelişimi ve ailenin oluşumuyla birlikte bir dizi tarihsel süreçle ortaya çıkmıştır.
Kadınlara yönelik baskı, ailede tarihsel olarak oynadığımız rol nedeniyle de sürüyor. Erkekler her gün kapitalist üretime dahil olmak için işe giderken, kadınlar genellikle toplumsal yeniden üretimin aracı olarak sistemin ‘kusursuz’ işlemesi adına onlara yüklenen görevi icra etmek zorundadır; sisteme yeni işçilerin biyolojik olarak yeniden üretilmesi için çocuk sahibi olmak ve işçilerin günlük yeniden üretimi (çamaşır yıkamak, yemek yapmak, çocuk, yaşlı ve engelli bakımı) gibi görevleri vardır.
Son yıllarda kadınlar ücretli işgücüne katılabilseler dahi, eşdeğer işe eşit ücret alamama, güvencesiz ve kayıt dışı işlerde çalışmaya mecbur bırakılma gibi uygulamalarla kadın yoksulluğu derinleşiyor. Kadınlar işten döndükten sonra evde toplumsal yeniden üretimi gerçekleştiren “ikinci vardiya”nın yükünü taşımaya mecbur kalıyor. Kadınlara yüklenen bu görevlerin tümü kapitalizm için hayati öneme sahiptir. Kapitalizmin işlemesi için işçilerin her gün beslenmesi, giydirilmesi ve hazırlanması gerekir. Ancak bu işin ücretsiz ve özel alanda yapılması kapitalizmin çıkarına olmuştur. Bütün bu emek süreçleri bize reklamlarda izletilenler gibi doğal ve sevgi dolu değildir maalesef. Emek gücü karşılığında aldığın ücretin o işin değerinin ölçüsü olduğu bir toplumda kadın ile erkek arasında yaratılan eşitsizliğin ve statü farklılığının maddi temeli, kadınların ev içi emeklerinin para ekonomisinin dışında kalmasıdır. Kapitalizmin ve ataerkilliğin kesiştiği noktalarda ortaya çıkan eşitsizliklere karşı mücadele etmek, kadın/feminist hareketin esas mücadele dinamiği olmaktadır.
Emek sömürüsünün ve sermaye birikiminin temelinde yatan cinsiyetçi emek sömürüsünü ortadan kaldırmak, ev içi emeğin görünürlüğünü sağlamak, ücretsiz emek sömürü düzeninin yarattığı bütün alanları birer hak mücadelesine dönüştürmek, “ütopik” bir tehayyül değil, mücadeleyi bir an için dahi bırakmayacağımız inanç dolu bir yolculuktur.
Antifaşist Mücadelenin Kadın Hali
Çok sayıda feminist mücadele dalgası, yıllar boyunca cinsiyetçilik ve onun yarattığı toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadelede çeşitli stratejiler izlediler. Kadın mücadelesi; kadın özgürlüğüne ve mücadelesine ilişkin, zaman zaman gözyaşıyla, zaman zaman zaferle şekillenen, onlarca yıllık teorik ve pratik deneyime dayanan, çeşitli yorumlamalar ve anlayışlarla farklı ufukları gören, dolayısıyla tek bir feminist ufkunun olmadığı, zorlu, dayanışmayla sarmalanmış bir mücadeledir. Kadınlar, karşılaştıkları ücret eşitsizliği, taciz, şiddet, kadın cinayetleri, iş-yaşam dengesi ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği gibi çeşitli sorunlarla mücadele etmenin yolu olarak hem politik hem de ekonomik alanda olmanın mücadelesini veriyor. İktidarın kadın hareketinin varlığına tahammülsüzlüğü ile yıllardır süren türlü yasak ve baskılarına, polis barikatlarına, gözaltılara, tutuklamalara rağmen, sokakları terk etmeyen kadınların mücadelesi her geçen gün büyüyerek sürüyor.
21. Yüzyılda otoriterliğin, kapitalizmin ve emperyalizmin kazandığı yeni özellikler ile birlikte sosyalist feminist özgürleştirici bir hedef ile küresel kadın mücadelesini teorik ve pratik olarak örgütlemek, ileriye taşımak gerekir. Kapitalizm, 2008 krizi ile birlikte, egemen sınıfların sömürü ve baskı aygıtlarını kullanarak şiddetlendirdiği ve bu şiddeti her geçen gün arttırmadan çözemeyeceği derin çelişkiler yumağında olduğunu bizlere gösterdi. 1996-97 büyük Asya krizinde de olduğu gibi krizlerde kadınlar ya ilk işten çıkarılan oluyor ya da daha düşük ücretlerle sermaye piyasasının ihtiyaçlarına göre istihdam ediliyor.
Dünyada ve Türkiye’de muhafazakar ve aşırı sağ hareketlerin yükselmesi, göçmenlere karşı ırkçı söylemlerin hayatın her alanını sarması, kürtaj yasası, LGBTİ+’lara ve kadınlara karşı düşmanlaştırma politikalarının artması gibi siyasi sonuçlarla faşizm kendi rüzgarını estiriyor.
Bugün bir taraftan kapitalist otoriterliğin, faşizmin kurumsallaşma tehdidinin, ırkçılığın, kadın düşmanlığının ve homofobinin arttığı bir dünyada, sosyalist feminizm, 21 yüzyıl için yeniden düşünme ve yorumlama çabasını hareketin birleştirici gücüyle, teorik/kavramsallaştırmalarla ve yeni mücadele araçlarıyla, özellikle Türkiyeli kadınlara hareketin bir sıçrama ihtiyacı içinde olduğunun sinyallerini veriyor.
Geçmişten günümüze, dünyanın birçok yerinde otoriterliğe ve faşizme karşı kadınlar her zaman mücadele etmişlerdir. İspanya iç savaşında Franco’ya karşı, İkinci emperyalist paylaşım savaşında Nazi faşizmine karşı, kadınların direnişi çeşitli biçimlerle karşımıza çıkıyor. Günümüz faşist hareketi de kendinden öncekiler gibi destekçilerinde ve liderlerinde bir politika yapma tarzı halini almış olan cinsiyetçi, homofobik, kadın düşmanı ve muhafazakar söylemlere yaslanarak toplumsal alandaki desteğini oluşturma politikaları izlemektedir. Faşizmin toplumsal ve siyasal otoriterliğine ve onun yarattığı erkek egemen sömürü biçiminin en açık haline karşı mücadele eden kadınlar, faşizme karşı demokrasi mücadelesinin en önemli rolünü oynamaktadır.
Kapitalizm her bunalım döneminde ortaya çıkan faşizmin kurumsallaşma tehdidi ile yaşadığı çoklu krizi aşmanın yollarını ararken en çok kadınların yaşamlarını hedef alıyor. Siyasal iktidarlar, toplumu gerici ideolojilerle kutuplaştırırken, özellikle Covid19 pandemi sonrası güvencesizlik ve geleceksizlik kaygıları artan kadınları da eskisinden daha çok eve hapsetmiştir. Türkiye’de de siyasi iktidar, kadına yönelik suçlara karşı önleyici tedbirler içeren İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesiyle, kürtaj hakkını yasaklamaya/kısıtlamaya yönelik politikalarla, kadın cinselliği ve doğurganlığı yani kadın bedeni üzerinde tahakküm kurma çabasıyla, otoriterliğini sağlamlaştırmaya yönelik politikalar izliyor. Kadınlar, sistem ve erkek devlet işbirliğiyle bir dizi saldırı ile karşı karşıya kalıyor. Bugün yaşadığımız yüzyıl açısından baktığımızda, feminist mücadele olmadan ve faşizme karşı mücadelede öncü rol oynamadan sözcüğün gerçek anlamıyla gerçek bir toplumsal mücadele olmayacağı açıktır.
Devletin baskı ve kadın emeğine yönelik sömürü biçimi birbiri ile iç içe geçmiş ve her geçen gün birbirini besleyen hali biz kadınların direnme, birleşme ve örgütlenmemize dair bir zorunluluğa işaret ediyor. 21. yüzyıl sosyalizmini inşa ederken, sosyalist feminist bir teori ve pratiği devrimci solun kıyısından köşesinden çekip mücadelenin tam merkezine koymalı ve büyütmeliyiz.
Faşizme karşı mücadelede esas olan en geniş demokrasi cephesi gibi, erkek egemenliği ve onun sömürü biçiminin en gerici ve en açık halini aldığı faşizm koşullarına karşı da tüm kadınların birleşik ve örgütlü mücadelesi temel mücadele hattı olarak beliriyor.
Soracak hesabımız, yeniyi kuracak gücümüz var!