Ayşe Sandıkçı yazdı
AYŞE SANDIKÇI – Diğer Yazıları
Hatırlanacağı üzere Birleşik Metal – İş İşçilerinin 29 Ocak 2015 tarihinde başlattıkları grev “Milli güvenliği bozucu” nitelikte görüldüğünden dolayı henüz başladığı gün Bakanlar Kurulu tarafından 60 gün süreyle ertelenmiş ve bu erteleme 30.01.2015 tarihli Resmi Gazete ’de ilan edilmişti.
Grev yapmanın yasaklanmasından başka bir anlama gelmeyen bu rutin “grev ertelemeleri” sürecinin nasıl işlediğine bir göz atalım. Grevin 60 günlük erteleme süreci kararın yayımlanması ile başlar. Erteleme ile birlikte belirlenen arabulucu uyuşmazlığın çözümü için her türlü çabayı gösterir. Sürenin sonunda hala anlaşma sağlanamazsa uyuşmazlık Yüksek Hakem Kurulunca çözülür. Aksi takdirde işçi sendikasının yetkisi düşer. Görüldüğü gibi dayatılan bu süreç işçilerin elinden en önemli mücadele aracını almış, sınıfın üretimden gelen gücü ile mücadele etmesinin önüne geçilmiştir.
Anayasal sınırlar çerçevesinde grevi zorlayabilmenin tek yolu ise sendikanın “yürütmeyi durdurma” kararı için Danıştay’a başvurmasıdır. Eğer Danıştay 60 günlük erteleme süresi içerisinde yürütmeyi durdurma kararı alırsa (ki bu tür davalar ivedi davalardır, telafisi mümkün olmayan sonuçlar yaratacağından dolayı erteleme süresi dolmadan bakılmalıdır) grev kaldığı yerden devam edecektir. Danıştay dava sürecinde öncelikle Başbakanlıktan grevin hangi nedenlerden dolayı milli güvenlik ve kamu sağlığını tehdit edebileceğine yönelik savunma ister. Savunma sonucunda Danıştay karar aşamasına gelir ve sendikanın yürütmeyi durdurma talebini reddederse uyuşmazlık yukarıda da söylediğimiz gibi Yüksek Hakem Kurulu’na taşınır.
Birleşik Metal İş Sendikası da bahsi geçen tüm bu aşamalardan geçmiş ve 60 günlük keyfi erteleme kararı ile karşılaştığı hukuksuzluğu Danıştay’a taşımış ve daha büyük bir hukuksuzlukla karşı karşıya gelmiştir. Danıştay 60 günlük süre içerisinde Başbakanlıktan savunma istemiş ve savunma sonucunda şu karara varmıştır:
“Ekonomi Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ve Emniyet Genel Müdürlüğünün yazılarında söz konusu grevin milli güvenliği bozucu etkisinin olduğu yönünde somut verilere dayalı görüş bildirmeleri ve ekonomik güvenliğin milli güvenliğin ayrılmaz bir parçası olduğu dikkate alındığında” grev erteleme kararının yasaya uygun olduğu ve yürütmesinin durdurulmasına gerek olmadığı sonucuna varılmıştır.”
Kararda milli güvenliği bozacağı iddia edilen somut verilere rastlanmamakla birlikte okunabilecek tek unsur ekonomik güvenliği milli güvenliğe ayrılmaz bağlarla bağlayan sınıfsal tutumdur. Çünkü bozulma riski olan güvenlik, burjuvazinin grev süresince ve grevle kazanılması olası haklar sonucunda yaşayacağı maddi kayıpların yaratacağı sarsıntıdır. Yani kısaca sermayenin güvenliği milli güvenlik olarak açıkça ifade edilmiştir.
Sendikanın karşı karşıya kaldığı hukuksuzluğun ikinci boyutu Danıştay’ın kararı 5 Mart’ta aldığı halde 60 günlük süre bitene kadar açıklamamasıdır. Kararın UYAP’a düşme tarihi 6 Nisan 2015’dir. Yani Danıştay “milli güvenlik” tehdidi araştırdığı bir davayı “ekonomik güvenlik tehdidi” ne dönüştürerek zaten içerik anlamında bir hukuksuzluk yapmıştır. Çünkü evet grev ekonomik bir tehdittir ve grevin yapılma amacı zaten budur. Grev işverenin üretim kaybı ile gelir kaybına uğratılmasını ve bu yolla işçilerin üretim sürecindeki önemini göstererek pazarlık gücü oluşturmalarını sağlayan yegane araçtır. Ve Danıştay metal işçilerinin ellerinden bu yegane aracı çekip almıştır. Üstelik bu karara artık itiraz etseler bile hiçbir anlam ifade etmeyeceği bir tarihte, 60 günlük sürenin bitiminden sonra açıklamıştır Danıştay kararı. Uyuşmazlığın artık Yüksek Hakem Kurulu’na aktarılacağı döneme girildikten sonra.
Danıştay 10. Daire grev hakkına büyük bir darbe indirmekle kalmamış, artık Yeni Türkiye’de(!) kapitalizmin gün geçtikçe daha da derinleşerek yaygınlaşan krizini de tescillemiş bulunmaktadır. “Hukuksuzluk” olarak tanımladığımız ve artan bir seyir izleyen bu vakalar burjuvazinin açık bir şekilde kendi kanunlarını dahi tanımamasından başka bir şey ifade etmemektedir. Danıştay’ın da söylediği gibi “ekonomik güvenlik” tehlikededir ve “milli güvenlik” le ayrılmaz bir bağla bağlıdır. Burjuvazi sınıfsal olarak tutarlı davranmış ve derin ekonomik krizini kestirmeci, anti demokratik ve hatta gerekirse faşizan yöntemlerle çözme eğilimine girmiştir. Bu tavra karşı işçi sınıfının göstermesi gereken tutum da aynı oranda örgütlü ve net olmalıdır. Tutarlı ve örgütlü bir sınıf tavrı ile kaybedilen Grev Hakkı yeniden kazanılmalıdır. Açıkça denilebilir ki 1960’lı yıllarda işçi sınıfının sokakta direnişle kazandığı grev hakkı an itibariyle yitirilmiş ve işçi sınıfı önemli bir mevziiyi kaybetmiştir. 2003’den bu yana yaşanan tüm grev girişimleri sınıfın örgütsüzlüğü ve militan sendikacılığın da eksikliği nedeniyle aynı şekilde geri püskürtülmüştür. Fakat unutulmamalıdır ki; tüm bu geri püskürtülmeler işçi sınıfı içerisinde muazzam bir öfkenin de birikmesine neden olmaktadır. Grev hakkıyla başlayacak olan hak kazanımları ancak ve ancak bu öfkenin fiili direnişlere yöneltilmesiyle mümkün olacaktır. Dolayısıyla sınıfın enerjisini burjuva hukukunun işlevsizliği içerisinde eriten pasif sendikacılığın önüne geçmek ve sınıf örgütleri içerisinde yer almak, bugün tüm sosyalistlerin önünde acil bir görev olarak durmaktadır.