Taşeron Belediye İşçileri Birliği (TABİB) , Türkiye genelinde belediye işçilerinin haklarını savunma ve ilerletme amacıyla kararlı bir mücadele veriyor, ülkenin dört bir yanında etkili bir şekilde faaliyet gösteriyor. Sendikal hareketin önündeki engellerle başa çıkmaya çalışan TABİB, toplu iş sözleşmelerinde adil bir dengenin kurulması ve emeklilik sistemindeki adaletsizliklerin giderilmesi için aktif bir şekilde çalışıyor.
TABİB’in Sözcüleri Kadim Fırat ve Binali Ağar, katıldıkları bu röportajda, işçi sınıfının karşılaştığı zorlukları ve birliklerinin elde ettiği başarıları detaylı bir şekilde aktardılar. Fırat ve Ağar, sendikal hakların güçlendirilmesi, iş güvencesi ve adil ücret talepleri doğrultusunda yürütülen çabalarını detaylandırdılar.
Fırat, “Belediye işçileri olarak, toplu sözleşmelerde adil ve eşit haklara sahip olmak için mücadele ediyoruz. İş güvencesi ve insanca yaşanabilir ücretler için bir aradayız” dedi. Binali ise, “Emeklilik sistemindeki adaletsizliklere son vermek, gelecek nesillere daha iyi bir yaşam bırakmak için çalışıyoruz” şeklinde açıklamalarda bulundu.
TABİB’in hedefleri arasında, işçi sınıfının sesini daha etkili bir şekilde duyurmak, sendikal hakları güçlendirmek ve toplu sözleşmelerde adil bir temsil sağlamak bulunuyor.
Söyleşinin tamamı şu şekilde:
Kısaca sizi biraz yakından tanıyabilir miyim?
Kadim: Ben Kadim Fırat, 48 yaşındayım. Kadıköy Belediye’sinde çalışıyorum. 16 yıldır Kütüphanecilik yapıyorum. Genel- İş üyesiyim. İki dönem işyeri sendika temsilciliği yaptım. (İşyeri sendika temsilciliği süreci 4 yıl CE) Üçüncü dönem içinde seçildim ama sendikayı eleştirdiğim için sendika merkezi seçildiğim halde beni görevimi yok saydı. Bende buna karşı demokratik tepkimi yaptım ve bun kamuoyuna duyurmak için İstanbul’dan Ankara’ya beş günlük bir yürüyüş yaptım. Çünkü işçilerin emanet ettiği iradeyi hiçbir zaman hiç kimseye ezdirmemek gerektiği düşüncesindeyiz. Onlar bize güvenip bizi temsilci seçmişlerse onlara ihanet etmemek gerekir. Mart 2022’de yaptığım o yürüyüşten bu yana mücadelemiz devam ediyor.
– Sizde işyeri sendika temsilciliği nasıl oluşuyor?
Kadim: Beni sendikalı işçi arkadaşlarım seçti. Yani bizde seçimle olur aday olanlardan fazla oy alan seçilmiş olur.
– Seni tanıyabilir miyim?
Binali: Benim ismim Binali Ağar, 42 yaşındayım. Kadıköy belediyesinde Güvenlik işçisiyim. Ben de iki dönem işyeri sendika temsilciliği bir dönemde işçi temsilcisi yardımcısı görevini yaptım. Daha sonra 3 aylık temsilcilik görevim de oldu. 2021’in son çeyreğinde çok yükselen enflasyon ve ekonomik kriz sürecinde işçiler biz temsilcilere geçinemediklerini, ciddi maddi sıkıntı içinde olduklarını bildirmişti. Bizde doğal olarak sendika temsilcileri olarak işlilerin bu talebini işverene ve sendikaya bildirdik. Enflasyon nedeniyle hızla eriyen işçi ücretlerinin ek protokol ile iyileştirilmesi talebimiz yerine getirilmedi. Bu talebimize sendika 8-9 ay sonra yapılacak olan Toplu iş sözleşmesi pazarlıklarında ancak bu talebin yerine getirilebileceğini söylemekle yetindi. Sendikanın bu geçiştirme taktiğini işçiler kabul etmedi. İşyerimizde yapılan toplantılarda işçiler sendikanın tutumunu protesto edip taleplerini tekrarladı, ama sendika yine de bu tutumundan vazgeçmedi. Bu dönemin akabinde DİSK’in 16 Şubat 2022’de Hükümete karşı yaptığı büyük mitingde bizde sendikamız olan Genel-İŞ’in asli görevini yerine getirmediğini açtığımız büyük pankartla, bildiriler ve dövizlerimizle propagandasını yaptık. Bu eylemimizden dolayı Merkezi sendika iki gün sonra bizim temsilciliklerimizi düşürdü.
– Sendikanın hukuki olarak işçilerin seçtiği bir temsilciyi düşürme hakkı var mı?
Binali: Aslında yok ama bunu fiilen yapıyorlar. Gerekçe olarak da biz sözde kendi amaç ve çıkarlarımız doğrultusunda hareket etmiş diye bizi görevimizden attılar. Tabi bu iddianın hiçbir tutarlı tarafı yok, tersine aslında biz onların sistemine çomak soktuğumuz için bize bunu yaptılar.
Kadim: Hukuken de böyle bir gerekçe göstermeleri mümkün değil. Bu aslında Türkiye rejiminin çürümesi ve tek adam rejimin bir tezahürü olarak sendikalarda kendisini var etmesidir. Sendikalarda da tek adam rejimi ciddi boyutta belirgin hale gelmiş durumda. Aynı dönemde mesela konu ettiğimiz DİSK mitinginde bulunduğum için ama temsilci olmadığım halde bana disiplin cezası verilerek sendikadan uzaklaştırıldım.
Türkiye’de ilk defa ek protokol ile ücretlerin iyileştirilme talebini doğru düzgün ifade eden, bu talebin özellikle genel olarak sosyal medyada ve özel hashtag’lar açarak ciddi kamuoyu oluşturan inisiyatif biz Taşeron Belediye İşçileri Birliği-TABİB olduk. İşyerlerinde işçilerle, sendikacılarla, gazetecilerle bu konuyu tartıştıran, dillendiren ve yaygınlaştırmasını sağlayan bizler olduk. Bu mücadelemiz sadece bizim sendikayla da sınırlı kalmayıp, diğer sendikalar ve konfederasyonlarda da gündem oldu. Bu mücadelemiz bugün bütün Türkiye’de çok yaygın bir şekilde hayata geçmiş durumda, yani bütün işyerlerinde toplu iş sözleşmesi dışında ek protokoller yapıldı. Hatta sadece belediye işçileri için değil diğer tüm diğer iş kollarında da benzeri durum söz konusu. Bizlerin ek protokol talebimize “sendikayı itibarsızlaştırma”diyen sendikalar artık günümüzde ek protokol yapmak için sıraya girmiş durumda.
Binali: Düşünün öyle sendikalar var ki şimdi, toplu iş sözleşmesi yaptıktan beş ay sonra ek protokol için işverenle masaya oturuyor!
– Şu anda taşeron belediye işçilerin Türkiye’deki sayısı ne kadar?
Kadim: Şu anda bu alanda çalışan işçi sayısı 607.000
– Kazandığınız bu tür davaların propagandasını yapıyor musunuz?
Kadim: Evet elbette yapıyoruz. Mesela bu ilave tediye meselesi 600 bin işçiyi ilgilendiriyor. Biz bu davayı kazandığımızda sendikalar zorunlu olarak harekete geçmek durumunda kaldı. İlave tediye meselesi mahkemeye verildiği dönemlerde işçiler arasında çok olumsuz bir hava vardı, yani insanlar çok umutsuzdu. Açtığımız davayı daha sonra Yargıtay belediyelerin kamu değil özel oldukları gerekçesiyle talebimizi reddetmişti. Bunun nedeni de belediyelerin taşeron firmalar üzerinden işini yürütmesine dayanıyordu. İş mahkemesi yargıcının “Siz kamu işi yaptığınız için siz kamu işçisi sayılırsınız ve bu anlamda da ilave tediye sizin hakkınızdır” demesiyle işçiler arasında çok büyük bir hareketlilik ve coşkunluk yaşandı. Halbuki ilave tediye meselesini devasa kasası olan sendikalar “biz bu davayı kazanamayız” diyerek açmadı. Bunu biz işçiler kendi aramızda topladığımız paralarla bu davayı açmak durumunda kalmıştık. Daha sonra Yargıtay iş mahkemesinin verdiği olumlu kararı reddettiği için şu anda davamız istinaf mahkemesinde bekliyor. Ama artık bu konu işçi sınıfı ve geniş kamuoyunun gündemine girdiği için ciddi bir toplumsal baskı haline gelmiş durumda.
Binali: İşçiler bu meseleyi sendikalarında tartışır hale getirdi. Büyük haber sitelerinde ve sosyal medyada gündem olmanın yanı sıra HAK-İŞ’e bağlı Hizmet- İŞ ki biliyorsunuz bunlar hükümete yakın sendikalar da bunu gündemleştirdi, hatta çalışma bakanıyla bunu konuşmalarıyla Türkiye gündemine girmiş oldu.
Kadim: Üçüncü somut başarımızda şu oldu: 450 bin işçi taşeron firmalardan belediye şirketlerine geçirildi. Bu durumda sigorta pirim gün sayısı dolan işçiler zorunlu emekliliğe sevk edilmek istendi. Yasada kamu sektöründe bir işçi emekliliği geldiği için işveren zorunlu olarak onu işten çıkaramaz dediği halde belediye şirketleri bu konumda olan işçileri zorunlu emekliliğe sevk etti. Yine yasaca bunun olması için işçinin yazılı onayının olması gerekiyor. Bugün 450 bin işçi bu nedenle 7.500 TL (230 €) maaşla sefalet içinde yaşamak durumunda bırakıldı.
Adana Seyhan’da bir arkadaşımızı bu şekilde emekli etmişlerdi ona destek olup dava açtık ve davayı kazandık ve arkadaşımız işine döndü, bu başarı işçilerin kurduğu TABİB sayesinde oldu.
Binali: Bunu daha iyi anlamak için ek olarak şu bilgiyi de vermeliyiz; 3 Mart 2023 zorunlu emeklilik bir yasayla kaldırıldı.
– Zorunlu emeklilik meselesinin arka planında ne var?
Binali: 2018 yılında 996 sayılı bir KHK ile taşeron şirketlerden kamu sektörüne geçen işçiler eğer sigorta pirim günleri dolmuşsa zorunlu olarak emekli edilir dendi. 996 sayılı KHK yasa yüzünden on binlerce işçi bu haksızlığa maruz kaldı. Biz bunun Anayasa’ya aykırı olduğunu bildiğimizden dava açtık.
– İşçilerin prim günleri dolduğu halde neden emekli olmak istemiyorlar?
Anayasa’ya göre bu ancak işçi isterse emekli olur. İşçilerin pirimler dolduğu halde emekli olmak istememelerin temel nedeni de Türkiye’de emekli maaşları çok düşük, insanlar geçinemediği için çalışmaya devam etmek ister. 7.500 TL’ye (230 €) insanlar nasıl geçinsin?
– İyi de bu bir nevi sömürünün katlanarak devam etmesi anlamına gelmez mi?
Kadim: Maalesef durum bu. Bu koşulları ancak korkunç ötesi olarak tanımlayabiliriz. İşin kara mizah yanı bu korkunç durum devam etmesi için dava açmak zorunda kalıyor olmamız!
Bu arada şöyle bir durum var biz TABİB olarak neredeyse Türkiye’deki tüm Belediye iş kolundaki Toplu İş Sözleşmelerine müdahale ediyoruz. Pazarlığa giren arkadaşlardan bize çok başvuru oluyor. Özellikle toplu iş sözleşme taslağının hazırlanması, hangi maddelerin önemli olduğunu veya ek olarak talep edilmesi gereken haklarının ifade edilmesi gibi şeylerde onlarla dayanışma içinde oluyoruz. Aynı zamanda karara bağlanmış toplu iş sözleşmelerinin uygulanmasında işverenlerin sık sık çıkardıkları zorlukların aşılmasında işçilere hukuki, siyasi ve toplumsal ve kamuoyuna duyurulması konularında dayanışmada bulunuyoruz.
– İşverenlerin sorun çıkarması durumunda siz TABİB adına somut olarak nasıl müdahalede bulunuyorsunuz?
Kadim: Bunu elbette işçiler üzerinden ve işçilerle birlikte yapıyoruz. O işyerindeki işçilerin toplu davranması, kendi aralarında sözcü seçmeleri, birlikte taleplerin arkasında bulunmalarını sağlayarak bu ve benzeri konularda onlara bir nevi öncülük yaparak, fikir vererek dayanışmada bulunuyoruz. Onlar işyerinde hareketlenirken biz bunu sosyal medya da duyuruyoruz. CHP’nin başında olduğu popülerliği ileri düzeyde olan İstanbul’daki Ataşehir Belediyesinde iki işçi yasaya aykırı şekilde emekliliğe sevk edilmişti. TABİB’in öncülüğünde ve yoğun desteği sayesinde bu arkadaşlarımız iş yerinde 60 gün direnişte bulundular ve nihayetinde işveren bu arkadaşlarımızın talebini uygulamak zorunda kaldılar.
TABİB olarak işçilerin uğradığı zorluklar ve onların talepleri konusunda sık sık İstanbul, Ankara, Bursa, Adana gibi büyük şehirlerde basın açıklamaları, sosyal medya çalışmalarıyla kamuoyu oluşturmaya çalışıyoruz. Yine en son 17 Aralık’ta Kadıköy’de büyük bir kitle ile birlikte basın açıklaması yaptık. Bu son basın açıklamasında okuduğumuz bildiriyi ilginç bir gelişme bağlamında söylersek, İYİP’in bir milletvekili meclise olduğu gibi soru önergesi olarak verdi.
– Tekrar somut olarak şu ana kadar mücadelenizin sonucunda üç önemli başarı mı sağladınız?
Kadim: Birincisi, Yoğun bir kampanyanın sonucunda Ankara Çankaya ve İstanbul Ataşehir’de işten atılan işçilerin tekrar işte alınmasını sağladık. İkincisi: zorunlu emeklilik meselesinde dava açtık, özellikle işçi sınıfı içinde büyük bir kamuoyunun oluşmasında ön ayak olduk ve bu davayı nihayetinde kazandık. Üç: İlave tediye meselesinde başarılı sağlayarak kamuoyunda kabulünü sağladık. Dört: tamamen sindirilmiş ağır baskı şartlarının hüküm sürdüğü koşullarda yaptığımız basın açıklamalarıyla işçilerin öz güveninin gelişmesinde öncü bir rol aldık ve bu eylemlerimizle işçiler yavaş yavaş hareketlendi. Artık işçiler bulundukları işyerlerinde kendi ağlarını oluşturarak, büyük meydanlarda onlarda basın açıklamalarında yapar oldular, bu çok öneli bir gelişme olarak kayda geçmemiz gerekir.
– Şu sıralar hangi belediyelerde örgütlüsünüz? Hangi bölgelerle birebir çalışma içindesiniz?
Kadim: Türkiye’nin birçok ilinde TABİB izleniyor. Hem sosyal medya üzerinden izleniyor hem TABİB ile ilişki içinde olan öncü işçilerle olan bağlantı üzerinden yürüyor. En çok İstanbul’da yoğun bir ilişki var. İzmir’de de yoğun bir ilişki var. Ankara’da ve başka birçok bölgede var. Özellikle İstanbul, İzmir ve Ankara’nın bazı ilçelerinde ağırlıktayız. Adana- Çukurova’nın bazı bölgelerinde ve Trakya’da bir miktar ilişkilerimiz var. Bu saydığımız bölgeler daha çok fiziksel temas içinde olduğumuz bölgeler. Bunun dışında Türkiye çağında birçok bölgeden işçi arkadaşlarımızla temas halindeyiz.
– Somut olarak İstanbul’da hangi belediyelerde örgütlüsünüz?
Binali: Kadıköy, Kartal, Şişli, Beşiktaş’ta. Birer, ikişer kişi olarak bizimle hareket edenler de var. İzmir’de Çiğli, İzmir Büyükşehir Belediyesi, Bursa’da Nilüfer Belediyesi var. Ankara’da Çankaya, Yenimahalle, Mamak gibi, şu anda aklıma gelmeyen başka belediyeler de var.
– Peki bu belediyelerde ilişkide olduğunuz işçilerle düzenli toplantılarınız veya somut ilişkiniz var mı?
Kadim: somut olarak bazen gerektiğinde basın açıklamaları yapıyoruz. İstanbul’dan başka ilişkide olduğumuz bir kentegittiğimde yüz yüze toplantılar yapıyoruz tabi. Daha çok İstanbul’da basın açıklamaları ve toplantılar yapıyoruz. Online çok toplantılarımız oluyor. Çünkü şehirlerarası gidip gelmek maddi açıdan ek külfet. Onun için online toplantılarımız daha sık oluyor. Tabi günümüzde en önemli iletişim biçimi olarak WhatsApp gruplarımız var. Eylem planlarımızı daha çok Whatsapp grupları üzerinden yapıyoruz. Ayrıca telefonlar var, mail grupları var. İlişkilerimiz bu araçlar üzerinden yürüyor. Eğer yüz yüze toplantılara ihtiyaç varsa ya onlar İstanbul’a ya da biz onların bulunduğu yere gideriz. Adana, Lüleburgaz, İzmir, İstanbul’da bu tür toplantılar yaptık.
Örgütlenme ile ilgili de şunları söylemek mümkün; kendi bulunduğumuz bölgelerde doğrudan arkadaşlar olarak çalıştığımız belediye birimleri arası birbirimizi ziyaret ediyoruz. İstanbul bölgesinde veya başka bölgelerde öne çıkmış, biraz daha bilinçli biraz daha sınıf meselesine hakimişçi arkadaşlar olarak bir araya geliyoruz. Bulduğumuz heralan ve yerde işçilerle toplantılar yapmaya çalışıyoruz. Onları bir ağa dahil etmeye çalışıp, belirli konularda tartışmalar sürdürüyoruz. Örneğin nasıl bir sosyal politika olmalıdır? Nasıl bir güvenli çalışma hayatı olmalıdır. İş yasaları, sendikalar ve toplu iş sözleşmelerinin içeriğine ve anlayışına ilişkin tartışmalar yapıyoruz. Ara ara bunları konuşuyor, tartışıyoruz. Çünkü bunlar işçilerin hayatlarının her alanında her zaman karşı karşıya kaldıkları sorunlardır. Yani bir nevi hukuki bilgiler de aktararak, işlilerin kendi haklarını bilince çıkarabilişinler. Bu konularda yetmediğimiz durumda avukat arkadaşlarımız devreye giriyor, onlardan destek alıyoruz. Bütün bunlarla işçi siyaseti için yollar bulmaya çalışıyoruz. Bunları sık sık tartışıyoruz.
– Bu karmaşıklığa veya itirazlara neden olmuyor mu? Gönüllü yapılan bir görevden insanlar rahatça vazgeçebilir de…
Kadim: Bizde ne üye nede üye aidatı var, yani üyelik sistemimiz yok. Biz aslında işçilerin kendilerinden oluşan bir hareketiz. Biz aynı zamanda bir sendika veya bir dernek dedeğiliz. Kararlarımızı doğrudan gruplarımıza yazarak alıyoruz. Mesela içimizde birinin önerisi veya isteği varsa onu gruba atıyor. Gruptakilerde ona yardımcı olmaya çalışıyor. Daha zor veya işçileri zora sokacak sorunlara ilişkin daha dar bir zeminde işverenlerin kulağına gitmeyecek şekilde konuşup karar vermeye çalışıyoruz. Böyle olunca da kimsenin kimseden emir almak veya emir vermek gibi bir ilişki oluşmuyor. Ortada bir fikir veya bir örgütlenme önerisi varsa gruba atılıyor, herkes olmasa da bir kesimi icabında bunun elinden tutup konu ilerliyor.
– Sizin etkinlik gösterdiğiniz işyerleri daha çok işçilerin örgütlü yani sendikalı olduğu alanlar mı yoksa sendikasız mı?
Kadim: Bizim etkinlik gösterdiğimiz alanların neredeyse tamamı sendikalı. Çoğunluğunun sendikalı olduğu bu belediyelerdeki işçiler üç konfederasyonda örgütlü. DİSK, Türk-İŞ ve HAK-İŞ. Biz mesela DİSK’in Genel-İŞ sendikasına bağlıyız. Ama Türk-İŞ’in Belediye İşçileri Sendikası var. HAK-İŞ’in Hizmet- İŞ sendikası var. İşçiler bu üç sendikalarda örgütlü fakat bu sendikalar işçilerin hak ve taleplerine yanıt vermedikleri, onların çıkarlarını savunmadıkları için TABİB gibi oluşumlara yöneliyorlar. Bunun dışında ya kendi derneklerini kuruyor, ya kendi platformunu kuruyor ya da bu sendikalardan kopup henüz toplu sözleşme hakkını alamamış küçük sendikalar kuruyorlar. Hal böyle olunca olduğu içinde doğal olarak sendikalara karşı çok yoğun bir eleştiri ve tepki var. Bizde tabi aynı şekilde bu eleştirileri yapan ve bu eleştirilerin dile getirildiği bir mecra durumundayız.
– Bu durumdan dolayı sendikalarla ne tür sorunlar yaşıyorsunuz?
Kadim: Çok yoğun ve ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Çünkü biz Türkiye’de bu üç sendikal konfederasyonun işçilerin gerçek sendikaları olduğunu düşünmüyoruz. Sendika olmanın vasıflarını yerine getirmediklerini düşünüyoruz. Bu nedenle doğal olarak onları elbette eleştiriyoruz. Bugün Türkiye’de yoksulluk sınırı 45.000 TL. (1.300 €) olmasına rağmen toplu pazarlık hakkı veya gücü olup da grev hakkını Kullanmamalarından dolayı işçiler söz konusu yoksulluk sınırının yarısı kadar ücret alıyorlar. Bu arada asgari ücret halen 11.400 TL, (350 €) geçmemekte ve Türkiye’de resmi rakamlara göre çalışan insanların %37’si, (gerçek rakamlar belki de bunun iki katı) asgari ücret almaktadır. Belediye işçileri ikramiye ve ek ödemelerle birlikte ancak 20.000 TL (615 €) ek ödemeler ve ikramiyeler çıkarıldığı durumda ancak 13-14.000 TL (400- 430 €) alabiliyor.
Belediye işçilerin neredeyse tamamı sendikalı olduğu halde yoksulluk sınırının yarısı kadar ki bu da tüm ek ikramiyeler dahil ücret alıyor ama sendika hiçbir şey yapmıyor! bu korkunç bir durum! Bu durumda işçilerin çoğu “sendikanın bize ne faydası var? Sendika olmadan da bu ücreti alırız.” Burada işçiler doğrudan sendikanın işlevini sorguluyor. Bizler de bu işçi arkadaşlarımızın sendikayı sorgulamasını politikleştirmeye çalışıyoruz. Bizim sendikanın işlevsizliğini politikleştirme çabamız sendikanın duvarlarına çarpıyor. Sendika her ay işçilerin bir günlük brüt ücretini alıyor. Genel-İŞ 135.000 üyesi var. Üye aidatlarından müthiş bir servet birikmiş durumda. Bu paraların üstüne yatan sendikacılar, sendikaların demokratikleşmesini elbetteistemiyorlar. Düşünün ki ben ve Binali arkadaşım da sendikal hareketi içinde temsilcilik yapmış insanlarız. Toplu iş sözleşme hatta grev süreçlerini yürütmüş insanlar olarak sendikalar bizimle çalışmayı bir yana, bizi sendikal hareketin dışına atma çabası içindeler. Ama buna rağmen biz inatla sendikal hareketin içinde birer üye olarak, sendikaların demokratikleşmesine, işçi arkadaşlarımızın haklarının alınmasına yoğun çaba sarf etmeye devam ediyoruz. Bu mücadelemiz dışında ayrıca TABİB adıyla bir hareket yaratarak bunun büyümesi için mücadele ediyoruz.
– Bütün eylemleriniz ve mücadelenize bakarsan bunlar sanki daha çok işçilerin ekonomik durumlarına yönelik iyileştirmeler gibi geliyor, bu tespit doğru mu?
Kadim: Evet, bunların çoğunluğunu bu şekilde değerlendirebiliriz. Türkiye’deki işçi sınıfının pratiği çok geri olduğu için, bu mücadelede elde edilen kazanımlar bir sınıf bilinci ve tavrı yaratmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Bunun bir olgunluğa ulaştığı durumda ebetteki yeni ve siyasi programlar da çizebileceğiz.
Binali: aslında bu tabandaki çalışmalarımız Türkiye’nin demokratikleşmesinin de ön koşulu gibi görmek mümkün.
– Biliyorsunuz 12 Eylül cuntasının ilk yaptığı en önemli icraatı işçi hakları ve sendikalarla ile ilgili neredeyse tüm kazanılmış hakları yok etmişti. Bunun en sembolik ifadesi olan şeylerden biri işçinin bir sendikaya üye olabilmesi için noterde tasdiklemesi vardı. Cunta eliyle yok edilen bu hakların hala ciddi izleri var mı? Veya şöyle söyleyeyim günümüzdeki sendikalaşmamın önündeki temel zorluklar neler?
Binali: artık günümüzde en azından kendi sendikam olan Genel-İŞ konusunda söyleyecek olursam sendikalaşmanın önünde bir engel yok. Mesela biz taşeron firmadan belediyeye geçiş yaptığımızda bizim otomatikman Genel-İş sendikasına üye olduğumuzu fark ettim.
– Yani günümüzde bir işçi E-Devlet üzerinden sendikaya üye olabilir mi?
Binali: Evet olabiliyor, önceden sizin de dediğiniz gibi, bir dizi prosedürün yanı sıra notere gidip üye olmak iradesinionaylatmanız gerekiyordu. Ama siz noter dönüşü daha iş yerine varmadan işverene sendikalı olduğununuz bildirmiş oluyordu oda anında sizi işten çıkarıyordu.
Kadim: Ama şunu önemle söylemek lazım, bizim alanımızda bu konuda bir sorunun olmaması diğer işyeri alanlarında sendikalaşma sorunu yok denemez. Diğer iş kollarında bu konuda ciddi sorunlar var. Yani kamu sektöründe sendikalı olmak, özel sektöre göre çok çok kolay. Kamuda sendikaya üye olmanın kolaylığı kamuda etkin olan partiler kendi partilerine yakın duran sendikaların oralarda siyasi çıkarlarından dolayı örgütlenmesine karşı çıkmaz hatta onları teşvik edebiliyorlar da.
Binali: Bu sendikaların aidatlarından biriken maddi havuzun yine ona yakın duran partinin çeşitli alanlarında kullanılması da bu konuda önemli bir etken.
Kadim: ama şunu da unutmamak gerekir; söz konusu bir partiye yakın olan bir kamu sektöründeki sendikayı istemeyen işçilerin başka bir sendikaya yönelmesi durumunda çok yoğun bir baskıya ve zorluklara maruz kalıyor. Bizim mücadelemiz daha çok buna tekabül eden bir durum. Bizim alanımızdaki belediye başkanları, müdürler, sendika yöneticileri, o yereldeki siyasi parti temsilcileri… Alternatif bir sendikanın orada örgütlenmesini istemezler ve bunun önlenmesi için birçok engel geliştirmeye çalışırlar. Özünde belediyeyi yöneten her parti oradaki sendikayı da yönettiğini söyleyebiliriz.
Binali: işverenin kestiği ve sendikaya ödediği aidatları belediye çoğunlukla sendikaya ödemiyor, bu maddi birikimi toplu iş sözleşme pazarlıkları başladığında kendi çıkarlarına göre tasarladıkları toplu sözleşme şartlarını sendikacılara dayatırlar. “Hadi şu toplu iş sözleşme şartlarını imzalayın bizde aidat musluklarını açalım” derler. Açıkça bu bir şantaj malzemesi olarak kullanılır. Sendikal alanda bu kepazeliğe karşı da ciddi adımların atılması şart.
– Türkiye’de işyeri işçi temsilcisiyle sendikal temsilciliği arasında bir fark var mı?
Uzun bir süreden beri Türkiye’de işçi örgütlenmesi çok kısıtlı ve zayıf. Grev süreleri çok yetersiz. Çok az grev yapılabiliyor. Grev konusunda 2021’in ortalarından itibaren ciddi bir kıpırdanma var. Bundan önce 30 yıl boyunca çok az grev olmuştu. Son yıllarda sınıf pratikleri biraz daha gelişiyor. Kamu dediğimiz alan neredeyse tamamen sermaye ile sendikal bürokrasinin elinde. Burada TABİB gibi yapılar bu durumu biraz da olsa aşmaya çalışıyor. İşyeri işçi temsilciliği kurma seviyesinde bir gelişmişlik yok. Biz taban demokrasine tekabül eden bu kurumların oluşması konusunda düşünüyoruz ama bunun gelişmesi için biraz sendikal ve sınıf hareketinin yükselmesi gerekir.
– Avrupa’da benim bildiğim pratik; bir işyerinde 5-10 kişi bir araya geldiğinde isterse işyeri temsilciliğini kurabilir. Sendikaya girmek istemese de bu kurumu varlığını devam ettirir. Bunun Türkiye’deki yasal mevzuatı nedir?
Kadim: Bizde böyle bir pratik yok, sendika temsilciliği var. Bizde sanki sizin söylediğinizin tam tersi bir durum var; sendikalar bu tür yani işyeri işçi temsilciliklerini kendi denetimlerinde olmadığı için sevmiyorlar. Ama biz işyeri temsilciliklerinin kurulması taraftarıyız tabi.
Binali: Yani biz işçileri işçilerin kendileri temsil etsin istiyoruz bunun adı işyeri işçi temsilciliği veya başka ismi olur fark etmez, mesele işçinin kendisini temsil etmesidir.
Kadim: biz böyle bir kurumlaşmayı “işçi komiteleri” olarak adlandırıyoruz. Yani işçinin kendi çıkarları konusunda karar ve yetkiye sahip kendi örgütlenmesini savunuyoruz.
– İşyerinde farklı farklı sendikaların olması durumunda toplu iş sözleşmesi kim ve nasıl yapar?
Binali: Sendikalar ve toplu iş sözleşmesi yasası diye bir kanun var orada, orada bir sendikanın Türkiye’de bir toplu iş sözleşmesi yapabilmesi için %1 barajını aşması lazım. Diğer mesele de aynı işyerinde birden fazla sendika varsa, %50 +1’i alan sendika TİS yapabilir. Ancak bu iki şart yerine getirildiği durumda bir sendika toplu iş sözleşmesi yapabilir.
– Bir işyerinde sendikanın yetkili olması için kaç işçinin sendikaya üye olması gerekli? Örneğin 20 kişilik bir işyerinde 2 işçi sendika üyesi olduğu durumda orada sendika temsilcilik açabiliyor mu, işverene karşı işçileri temsil edebiliyor mu?
Kadim: hayır en azından %50+1 sendikanın yanında olması gerekir, ama iki sendika bunu doldursa olabilir. Sendikanın doğrudan yetkisi olmasa da gelip kendi üyesine sahip çıkabilir. Toplu iş sözleşmesi yapamaz ama gelip orada baskılara ve engellere karşı işçileri savunabilir.
– Taşeron işçilik meselesini biraz açmanız mümkün mü?
Kadim: Taşeron işçilik veya taşeron işverenlik 1980’li yıllarda Dünya’da başlayan neolieberal sistemin bir ürünü olarak ortaya çıktı ve bu da Türkiye’de Özal döneminde yürürlüğe konuldu. Devleti küçültmek anlamında, devlete ait Kamu İktisadi Teşekküllerinin özelleştirilmesi, kamu hizmetlerinin hantallığından dolayı özel sektöre devredilmesi gibi argümanlar öne sürülüyordu. Ama bu çok doğal olarak da çalışma hayatını işçi sınıf için güvencesiz hale getirdi. Yani bu işçi sınıfı açısından her anlamda daha güvenceli bir alandan güvencesiz alana söz konusu bu taşeron şirketlerin güvencesiz ve insafsızlığına terk edildi. Buradaki temel amaç sermayenin daha fazla ve daha legal bir biçim içinde kar etmesiydi. Tabi bunun paralelinde aynı şekilde işçileri örgütsüz kılmak, bölüp parçalamaktı. Örneğin ben ve Binali aynı belediyede çalışıyoruz. Biz konusunu ettiğimiz özelleştirmeye yani taşeron sürecine maruz kaldık. Benim taşeron şirketim 70 kişilikti, Binali’nin 200 kişilikti. Düşünün belediyenin bu şirketi 50 farklı taşeron şirkete pay oldu. Bu durum haliyle işverenlere işçilerin bir araya gelmemesi, sendikalaşmaması, toplu olarak gücünü göstermemesini avantajını getirmiş oldu. İkicisi de dediğim gibi sermayenin azami kar yapmasını sağladı. Uzun yıllar Türkiye’de bunu denediler. Neredeyse kamu sektörünün tümü taşeronlaştırıldı. Durum öyle bir hale getirilmiştik ki, bir ara taşeronlaşmaya veya esnekleştirilmiş iş hayatına karşı çıkanlar vatan haini bile ilan ediliyorlardı. Ama günümüzde görüyoruz ki buna karşı toplumda ve özellikle de işçi sınıfında ciddi bir tepki var.
– Türkiye’de aktüel olarak işçi sınıfının % kaçı sendikalı?
Kadim: İşçilerin %15’i sendikalı. Türkiye genelinde 16 milyon 413 bin işçiden 2 milyon 421 binin sendika üyeliği bulunuyor. Bu sayı resmi makamların verdiği bir sayı. Sendikalı işçilerin çok önemli bir bölümü kamu işçisi. Türk-İŞ’in 1 milyon 200 bin, Hak-İŞ’in 700 bin ve DİSK’in sadece 300 bin üyesi var. Bunun dışında 1 milyon da sendikalı memur bulunuyor. Sendikalı işçiler içinde sadece belediye işçilerin sayısı 600 bin. Bu rakamları şöyle yorumlayabiliriz; işçilerin önemli bir bölümü sendikalı ama bu onların örgütlü olduğu anlamına gelmez. Sendikalı olmak bizim nazarımızda örgütlü olmak değil. Bu bağlamda bu tablo aslında çok korkunç.
– Son 15 yıla bir bakacak olursak bu süreç içinde hangi konfederasyon sendikalaşma konusunda hangisi ne kadar gelişme gösterdi, hangisi ne kadar düşüş yaşadı?
Kadım: Eskiden olduğu gibi hâlâ Türk-İŞ en büyük konfederasyon. Son 15 yıl içinde azda olsa büyüyen tek konfederasyon HAK-İŞ, o da hükümete daha doğrusu rejime yakın olduğu için büyüdü. DİSK olduğu yerde duruyor ne düşüyor ne gelişiyor. DİSK’in 200 bini aşan üyesinin 130 bini belediye işçilerinden oluşuyor.
Binali: HAK-İŞ daha doğrusu ona bağlı Hizmet-İŞ KHK sürecinden sonra doğrudan geçişler sayesinde üyesi artı. KHK’dan sonra tekrar kamu sektörüne geçen işçilerin sendikalaşan kesimi farklı sendikalara geçti ama en çok rejime yakın olan HAK-İŞ’e geçti.
– DİSK’in geçmişindeki destansı direniş ve örgütlenmeleri çoktan geçmişte kaldığını ve bugünkü pasif durumunu göz önünde bulundurduğumuzda günümüzde DİSK sizin açınızdan sarı sendika olarak tasnif edilebilir mi?
Kadim: Ben kızıl veya sarı sendikacılık kavramını kullanmıyorum. Temelinde sendika dediğimiz kurum, işçilerin düzen içinde haklarını savunma ve geliştirmeyle özdeşsen bir kurum. Yani temel misyonu sistem içinde iyileştirme yapmaktır. Ama sınıf mücadelesinin yükseldiği durumlarda sendikalar da bundan etkilenebilir ve daha devrimci bir tavırlarda bulunabilirler. Örnek verirsek sarı sendikacılık işçilerin iradesi dışında işverenle toplu iş sözleşmesi (TİS)yapmak ise, DİSK bir sarı sendikadır. Bizim çalıştığımız Kadıköy belediyesindeki üç günlük grevimizi Genel-İŞ başkanı (Remzi Çalışkan) geldi ve bizim irademiz dışında işverenle TİS imzalayıp gitti. Bizi resmen sefalete mahkûmetti ama, DİSK’in başkanı (Arzu Çerkezoğulu) en ufak bir eleştiride bile bulunmadı. Sarı sendikacılık seçilmiş sendika temsilcilerini görevden almak ise, DİSK sarı sendikadır. Hiçbir işçinin sorununu genelleştirmeyip, diğer işçi konfederasyonlarıyla çalışmamak eğer sarı sendikacılıksa, DİSK sarı sendikadır. Bizim grevimizin sürecinde olduğu günlerde “Greve gidiyoruz” diye grev fonundan yardım edilmesini talep etmiştik. Bize grev fonunda paranın olmadığını söylediler. Bu gerçekten sarı sendikacılıktır. İşçi demokrasine olanak tanımayan her sendikacılık sarı sendikacılıktır. Bu saydıklarımın hepsi maalesef DİSK’te var. Ve yine maalesef günümüzde DİSK’i diğer konfederasyonlarından ayıran özel bir şey olmadığını söyleyebiliriz. DİSK’in 1970’li yıllarda görece daha iyi olmasının temel sebebi; o dönemde tabanda yani işyerlerinde işçi komitelerinin mantar gibi türüyor olmasıydı. Bu komiteler öncü işçiler sayesinde toplumsal bir direnişe eviriliyordu. Buda hem sendikaların buna ayak uydurmak zorunda kalmasını ve dolayısıyla da iyi Toplu iş sözleşmelerini beraberinde getiriyordu. Eskiden İşçilerin sık sık grev yapmaları, işyerlerini işgal etmeleri, Türkiye’de siyasetin emek eksenine getirilmesi hep işçilerin sayesinde olurken DİSK bu eylemleri bünyesine alıyordu. Ama artık günümüzde bunun esamisi bile yok, hatta DİSK grev kırıcılığı yapıyor desek abartmış olmayız. Son dönemlerde Silivri, Maltepe ve Kadıköy’de grev kırıcılığı yaptı bunlar birebir İstanbul bölgesinde şahit olduğumuz olaylar. Grev yapan insanları DİSK işverenin önüne attı. Bunları yapmış bir sendika veya konfederasyonun kızıl olma şansı olamaz. Ek olarak bu konuda şunu da söyleyelim, bizim gayemiz DİSK’i kötülemek değil, ama kesinlikle bu sendikaların gerçekten işçi sendikaları olmaları için mücadele ediyoruz. Yani bizim nazarımızda sendikacılık miadını doldurmuş örgütler değildir. İşçilerin sendikalara ihtiyacı var. Ama asıl olması gereken sendikaların işçi demokrasi biçimiyle örgütlenmelidir. Bunların olduğu durumda sendikalar işlevini yerine getirmiş olurlar.
– Türkiye’de iş yasaları bağlamında grev dışında işi bırakma hakkı veya direniş hakkı diye bir hak var mı?
Binali: Hak grevi 1980 Cuntası tarafından kaldırılmış, ama işçiler özellikle de kamu sektörlerinde işçiler gerekli gördükleri durumda fiilen işi durdurabiliyorlar.
– Bu hak yasal mı değil mi?
Kadim: Burada bir tartışma var; Binali’nin dedikleri doğru ama ek olarak şöyle bir durum da var; yaşam koşullarının giderek olağanüstü kötüleştiği bir ve toplu iş sözleşmesi yapılan yerlerde bunun düzeltilmesi bağlamında işçilerin direnme hakkı olduğunu biliyorum. Bizde direnişler daha çok de facto oluyor. Mesela tüm Türkiye’de 2022 Ocak ve Şubataylarında yapılan tüm işçi mücadeleleri de facto olarak gerçekleşmişti. Bu süreçte mücadele yürüten işçiler sendikalı değildi, dolayısıyla da Toplu iş sözleşmesi yoktu ve çok düşük ücret alıyorlardı. Mesela Trentyol gibi internet satış mağazası kuryeleri ve diğer çalışanları iş bırakmıştı işveren %11 zam vermişti, ama işçilerin kararlı direnişi sayesinde %38 oranında ücret artışı aldılar. Buna paralel olarak 2022 Temmuz ve Ağustos aylarında mesela Ankara belediyelerinden Mamak, Yenimahalle, İstanbul’da Esenler, Bayrampaşa gibi birçok belediyelerde kısa süreli iş bırakmanın ardından ek protokoller ile iyileştirmeler sağlandı. Ama burada dikkate değer durum bu belediyeler sendikalı olduğu halde de facto iş bırakma eylemleri gerçekleşti, çünkü sendikalar ortalıkta yoktu.
– 20 yıllık Recep Tayyip Erdoğan rejiminin 15 yılını göz önünde bulundurarak işçi mücadeleleri ne durumda? Grevlerde artış var mı? Mesela günümüzde kaç bin işçi grevde?
Kadim: Erdoğan’ın iktidar sürecinde sermayeye yaptığı en büyük iyilik grev hakkını neredeyse tamamen etkisiz hale getirmesi ya da neredeyse grev yapılamaz bir durum yaratmasıdır. Erdoğan bunu birkaç kez açık açık da söyledi. AKP iktidarı neoliberal politikaların uygulandığı döneme denk geldi. 2000’den 2010 yılına kadar esnekleştirilmiş ve güvencesiz iş kararlar bu dönemde bir güzel yasallaştırılıp uygulandı. Sosyal güvencenin dağıtılması, emekli maaşlarının düşürülmesi, Taşeronculuk hep bu dönemde kanunlaştırılıp uygulamasıyla sermayeye çok büyük kıyaklar yapmış oldu. Ama son yıllarda işçi sınıfı içinde bir kıpırdama söz konusu. Geçmiş yıllarda olmayan bir hareketlilik var. 2023’deki grev süreci az olsa da, fiili mücadeleler önemli bir boyut kazanıyor. Benim kanaatim 2010lu yıllara kadar uygulanan neoliberalpolitikaların muazzam sömürü sürecinin sonuna gelindiğiyönünde. Sanırım artık bu neoliberal politikaların çıkışı üzerine çalışılıyor. Artık yavaş yavaş toplumun gündemine sosyal politikalar ve refah algısının yükselmesi başladı. Kamulaştırma, güvenceli iş hayatı gibi konular daha çok gündeme gelmeye başladı. Ama bunlar böyle birkaç yılda gerçekleşecek şeyler değil tabi.
– Cumhurbaşkanı bir KHK ile grevleri yasaklama yetkisi var mı?
Kadim: Bildiğim kadarıyla bu yeni hükümet sisteminde bu olabilir. Cumhurbaşkanı bu hükümet sistemiyle her istediğini yapabiliyor, bunu da yapabilir.
– Günümüzde işçi sınıfının içinde bulunduğu koşullara ve ruh haline bakarak parti, sendika ve diğer benzeri örgütlere rağmen işçi sınıfının kendi örgütlerini kurma güdüsü veya dürtüsü var mı?
Binali: Aslında parti, örgüt veya sendikaların tutumlarından dolayı ciddi bir boşluk söz konusu. İşçiler bir çıkış yolu arayışında diyebiliriz. Bunu da daha çok bağımsız işçi platformları üzerinden, (mesela biz TABİB buna iyi bir örnek) belediye işçi dernekleri, bağımsız sendikalar kurarak, işçi söylemi kullanan yeni kurulan partilere yönelerek veya farklı inisiyatifler kurarak bunu yapmaya çalışıyor. Bu konuda işçiler sık sık somut adımlar da atıyor.
– Komite, komün, konsey benzeri bir arzu veya yeltenme olabiliyor mu?
Kadim: şu an işçiler memnuniyetsizliklerini TABİB vb. arkadaşımın verdiği örneklerde olduğu biçimiyle belirtiyorlar. Halihazırda istediğimiz düzeydeki bir gelişmeye tekabül eden bir gelişme yok. Yani doğrudan işçi demokrasisini önceleyen örgütlenmeler yok. Bu temel olarak sürekli bizim gündemimizde ama bunun için işçi sınıfının harekete geçmesi ön şartı söz konusu. Son yıllarda belediye işçileri başta olmak üzere diğer kesimlerdeki işçiler arasında ciddi bir homurdanma var. Açıkçası hareket henüz kendi programı kendi örgütlenmesi olan, sınıf kardeşliğini işleten bir düzeye ulaşmış değil.
– Bundan 100-150 öncesindeki işçilerin kendi örgütü olan konsey, veya meclisler acaba o dönemdeki sol anlayışın çok güçlü olmasının etkisiyle mi oluyordu? Günümüzde bu tür işçi örgütlerinin olmaması solun genel olarak kendi içinde çürümüşlüğü ve ayak bağı olmasıyla ile ilgili olabilir mi? Veya o zamanlar işçi sınıfı bakir bir sınıf olduğu için bu örgütler ortaya çıktı diye argümanlaştırılabilinir mi?
Kadim: Ben şöyle düşünüyorum; büyük sanayinin ortaya çıkmasıyla birlikte işçiler kötü iş koşulları, yoğun çalışma, çok düşük ücret, hastalanma vs. vb. güvencesizliğe karşı örgütlendiler: bunlara karşı eylemler yaptı, dernekler, sandıklar kurdular. işçi sınıfının bu eylemleri ve örgütlenme süreci içinde bir teori çıktı. Eğer bugün sol içinde bir çürümeden bahsedeceksek bunun bir açısı işçi sınıfı içinde ciddi bir motivasyonun olmadığı anlamına gelir, diğeri de bizim siyasal hareketlerden bir kurtuluş beklememiz anlamına gelmesinden kaynaklı. Ama bizim şiarımız bu değil, bizim şiarımız işçi sınıfının kurtuluş kendi eseri olmasıdır. Sol düşünceler işçi sınıfının söz konusu eylemleri ve örgütlenme çabaları sürecinde ortaya çıkmasından sonra yavaş yavaş belirginleşti. İşçi sınıfının eylemlerine anlam vermek ve nereye doğru evirileceğine dair entelektüeller arasındaki tartışmaları bunun akabinde ortaya çıktı. Dolayısıyla ben sol içindeki bahsettiğiniz çürümeyi çürüme olarak görmüyorum o başka bir tartışma konusu. Bugün günümüzdeki temel sorun; işçi sınıfının kendisini sınıf olarak yeniden nasıl kuracağı surunudur. 30 yılı aşan sağ doktrinlerin ve onun tezahürü olan neoliberalliğin insanların kafasına bangır bangır yankılandırıldığı bir süreç yaşandı. Son dönemlerde biz biraz işçilerin ideolojik olarak buna karşı savaştıklarının ama bilincinde olmadıklarını gözlemliyoruz. Lakin alttan alta bu eski fikirleri eleştirdiklerini de gözlemliyoruz. Bu önümüzdeki süreçte bunun değişeceğini fikrini veriyor. Çünkü uzun yıllardır işçi sınıfı içinde çalışanlardan biri olarak diyebilirim ki; sağ fikirlerin özellikle emek meselesi üzerine olan düşüncelerinin ne kadar hegomonik olduğunu çok kez şahit oldum. Sanki sınıf olarak bir değişim aşamasındayız. Biz TABİB inisiyatifinde farklı işçi gruplarını bir araya getirdik. Emek meselesini öncelerinde rahat bir şekilde anlatmak çok zor olabiliyordu. Ama şimdi bunu anlatmak daha rahat gibi. Bazı zorlukların yavaş yavaş aşılmakta ve bazı şeylerinde sorgulanmakta olduğunu gözlemliyoruz. Tabi ki bunlara sizin nereden baktığınızla da önemi ve anlamı değişir. Mesela siyasal demokrasi üzerinden baktığınız durumda böyle bir manzara görünmeyebilir.
– Kapitalizm çok derin krizler yaşasa da ve kendisini birçok farklı biçimlerde ve alanlarda var etmeye devam ediyor. Real sosyalizmin yıkılışının toplumlarda farlı bir dünyanın yaratılmasının neredeyse hayal olduğu düşüncesi de kapitalizmin işçi sınıfının bilincini bulandırmasında ek bir etki olarak da kendisini gösterdi. Teknoloji ve bilim de kapitalizmin kontrolünde olduğu koşulların da ayrıca manipülasyonu güçlendiren başka bir etken sayılmaz mı?
Kadim: Evet, kapitalizm kendi krizlerini bile kendi çıkarına kullanabilme becerisine sahip olabiliyor. Bu saydıklarınızın hepsi de elbette önemli ek olumsuzluklar olarak etkili olabiliyor.
– Sizin alanınızda göçmen veya sığınmacı işçi (Suriyeli, Afgan vs.) pek olmaz bunu biliyorum, ama Türkiye’de kendi gözlemim olarak çok yaygın yabancı işçi veya yabancılara karşı özellikle basın yayın ve ırkçı-milliyetçi parti ve örgütlerin de yoğun katkısıyla yapılan ciddi bir yabancı düşmanlığı var. Sizin bu konudaki düşüncelerinizden ve deneylerinizden bahsedebilir misiniz?
Kadim: bizim alanda da zaman zaman göçmen işçi emeğinden yararlanıldığını duyuyoruz. Belediyeler park ve fen ve yoğun fizik gücü gerektiren işleri başka şirketlere verebiliyor (yani taşeron şirketlere) kayıt dışımı değil mi tam bilmiyoruz ama bu yapılıyor bunu duyuyoruz. Temel olarak göçmenler ucuz emek gücü olarak kullanılıyor. Üstüne üstlük aynı zamanda bu insanlar, sanki dünyanın bütün kötülüklerin sebebi bunlarmış gibi ötekileştiriliyorlar da. Irkçılar bunlara karşı bazen çok büyük kampanyalar yaptıkları malumun ilamı. Buna karşı çıkan kendisini işçi sınıfının taraftarı olduğunu söyleyen birtakım girişimler olsa da bunlar çok zayıf durumdalar. Ama bizim temel düşüncemiz nerde olursan ol, nereli olursan ol işçi sınıfı kardeştir ve eşit olmalıdır. Göçmenlik sorununu yaratanın işçilerin olmadığını bunun temel müsebbibinin kapitalist aktörler olduğunu düşünüyoruz. Göçmen düşmanlığına karşı elimizden ne geliyorsa tereddütsüz yapılmasından yanayız.
– Sizin alanınızdaki işçiler işçinde göçmen işçilerin kendi ücretlerinin düşülmesinin bir aracı olarak görülüyor mu?
Kadim: Bizim alanda doğrudan olmamalarına rağmen bu düşünce varlığını hissettiriyor. Bizim alanımızdaki bu düşmanlık güden fikirler daha çok basın yayın üzerinden bildiğimiz siyasi aktörler üzerinden gelen etkilenmeler olarak değerlendirmek daha doğru olur. Ama bu etki çok yaygın değil. Bunlar daha çok tekil olaylar düzeyinde kalıyor mesela bir linç anlayışı veya olayı hiç yaşanmadı. Yani Türkiye’de doğrudan işçilerin yaptığı bir linç olayı yaşanmadı. Çok büyük ırkçı siyasi kampanyalar yapılmasına rağmen, işçi sınıfı içinde bir linç kültürünün gelişmemesi çok önemli.
(Cemalettin Efe)