AKP’li Melih Gökçek, sosyal medya hesabındaki paylaşımıyla tüm LGBTİ+ları ve basına açıklama yapan depremzedeyi nefret saldırılarının hedefi haline getirdi.
Eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı AKP’li Melih Gökçek, Emek ve Demokrasi İttifakı’nın Hatay’ı ziyareti üzerine gerçekleştirdiği basın açıklamasında kendisine mikrofon uzatılan depremzede bir yurttaşın videosunu, “Geçmiş olsun, HDP sözcülüğünü kime bırakmış” diyerek paylaştı.
Depremin ilk günlerinden bu yana Twitter’da siyasetçilerle polemiğe giren ve bu polemikler sonucunda sosyal medya hesabındaki artan etkileşimi mutlulukla duyuran AKP’li Gökçek, bu kez depremden etkilenen yurttaşı nefret saldırılarının hedefi haline getirdi.
Melih Gökçek’in paylaşımı sonrası kendisiyle konuştuğumuz depremzede, “LGBTİ+ları hedef göstermek zaten iktidarın yaptığı bir şeydi. Her şeyden önce insan olarak ortaya çıkamadık. O kadar acımız, o kadar çok kaybımız varken herhangi bir beyanım olmadığı halde sırf görüntümden, konuşmamdan kaynaklı eşcinsel denilerek aşağılanmaya çalışıldım” dedi.
“Her şeyi konuştular, bir acımızı konuşmadılar”
Paylaşımı ve altına gelen yorumları gördükten sonra bu durumun sadece acısına daha fazla acı kattığını ifade eden yurttaş, “Keşke onlar da gelip bizimle dayanışma içerisinde olsaydı. Burada hayatta kalan insanlara ulaşmak için gösterdiğim çabanın yüzde 1’ini gösterseydiler. Öyle dışarıdan saldırmakla olmuyor bu iş. MHP’lisiyle AKP’lisiyle gelip mağduriyetimizi görmüş olsalardı, bugün isimleri, partileri, kimlikleri konuşmuyor olacaktık. Zaten bu insanlar her şeyi konuştular bir acımızı konuşmadılar” dedi.
Paylaşım sonrası çokça mesaj aldığını belirten depremzede, “Birileri bana özelden yazmış, ‘HDP ile mi yaralarını saracaksın?’ diye. MHP de gelseydi onunla da sarsaydım. Tamamen insani olan sarılma duygusundan bahsediyorum. Çok dehşet gördüm, çok kayıp yaşadım. Ben bir yere sarılmak istiyorum. Sarılmak nedir sence? Sarılmanın içini bile vahşileştirdiler, aşağılaştırdılar” ifadesinde bulundu.
Paylaşımdan sonra isim, soyisim, fotoğraf gibi kişisel bilgilerinin sosyal medya trolleri aracılığıyla hızlıca yaygınlaştırıldığını aktaran depremzede, “Zaten güvenli bir alanda değiliz, evimizden yurdumuzdan olmuşuz. Güvenli alanı sağlayabilecek imkanlarımız da kısıtlı. Bu denli tehditlere açık alanlardayken bir yandan da nefret saldırısına uğruyorum. Neden? HDP açıklaması olduğu için! Neden? Onların makbul gördüğü bir görünüm ve konuşmada olmadığım için. Bu insanlar tarafından yarın öbür gün darp edildiğimde bunun hesabını kim verecek?” dedi.
Peki hedef gösterildiği açıklamada ne anlatıyordu?
Öne çıkarılması gerekilen şey depremde ve sonrasında yaşadığı durumları aktaran bir depremzedenin ‘ne anlattığı’ olmalıyken, bugün onu konuşmamızın önü belli ki bilinçli olarak tıkatılıyor. Açıklamayı yapan kişinin kim olduğu, nasıl olduğu, ne kadar lubunya veya ne kadar HDP’li göründüğünden çok ne anlattığı ve bundan sonra ne anlatacağının korkusu da olabilir mi?
Anlatılanı görünmezleştirmemek için Yurttaş TV’nin yayınladığı video haberden aldığım o konuşmaları yazılı hale getirerek paylaşıyorum:
“Her şey kontrol altında dediler. Evet, kontrol altındaydı; çünkü göçük altındaydı herkes!”
“Ben bir Antakya’lıyım. Depreme 5. katta yakalandım. Nefes alıyorum, bunun için şükretmem gerekiyor mu bilemiyorum. 16 gündür platformda (Deprem Dayanışma İnisiyatifi) insanlara nefes olmaya çalışıyorum.
Yaşadığımız çaresizlik mi, dehşet mi, kötü bir Netflix dizisi mi? Hayır, hepsinden daha ağır. Dostlarım, arkadaşlarım, insanım, Antakyalım, Samandağlım, Defnem yıkıntılar arasındaydı. Gözlerimle dehşeti gördüm. 3 gün boyunca ne AFAD, ne bir yetkili, ne bir belediye başkanı, ne iktidardaki sorumsuz sorumlular yoktu. Sorunsuz bir şekilde açıklama yaparak, ‘Her şey kontrol altında’ dediler. Evet, her şey kontrol altındaydı; çünkü göçük altındaydı herkes!
“Mezarlarımızı bize sattılar”
Kentsel dönüşüm adı altında bize saçma sapan bir kanun çıkardılar. Müteahhitler gidip Çevre Şehircilik Bakanlığı’na rüşvetler verdi. Belediyeyi biz kendi ellerimizle seçtik, o belediye meclisi çok katlı binalar verdi, binaları milyonlara satıyorlardı, ama hepimiz şunu anladık: Mezarlarımızı basiretsiz yöneticiler kanalıyla bize sattılar!
Armutlu’da hayallerimiz vardı, çocukluğumuz vardı, dünyamız vardı, dostlarımız vardı. O insanların parası mı vardı da gidip yalılarda oturmadılar. Hayır, tamamen sistemin esiri oldular. Rüşvetlerle insanları orada yaşamaya mecbur bıraktı bu iktidar.
Van’dan bir teyze bize ekmek yapmış göndermiş. İsmini hatırlamıyorum. O beni çok mutlu etti. Çünkü burada insanlar doğu, batı, güney, kuzey; Arap, Kürt, Ermeni demeden tek bir yürek altında bize desteğe gelmişler. İktidar, bize bu desteği yapabildi mi? Buraya gelen çocukların ellerinde para yok; ama buraya gelip imece usulü çalıştılar. Bunu sevgili iktidarımız yapabildi mi? Hayır! Sevgili bakanlarımız ne diyordu? Deprem tatbikatı yapıyordu, yüzümüze gülerek, ‘Hazırız’ diyorlardı. Neye hazır olduğumuzu hepimiz gördük.
16 gündür köylere bir şeyleri koordine etmeye çalışıyorum. Bana soruyorlar sen ne iş yapıyorsun diye. Ben sadece insanlığımı yapmaya çalışıyorum. Ben kimim diye sordular, ‘Ben sadece insanım’ dedim. Bu kentte hayatta kalan bir Antakyalı olarak nefes olmaya çalıştım insanlara.”
Bu kısımdan sonra herhangi birisinden aktarım yapmadan bir şeyler anlatacağım. Deprem’in 2. günü yanıma bir sırt çantası ve bir kamera alarak meslektaşımla birlikte yola çıkarken neler yaşayacağımdan, göreceğimden bihaberdim. Bunların üzerine konuşmak hala benim için kolay değil; fakat şimdi hedef gösterilen depremzedeyle ilgili konuşma ihtiyacı hissediyorum.
Gökçek’in hedef gösterdiği kişiyle Hatay Defne’ye gittiğim ilk gün sokakta karşılaştım. Ağlayarak konuşuyor, bir yandan acısını anlatıyor ama hemen toparlayıp, yapılacak çok şeyin olduğunu söyleyip oradan oraya kosturuyordu. Sürekli birilerinden gelen yardım çağrılarıyla telefonu bir saniye bile susmuyordu.
İlk günlerim, gündüz haber takibi bittikten sonra akşam Deprem Dayanışma İnisiyatifi’nin kurduğu alana gidip “Bugün nerede yatacağız” sorusunu sorarak geçiyor ve yine seçeneksizliklerden dolayı ateşin başında sabahlama kararı veriliyordu. Ateşin başında sabahlayacağım bir gün bu kişi yanıma geldi, “Sen çok yoruldun dinlenmen gerekiyor” dedi ve beni alıp köydeki bir eve götürdü. O köyün bulunduğu bölge, depremde hiç hasar almamış, tehlike tabi var ama seçenek olmadığı için tüm eş, dost, akraba toplanmış burada kalıyor. O gün orada kaldıktan sonra sabah bir ailenin cenazesine gittik. Tüm ailesini kaybetmiş Mediha ablayla depremden sonra tanışmış. Herkese olduğu gibi ona da omuz olmuş, güç olmuş. Şimdi tüm kayıplarından sonra birbirlerine tutunuyorlar. Cenazeden ayrıldıktan sonra arabaya bindik her saniye yeni birinin ölüm haberini alıyordu. Bir yandan ağlıyor bir yandan kendini toparlayıp ona ihtiyacı olan insanlarla konuşmaya devam ediyordu. Onun çabası daha önce görmediğim bir şeydi. Daha kendi yarasını saramadan herkesin yarasını sarmak için koşturdu durdu. Konuşmak için ağzını açtığında çıkacak sesi bile kalmamıştı. Ses telleri dayanamadı acısına, o yine herkese ses olmak için devam etti.
Bana evini açan, karnımı doyuran, kalbimi doyuran bir depremzedenin, birilerinin üç kuruşluk siyaset hayatları için hedef göstermesini bu nedenle konuşmak istiyorum. Orada hayatta kalanları konuşma istiyorum. Yarattıkları fobiyi, ötekinin ötekisi olanların ne yaşadıklarını konuşmak istiyorum.
Devletin tüm ideolojik, politik, askeri kurumlarıyla ürettiği LGBTİ+ fobiyle her gün her an karşılaşmak zaten çok mümkünken; savaşlar, afetler ve 6 Şubat depremlerinde gördüğümüz eylemsizlik sonucu toplu katliama dönüşen bu gibi felaketlerde LGBTİ+ların yaşadığı sorunlar daha da derinleştiriliyor.
Bugün bir depremzedeyi nefret saldırılarının hedefi haline getiren Melih Gökçek örneğinde gördüğümüz bu mekanizma zaten hayatın her anında LGBTİ+ların yaşamını zorlaştırmak için örgütlü bir şekilde ve bazen sinsice ama çoğu zaman açık olarak işletiliyor.
Bu gibi toplumsal yıkımlarda ne mi oluyor? “Aile, toplum, devlet” üçgeni içinde örgütlü ve politik bir şiddetin daimi hedefi olan LGBTİ+lar, güvensiz, heteronormatif toplu alanlara mecbur bırakılıyor. Normal yaşam alanlarında zaten ‘kabul’ yokken ve güvenli alanları oluşturmak için bu kadar çaba varken bu gibi felaket zamanlarında LGBTİ+ların kaybettiği şeyler evlerden, arabalardan kısacası maddi şeylerden ibaret olmuyor. Kaybedilen, ‘güvenli olana dair her şey’ oluyor.