“Ben azınlıkların da başbakanıyım”
“Evet dostum, sorun da bu zaten”
Hollanda 22 Kasım’da kritik bir seçim yaptı. 25 partinin Temsilciler Meclisi’nde koltuk sayısını artırmak ya da var olan koltuk sayısını elinde tutmak için girdiği yarış hem Hollandalılar hem mülteciler hem de Hollanda’da yaşayan azınlıklar için büyük bir önem taşıyordu. Sonuç olarak Hollanda halkı, aşırı sağcı, İslam ve mülteci karşıtı popülist söylemleriyle öne çıkan Geert Wilders’ın Özgürlük Partisi’ni (PVV) Meclis’te sayıca üstün kıldı.
Seçime giden yol ve Rutte kabineleri
Bu seçime giden yolun taşları, 13 yıl boyunca, neoliberal ve muhafazakar bir parti olan Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD) tarafından döşendi. 2010 yılında VVD lideri Mark Rutte önderliğinde sağcı koalisyonla kurulan hükümet, kamu harcamalarının yapılandırılmasını ve güvenliğin artırılmasını önemli görevler olarak gördü. Ekonomik krizle mücadele etmeyi ve göçü sınırlamayı planlayan ilk Rutte kabinesi, 2013 yılının bütçesine dair görüşmelerde yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle Nisan 2012’de düştü.
Eylül 2012’de yeniden yapılan seçimleri VVD ve sosyal demokrat İşçi Partisi (PvdA) önde götürdü. İki parti bir koalisyon anlaşmasının ardından Kasım’da hükümeti kurdu. Bu hükümet, 1998’den bu yana tüm parlamento dönemini tamamlayan ilk Hollanda kabinesi ve II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en uzun süre hizmet veren kabine oldu. Ancak 2017’de hükümet ömrünü tamamlamadan önce MH17 krizi[i] olarak adlandırılan ve 196 Hollandalı’nın ölümüyle sonuçlanan bir uçak faciası ve Groningen’de doğalgaz çıkarmak için yapılan çalışmaların ardından bölgedeki depremlerin artması ciddi huzursuzluklara neden oldu.
2017’de VVD, Hristiyan Birliği (CU), Hristiyan Demokrat Parti (CDA) ve Demokratlar 66 (D66) tarafından yeni hükümet kuruldu. Hükümetin başına yine Mark Rutte geçti. Üçüncü Rutte dönemi olarak bilinen süreçte Covid-19 krizi, sığınmacı yoğunluğu, topraktaki zehirli maddeler nedeniyle inşaat projelerinin durdurulması gibi sorunlarla karşı karşıya kalırken, Pieter Omtzigt’in ortaya çıkardığı “çocuk bakımı ödeneği skandalı”[ii] hükümetin istifasına neden oldu.
VVD, CU, CDA ve D66, 2022’de yeniden koalisyon hükümetini kurdu. Bu hükümet ise çok dayanamadı ve sosyal medyadaki ifadeyle “mülteciler yüzünden” düştü.
Artan göç nedeniyle, 2022’nin yaz aylarında sığınmacı kabul merkezi Ter Apel’de yer kalmayınca insanlar dışarıda yattı. Bu süreçte 3 aylık bir bebek ve bir erkek yaşamını yitirdi. Kızıl Haç tıbbi yardım göndermek zorunda kaldı. Tüm bu yaşananlar sonucunda Ter Apel’e “çekidüzen” verilmeye çalışıldı. Ancak mülteci akını devam ediyordu. Hükümet, yeni dağıtım planları ve bütçe hazırlarken, göçü kısıtlamanın yolları da arandı. Rutte, Hollanda’da oturum izni alan mültecilerin ailelerinin de ülkeye gelişine kısıtlama getirmek isterken, ailenin birliği konusunda tutucu olan Hristiyan Birliği buna karşı çıktı. Uzun süren görüşmelerden sonuç alınamayınca Rutte istifa etti ve hükümet düştü.
Bütün bu zamanda Hollandalıların alım gücü azaldı, vergiler ve yoksullaşma arttı. Konut krizi daha da büyüdü ve elbette tüm bunların faturası mültecilere kesildi.
Öne çıkan partiler
Rutte’nin Temmuz 2023’te istifasının ardından hızla başlayan seçim maratonu tempolu ve çalkantılı geçti. Hükümetten istifa ettiği gibi parti liderliğinden de çekilen Mark Rutte, yerini Adalet ve Güvenlik Bakanı, aslen Dersimli Dilan Yeşilgöz-Zegerius’a devretti. Seçim süreci boyunca kendisi hakkında en çok öne çıkan şey, mülteci geçmişi ve mülteci karşıtı söylemleri oldu. Söylemleri, partisinin ona duyduğu güven ve popülerliği ile kendisini destekleyen-desteklemeyen büyük bir kesim için “Hollanda’nın muhtemel başbakanı” olarak görüldü. Her ne kadar Türkiye ve Kürdistan’da “Dersimli Kürt Dilan Yeşilgöz Başbakan oluyor” sevinci yaşansa da Hollanda’da yaşayanlar aynı coşkuyu pek hissedemedi. Çünkü Dilan Yeşilgöz, bir mülteci olarak geldiği Hollanda’da Adalet Bakanı olabilmesini “bir mucize ya da müthiş bir şey olarak” yorumlasa da ülkesinde artık mülteci istemediğini, koalisyonlar içinde “sulu tavizler” vererek sorunun çözülemeyeceğini öne sürüyor. Neoliberal politikaları destekleyen ve görece muhafazakar bir yol izleyen Yeşilgöz, ülkesinin kalkınmasının yolunu şirketlerin güçlenmesinde görüyor. Seçim sürecinde “Hollanda’da zaten pek çok sorun var. Yıllardır ev için bekleme listesinde olan insanlar için bu adil mi?” sorusunu soran Yeşilgöz faturayı elbette sermayeye değil, yoksula ve mülteciye kesti. Yeşilgöz, gelecek hükümette Wilders ile çalışabileceğinin de mesajını vermişti.
Yeşilgöz’ün karşısındaki sol muhalefette ise GroenLinks (Yeşil Sol Parti) ve İşçi Partisi ittifak kurarak eski Dışişleri Bakanı ve eski Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Frans Timmermans’ı aday gösterdi. Yoksulluğu azaltmaya ve iklim krizinin çözümüne odaklanan ittifakın programında mülteciler için sağlıklı ve insani koşulların sağlanması, hızlı entegrasyon ve iş yaşamına katılım konusunda daha olumlu ifadeler yer aldı. Bununla birlikte Timmermans seçim sonrası konuşmasında, “Hollanda’da herkes eşittir. Savaştan ve şiddetten kaçıyorsanız Hollanda’ya hoş geldiniz” dedi.
Ülkesinin müslümanlar tarafından işgal altında olduğunu ve sığınmacı olarak gelenlerin aslında Avrupa’yı ele geçirmeye çalıştığını öne süren Geert Wilders ise her zamanki gibi mültecileri hedef gösteren açıklamaları, medyayı etkili kullanımı ve keskin söylemleriyle dikkat çekti. Seçim ve parti programında camileri ve müslüman okullarını kapatacağını vaat eden Wilders, tıpkı ırkçı Ümit Özdağ gibi kısa sürede sığınmacıları göndereceğini, “sıfır sığınmacı” politikası uygulayacağını belirtti. Wilders’a göre ülkedeki sorunların temel kaynağı mülteciler ve onlara yapılan harcamalar. Özellikle konut krizinde, mültecilerin, bir konut sahibi olmak için Hollandalılardan çok daha kısa süre beklemesi ve Hollandalıların ikinci sınıf vatandaş konumuna düşürüldüğünü iddia etmesi “Wilders haklı” algısı yaratsa da çok iyi biliyoruz ki “Bizi soyanlar yoksul mülteciler değil, buralı zenginler”. Çünkü elinde 60 binden fazla konutu tutup kiraya vermeyen, konut krizini katmerlendiren mülteci değil, Hollandalı mülk sahibi.
Wilders, Hollanda’da ciddi bir öneme sahip iklim krizi gibi konuları ise “anlamsız” ve “küreselcilerin bir oyunu” olarak nitelendirirken, iklim harcamalarında “0 euro” politikası uygulayacağını ve iklim yasalarını öğütücüden geçireceğini vaat etti.
Yolsuzlukları ortaya çıkarması nedeniyle “dosya kaplanı” adını alan eski Hristiyan Demokrat Parti’li Pieter Omtzigt’in partisi Yeni Toplumsal Sözleşme (NSC) de seçim süreci boyunca ilgi gördü. “Dosya kaplanı” profilini etkili kullanan sağcı-liberal Omtzigt’in seçmene yansıttığı güven, yeni partisiyle girdiği ilk seçimde sonuçlara da yansıdı.
Cehennemin kapıları aralanıyor (mu?)
Türkiye’de, Hollanda’da seçimlerin bitmesine 4-5 saat kala başlayan “Dilan Yeşilgöz başbakan oldu” haberleri soldan sağa tüm haber sitelerinde “bu haberi hızlı girelim” düşüncesiyle kontrol edilmeden yayınlanırken, saat 21’den sonra herkes büyük bir sürpriz yaşadı. Buna Dilan Yeşilgöz ve Geert Wilders’ın da dahil olduğunu söylemek mümkün. Wilders’ın partisi, Temsilciler Meclisi’nde sandalye sayısını 17’den 37’ye çıkarırken, Yeşilgöz’ün partisi 34 sandalyeden 10’unu kaybetti. Wilders’ın sevinci Türkiye medyasına da yansımıştı. Bir diğer sağcı Omtzigt’in partisi NSC ise girdiği ilk seçimde 20 sandalye kazandı. Sosyal demokrat muhalefeti temsil eden Yeşil Sol-İşçi Partisi ise sandalye sayısını 18’den 25’e çıkardı.
Temsilciler Meclisi’nde 150 sandalyenin çok önemli bir kısmını (115) sağcı partilerin kazandığı seçimlerde sol ciddi bir kayıp yaşadı. Meclis’te temsil edilen 15 partiden 10’u sağın farklı renklerin oluşuyor. Bununla birlikte Yeşil Sol-İşçi Partisi’nin daha solunda kalan Sosyalist Parti’nin sandalye sayısı 9’dan 5’e, Hayvan Partisi’nin ise 6’dan 3’e düştü. 1 kişiyle temsil edilen BIJ1 ise Meclis’teki yerini kaybetti.
Wilders’ın zaferinin, onun haklı olmasından ya da Hollandalıların ırkçı olmasından, iklim sorununu Hollandalıların saçmalık olarak görmesinden kaynaklandığını söylemek güç. Bu zafer belirsizliklerden yorulmuş, günden güne geçimi zorlaşan, yıllarca konut bekleyen insanların; keskin ve net söylemlerle, tipik popülist mülteci karşıtı vaatlerle başarılı bir biçimde manipüle edilmesinden kaynaklanıyor. Elbette bunları söylerken, gerçekten Wilders’ın nefret içeren söylemlerini coşkuyla destekleyen ırkçıları dışarıda tutmak gerekiyor.
Seçimi Wilders’a kazandıran bir diğer etkenin ise Dilan Yeşilgöz’ün seçim stratejisi olduğu düşünülüyor. Yeşilgöz’ün Wilders’la koalisyon kurmaya göz kırpmasının, göç konusunda daha katı düşünen insanlara yeni bir seçenek sunduğunu belirten uzmanlar, Wilders’ı izole etmemenin ciddi bir hata olduğuna dikkat çekiyor. Öte yandan Yeşilgöz, seçimlerin kendileri için bir hayal kırıklığı olduğunu da açıkça dile getirerek, Wilders ile bir koalisyona girmeyeceklerini, merkez sağ bir koalisyon için çalışacaklarını belirtti.
Seçim gecesi Wilders’ın ilk icraatlarından biri, Fas bayrağı ile adının yazılı olduğu bir pankartı taşıyan gencin yer aldığı bir kutlama fotoğrafını “Tamam, sen kal” yazarak X’te paylaşması oldu. Ardından yine sosyal medya hesaplarında, Wilders’ı eleştiren Faslı, Müslüman gazetecilere ve siyasetçilere ırkçı hesaplardan hakaretler yağdı. Hollandalı aileler, çocuklarının Faslı, Suriyeli ya da Yemenli okul arkadaşlarının korku içinde ülkeden gönderilmesinden endişe duyduğunu paylaştı. Hollandalılar demokrasilerinin tehlike altına girdiğinden ve kendilerini daha zor günlerin beklediğinden endişe etmeye başladılar.
Solcusundan sağcısına pek çok insan “Cehennemin kapıları aralanıyor mu?” sorusunu sorarken, soldan Wilders’a eylemlerle yanıt geldi. Ülkenin birçok merkezi kentinde düzenlenen protestolarda ırkçılık karşıtı pankartlar yer aldı. Seçim gecesi Yeşil Sol-İşçi Partisi ittifakının adayı Frans Timmermans duygusal bir konuşma yaparak şunları söyledi:
“Hollanda’dan kimsenin gitmesine izin vermiyoruz. Ve eğer önümüzdeki birkaç gün içinde mahallede, okulda ya da işte bu geceden sonra ‘ben hala buraya ait miyim?’ diye düşünen insanlarla karşılaşırsanız. O zaman çok net bir şekilde şunu söyleyin: Evet! Hollanda’da bizimle aynı fikirde olan diğer tüm demokratlarla omuz omuza hukukun üstünlüğünü savunmaya devam edeceğiz.
Hollanda’da herkes eşittir. Beşiğinizin nerede olduğu önemli değil. Buraya aitsiniz. Ayrıca Hollanda’daki insanlara ve dünyanın savaş çıkabilecek ve kaçmak zorunda kalacakları yerlerinde yaşayan insanlara sesleniyorum: Biz iktidarda olursak, savaştan ve zulümden kaçmak için buraya geldiğinizde hoş karşılanacaksınız ve bu asla değişmeyecek!”
Hollandalılar, mülteci kamplarında bekleyen insanlara, Wilders’ın onları kolayca gönderemeyeceğini, istediği gibi yasa çıkaramayacağını anlatarak endişelerini gidermeye çalışıyor.
Endişeler haksız olmamakla birlikte, Wilders’ın istediğini yapması gerçekten de zor görünüyor. Hükümet için gereken koalisyonun kurulmasının uzun sürmesi beklenirken, Wilders’la çalışmayı, liderliğini “Reptilyanların dünyayı yönettiğini” düşünen Thierry Baudet’in yaptığı Demokrasi Forumu (FvD) gibi küçülen ırkçı partiler haricinde isteyen bir partinin şimdilik olmadığını söyleyebiliriz. Hükümet kurulsa bile, Wilders’ı vaatlerini gerçekleştirmesi de karşısında etkili bir muhalefet söz konusu olduğu taktirde pek mümkün olmayacak.
Seçimlerin Temsilciler Meclisi’nde sandalye kazandırıp kaybettirmekten ibaret olmadığı elbette açık. Wilders’ın zaferi; Hollanda’da daha fazla nefret ve ırkçılığa, zenginler için daha fazla sübvansiyon ve yoksullar için daha fazla baskıya, daha az eşitliğe ve daha ciddi iklim sorunlarına, kısaca Hollanda için cehenneme kapı aralıyor. Ancak dünyanın her yerinde olduğu gibi, kapıları açmaya çalışanlar, kapıya kilit vurmaya çalışanların direnişiyle karşı karşıya kalmaya devam edecek.
[i] 2014 yılında Amsterdam Schiphol Havalimanı’ndan Kuala Lumpur Havalimanı’na giden, 283 yolculu ve 15 kişilik mürettebata sahip MH17 sefer sayılı uçağı, Ukrayna ve Rusya arasında yaşanan çatışma bölgesine yakın bir yerde düştü. Uçakta yaşamını yitirenlerin 196’sı Hollandalıydı. Uçağın Buk Füzesi ile vurulduğu iddia edildi.
[ii] Sorun 2004’ten beri var olmasına rağmen ancak 2017’den itibaren ilgi görmeye başladı ve bir skandal haline geldi. Araştırmalara göre bazı durumlarda kurumsal ırkçılık , kurumsal önyargı ve hukukun üstünlüğünün temel ilkelerinin ihlali söz konusuydu. 2004’ten 2019’a kadar olan dönemde çocuk bakım yardımından 70 bin çocuğu olan tahmini 26 bin ebeveyn etkilendi. Çoğunlukla küçük hatalar yapmışlardı veya çocuk bakıcısı kurumları veya çocuk bakım merkezleri tarafından yanlış bilgilendirilmişlerdi ve bu nedenle ödeneğin tamamını geri ödemek zorunda kalmışlardı.