Üçüncü Gezi davasının bugün görülecek altıncı duruşmasında mahkemenin karar vermesi bekleniyor. Duruşma savcısının, Mücella Yapıcı ile birlikte ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istediği sanıklar arasında 1633 gündür tutuklu bulunan Osman Kavala da var.
1634 gündür Silivri Cezaevinde tutuklu olan Osman Kavala’yla birlikte Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Can Atalay ve Tayfun Kahraman gibi isimlerin yargılandığı Gezi davasında sona gelindi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya Osman Kavala yine getirilmedi. Kavala SEGBİS’le duruşmaya cezaevinden katıldı. Diğer sanıklar ise salonda hazır bulundu.
Duruşmayı Avrupa Komisyonu’ndan temsilciler, Avrupa ülkelerinin konsolosları ya da temsilciler, Türkiye’den milletvekilleri, STK’lerden temsilciler ve gazeteciler olmak üzere 200’e yakın kişi takip etti.
Yargılanan hak savunucuları 4 Mart’ta Savcı Edip Şahiner’in ceza istediği mütalaaya karşı son savunmalarını yapıyor.
Altınay: Kallavi bir özür bekliyorum
Duruşma Hakan Altınay’ın savunmasıyla başladı. Altınay şöyle konuştu:
İddia makamının esas hakkında mütalaasını okudum, dehşet içinde kaldım. İddia makamının görüşü, verilen birçok yargı kararını ve en temel gerçekleri tekrar tekrar görmezden geliyor. İddia makamı bana ve eylemlerine dair suçlamalarımı mütalaanın 55-56 sayfasında 600 kelimede ifade etmiş. İddia makamı benim Açık Toplum’da danışma kurulu ve yönetim kurulu başkanlığı, Anadolu Kültür’de yönetim kurulunda olduğumu söylüyor. Her ikisinde de değilim.
Yıllardır farklı farklı heyetler ‘suç bulamadık’ diyor. İki kurumda görevde değilim, imza yetkim yok, ama hala bu iddialar dile getiriliyor. İnsanın aklını yitirmesi işten değil. Sayın hakim nasıl yol alacağız? Hakikati nasıl tespit edeceğiz?
İkinci konu ise telefon tapeleri. İstanbul emniyetinin zehirli ağacın zehirli meyvesinin zehrini nasıl etkisiz hale getireceğini çözdüğünü kabul etmemiz gerekiyor. Peki başka birinin gelip “Zehirli ağacın zehirli meyvesinden çok güzel reçel yaptık” demesinin yolunu açmanın sorumluluğuna hazır mısınız?
Benim telefonlarımı dinleten savcı ve yargıçlar FETÖ’den yargılandı ve ceza aldı. Bu dinlemeleri yapanlar FETÖ üyesi olabileceğinden bu delillere muvafakat etmiyorum.
Kimi suça teşvik ettim, hangi suç aletini savundu? Kimse tek delil olmadan böyle bir suçlama yapamaz. Buna izin vermek, itiraz etmemek Türk milletine hakarettir. İddia makamı çevrilmiş araba resimleri koymuş.
Ben mi çevirdim arabaları, çevirin mi dedim? Çevirenlerden biri “Hakan Altınay çevir dedi” mi dedi? Ceza davasına dair konu olabilecek tek bir delil gösterilemiyor. Yazıklar olsun. Sadece beraatımı talep etmiyorum, kallavi bir özür bekliyorum.”
Yapıcı: Gezi sönmeyecek umuttur
Hakan Altınay’ın ardından Mücalle Yapıcı esas hakkındaki savunmasını yapmak için kürsüye geldi. Yapıcı savunmasında şunları söyledi:
Gezi’ye katılan milyonlarca yurttaştan biri olarak bir şeyler söyleyeceğim. Niyetinizi ve korkularınızı biliyor ve bu beyhude çabaları reddediyorum. Çünkü bizler Gezi’yi yaşadık ve biliyoruz.
Gezi bu ülke tarihinin en demokratik, yaratıcı, eşitlikçi ve en kapsayıcı barışçıl kitlesel harekettir. Birlikte konuşup karar vermenin, yaşamın her türlüsüne sahip çıkmanın duvar yazısı olmuştur.
Ölümcül polis şiddetine karşı her şehirde yankılanan itirazın adıdır Gezi. Hayali senaryolara dayanan suçlamalar, terör, darbe, dış güçlerin oyunu gibi asılsız ithamlar ve tarafsızlığı çoktan tartışmalı hale gelmiş yargısal zorlamalar Gezi Direnişi’nin tarihsel gerçekliğini değiştiremez.
Zira bu iddianameler ve ithamlar bir zümrenin eseriyken, o gerçekliğin şahidi milyonlardır. Gezi Direnişi’ni suçla, terörle, darbeyle, kalkışmayla anılan bir eyleme dönüştürme çabası hiçbir delile, tanıklığa ya da başkaca bir somut gerçekliğe dayanmıyor.
Sadece temelsiz bir yorumdan ibaret. Siz de biliyorsunuz çünkü dersini gördüğünüz hukukun kabul edebileceği tek bir delil, ispat bulamadınız, yaratamadınız da.
Gezi Direnişi’nin demokratik hak ve ifade özgürlüğü çerçevesinde son derece meşru ve anayasal bir zeminde gerçekleştiği hakikatin ta kendisi.
Gezi’yi büyüten ve kitleselleştiren Taksim Dayanışması veya bireysel katılımcıların sosyal medyadan yaptığı destek çağrıları değil, toplumsal gerilimi artıran polis şiddeti ve dönemin hükümetinin bu gerilimi yatıştırmaktan uzak açıklamalarıydı.
Taksim Dayanışması bu süreçte tüm yetkililere yurttaşların talep ve beklentilerini iletmek ve kamu idaresine yükümlülüklerini hatırlatmak üzere diyalog kurmaya çabaladı.
Tekrarlıyoruz; Taksim Dayanışması, bileşenleri, talepleri, basın açıklamaları, etkinlikleri belli, bilinen, aleni, meşru, yasal ve demokratik bir yurttaş ve kurum dayanışmasıdır.
Dayanışmamızın bileşenleri anayasal hak ve ödevlerini yerine getirir. Etkinliklerimiz ve çağrılarımız bütünüyle yasal, meşru ve barışçıldır.
Taksim Dayanışması tarafından alınan kararların hiçbiri kapalı kapılar ardında alınmadı, alınmaz da. Gezi süresince hiçbir şekilde fon kullanılmadı; hiçbirimizin kursağından beş kuruş fon geçmedi.
Gezi Direnişi fon ile para ile açıklanamaz; Gezi süresince tüm ihtiyaçlar imece usulü karşılandı. Emekliler evden yoğurt kapları içerisinde börekler getirdi, ucuzluk marketlerinden öğrenci harçlıklarıyla alınmış meyve suları servis edildi.
Gezi’de toplumun huzuru o kadar gözetilmişti ki yapılan halka açık forumlarda yüksek ses çıkmaması için alkış yerine el sallanıyordu, düzenli olarak çöpler Gezi’deki yurttaşlar tarafından toplanıyordu.
Bu kadar benzemezin, farklı dünya görüşünün ve çoğulcu talebin bir araya gelmesini sağlayan Taksim Dayanışması veya bu üç kişi değil; siyasal iktidardır.
Orantısız güç kullanımı provokasyonun ta kendisiydi. O provakatif müdahalelere kolluğu sevk ve idare eden tüm şeflerin, müdürlerinin Fethullahçı Çete mensubu olduğunu daha sonra hep birlikte öğrenmedik mi?
Tepkilerin sadece Taksim’de değil, tüm Türkiye’de büyümesinin nedeni anılan provokasyonun birinci elden sorumlusunun; polis şefleri, onları bu görevlere getirenler ve “emri ben verdim” diyenler olduğu açık.
Polis şiddetinin yaşamlarımızı nasıl kararttığını unutmadık. Onlarca arkadaşımızın gözlerini kaybetmesinin, binlercesinin yaralanmasının, bunun ardından faillerin ve azmettiricilerin cezasız bırakılmasının böylesi bir hukuk tanımazlıktan beslendiğine şahit olduk.
Biz bu davayı reddediyoruz! Biz, amansızca bu ölümlere ve yaralanmalara neden olanların adil bir şekilde yargılandığı günleri de göreceğiz.
Gezi’nin emekten yana, yoksuldan yana, doğadan yana, ezilmişten yana, ötekileştirilenden yana, kadından yana, barıştan yana her direnişin içinde yer alacağı, direnen herkesin dilinden düşürmeyeceği bir şarkı olduğunu unutturmak istediğinizin farkındayız.
Ülke tarihinde bir onur sayfası olarak yer alan Gezi Direnişi’ni, bu ülkenin geleceğine sahip çıkan demokrasi ve özgürlük çığlığını karalama çabanız beyhude.
Bu ülkeye gelecek olan demokrasi, onca baskı ve şiddete rağmen kısamadığınız seslerin Gezi’deki yankısından güç alıyor.
Gezi, bu ülkede toplumsal barışın en gözle görüldüğü, elle tutulduğu yerdi. Bu iddianame ve esas hakkında mütalaa akla, vicdana sığmıyor, adalet barındırmıyor, bilime dayanmıyor, insan olmanın gereklerine saygı duymuyor.
Gezi Parkı protestolarına katılan milyonlarca insan, yurttaşlık haklarını savunuyordu. Bu, her bir yurttaşın sorumluluğudur, biz sorumluluğumuzu yerine getirdiğimiz için yargılanıyoruz.
Savcının komplo teorisi ve ağır ceza tehditleri karşısında tekrar söylüyoruz: Biliyoruz ve inanıyoruz, biliyorum ve inanıyorum ki Gezi eşitlik, özgürlük, adalet ve demokrasi için bu ülkenin sönmeyecek umududur.
Mine Özerden: Çürüttüğümüz iddialar tekrar önümüzde
Mücella Yapıca’dan sonra Mine Özerden kürsüye gelerek konuştu.
Özerden savunmasında “Bizi burada sanık olmaya maruz bırakan süreç doğal değil. Savcı Edip Şahiner’in mütalaasının beraat ettiğimiz iddianameden farkı var mı? Şahiner beraat ettiğimiz duruşmalarda tekrar tekrar ve teker teker çürüttüğümüz iddiaları özet olarak önümüze koyuyor. Üstelik gizlisi saklısı olmayan, yasala aykırı olmayan olay ve olguları suç gibi gösteriyor. Gezi eylemleri, nedenselliği ve bizlerle hiç ilgisi olmayan şiddeti bizlerle ilişkilendirmeye çalışıyor. Birinci sınıf hukuk öğrencisi bile şaşkınlıkla izliyordur bunu. Benim Gezi’yi fonlamak için aracı olduğum iddia ediliyor. Böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Yeterli param olsa gerekli kapsamlı gaz maskesi alır herkese dağıtırdım” dedi.
Mater: Hayatımda böyle bir senaryo okumadım
Özerden’in ardından Çiğdem Mater konuştu:
İnsanın sürekli kendini tekrarlamak zorunda bırakılması epey zor bir şey, ama içinde bulunduğumuz durum gereği buna mecburuz.
Beraat ettiğimiz yargılamadan 2 yıl sonra neredeyse aynı mütalaayla karşılaştık. Daha önce defalarca belirttim, dosyaya belgeleriyle sunduk ama savcılık ya belgeleri görmedi ya da kendi doğrusuna inanmaya devam etti.
Ben bir sinemacıyım. Bazı filmleri yapabilir, bazı filmlerse proje olarak kalır. Sinema pahalı bir sanattır, finansman bulamazsanız yapamazsınız. Savcılık film çalışmamızın Gezi parkı eylemlerinin başarıya ulaşmadığı gerekçesiyle yarım kaldığını iddia etmiş.
İddianamesinde film çektiğimizi söylemiş, sonra bundan bahsetmiş, filmi bulamamıştı. Bana hiç sormadı ama sorsaydı ona bizim sinemayı başarılı hikayeleri değil tarihe tanık bırakmak için yaptığımızı söylerdim.
Bu mütalaa ve iddianameler 2013teki protestoların toplumsal hafızadaki algısını değiştirmeyecektir, Gezi orada duruyor. Hukuk eğitim almadım ama bu tuhaf yargılama nedeniyle mecbur olmadığım birçok şeyi öğrenmek zorunda kaldım.
Somut delil olmadan birinin suçlanamayacağı gibi. Bunun hukuk fakültesinin ilk yılında öğretildiğini sanıyordum. Bir filmle hükümetleri zor durumda bırakmak mümkün değil ama iktidarlar kendilerini zor durumda bırakabiliyor.
Savcılık mütalaasında gezi protestolarını nasıl bir takvime oturttuğunu anlamadım. Suç oluştuğu tarihle suç olduğu eylemler arasında zamansal bir örtüşme yok. Garaj İstanbul’da bir toplantıya katıldığım iddia edilmiş.
O toplantıya katılmadım, o tarihte İzmir’deydim. Biletlerimle kanıtları dosyaya sundum ama savcı galibe görmemiş. Ofisimi revire çevirdiğimi söylemiş. Orası bir ev.
İddia makamı apartman sahanlığındaki suçlulara yardımcı olduğumu söylüyor. Bu suçlular kim? Fiziki takibi yapan polisler onları da biliyorlardır herhalde.
Dosyada önünüze konan tapeler Anayasa ile koruma altında olduğuna inandığım kişisel verilerim, karanlık bir dönemin bir kısmı tutuklu bir kısmı firari olan yetkilileri tarafından toplanmıştır. Kıymetlendirmeyi kabul etmiyorum.
Katılmadığım bir toplantı üzerinden savcılık makamı niyet okuyor, bununla kalmayıp suç yöneltiyor. Bir ülkenin hukuk sistemi vatandaşına bunu yapamaz. Siz bana bunu, bize bunu yapamazsınız.
Sizler hukuki ve ahlaki olarak bağlı olduğunuz ve savunmak zorunda olduğunuz Anayasaya aykırı davranamazsınız. Bir sinemacı olarak çok senaryo okudum ama bu kadar sonu şaşırtan bir metin okumadım.
Atalay: Bu dava politik bir faaliyettir
Mater’in ardından sıra Can Atalay’daydı. Atalay, Mücella Yapıcı ve Tayfun Kahraman’la hazırladıkları ortak savunmayı yaptı.
Ancak Atalay bundan farklı olarak “Bu bir yargılama faaliyeti değildir. Bu bir politik faaliyettir. Her fırsatta Gezi’yi diline dolayan Recep Tayyip Erdoğan’ın kararıdır. Tüm iddia tek bir telefon konuşmasına bağlı. Avukatım ‘dinleyin ses kaydını’ dedi. Dinlemediniz. Savcı Edip Şahiner bunu diyebilir. Ama o AKP taşra teşkilatında bir memur. O der ama siz diyemezsiniz. Sanığız ama azıcık saygı. Bana saygı duymuyorsanız mesleğinize saygı duyun. Kanuna uymak zorundasınız. Esas hakkındaki mütalaa çok sayıda kişi ölmüştür diyor. Kaç kişi öldü? Edip Bey, rakam söyleyin. Edip bey ‘polis memuru öldü’ diyor, nasıl öldüğünü neden yazmıyor. Polis, AKP belediyeciliğinin çılgınlığına kurban gitti. Eğer bir gösterici buna neden olsaydı siz bunun üstünde tepinmez miydiniz? Hep birlikte mücadele edeceğiz, hep birlikte kazanacağız. ‘Teslim olun’ diyor mütalaa bize, asıl siz teslim olun.” dedi.
Kahraman: Dayak yiyerek darbe olmaz
Atalay’dan sonra Tayfun Kahraman söz aldı. Kahraman da, Can Atalay ve Mücella Yapıcı’yla birlikte hazırladıkları savunmayı okudu.
Kahraman buna ek olarak “Aynı ciddiyetsizlikle ve tamamen yorum üzerine inşa edilmiş bir iddianame ve mütalaa ile karşı karşıyayız. Bu iddianame ve mütalaa Gezi’yi anlatmıyor, Gezi antiemperyalisttir. Dış güçlerin oyunu diye açıklanamaz” dedi.
Kahraman “İddianame ve mütalaa cevap bulamadığı soruların hiçbirine cevap vermiyor, iddiayı ifade edip geçiyor. Gezi, Taksim Dayanışması ile aynı şey değildir. Taksim Dayanışması da dur dediğinde durulan, git dediğinde gidilen bir muktedir hiç değildir. İddialar bunları görmezden gelse de Gezi temsil eksikliği hisseden vatandaşların yeri haline geldi. Dünyadaki hiçbir parayla bunu toplayamazsınız. Taksim Dayanışması sadece kitlelere tercüman olmuş, tüm hükümet görüşmelerinde bunu dile getirmiştir” diye konuştu.
Kahraman, Taksim Dayanışması’nın protestolar devam ederken dönemin başbakanı Erdoğan ile görüşmesinden sonra yaptığı açıklamayı okudu. Kahraman “Hükümet politikalarını protesto etmek, hükümeti yıkmak değildir. Dayak yiyerek darbe olmaz, biz dayak yedik. Bugün de dayak yediğim için darbe yapmakla suçlanıyorum. Hükümeti devirmek gibi bir eylem kesinlikle teşvik edilmemiştir, hükümete tepki gösteren halkın talepleri için tercümanlık yapılmıştır.” dedi.
Savunma sürerken duruşmaya ara
Mahkeme heyeti Kahraman’ın savunması devam ederken duruşmaya ara verdi. 13:45’te duruşma tekrar başlayacak.
Kavala: Delil değil algı
Ardından da Osman Kavala söz aldı. Kavala savunmasında tutukluluk sürecini özetledi ve davadaki hukuksuzluklara dikkat çekti.
Kavala, “Soyut gerekçelerle tutukluluğumun sürdürülmesi sebebiyle artık savunma yapmamaya karar vermiştim. Ancak davada karara gitmek yönünde bir irade olduğunu görüyorum. Alınacak karara etki edeceğini düşünmesem de kamuoyuna saygı gereği açıklamalar yapacağım” dedikten sonra şunları söyledi:
Gezi protestolarına katılan binlerce kişi itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Gezi kamuoyunun gözü önünde gerçekleştiğinden o dönem bu protestoların bir darbe girişimi olduğuna yönelik komplo teorisi tutmadı, hükümet de bu komployu benimsemedi. Yoksa Başbakan kendisini devirmek isteyenlerle görüşür müydü?
Gezi’nin dışarıdan yönetildiğine dair delil gösterilemedi. 80 ile yayılan protestoları yönlendirdiğim iddiası akla uygun değildir, sadece poğaça ve eczaneden alınmış maskelerle gittiğim Gezi’nin maddi ihtiyaçlarını karşıladığım iddiası saçmalıktır.
Protestoculara akıl hocalığı yaptığım iddia ediliyor. 30 yıl sivil toplum kuruluşlarında çalışmış biri olarak görüşlerimi kamuoyuyla, siyasetçilerle paylaşırım.
İddianamede de belirtildiği gibi hükümet yetkilileriyle de toplantılara katıldım. Suç eylemine destek vermemle ilgili bir delil ortaya konamamıştır.
Taksim yayalaştırma projesine açık bir şekilde karşı çıktım, toplantılara kapatıldım. Evime yakınlığı nedeniyle eylemleri gördüm. Parka bir masa götürdüm. Fidan ekme eylemine bizzat katıldım. Hiçbir faaliyetimi gizli kapılar ardında gerçekleştirmedim.
Gezi Parkı üstünde birkaç ağacın bulunduğu boş bir arsa değildir. Milyonlarca İstanbullunun yararlandığı, kamu için büyük öneme sahip bir alandır.
Bu parkın tahribinin engellenmesi, yapılaştırmanın durdurması, parkın park olarak kalması kamu yararına olmuştur.
Gezi protestolarının George Soros tarafından düzenlendiği iddiası protestoya katılan vatandaşlarımızı itibarsızlaştırmaya yönelik bir iddiadır.
Bu iddianın araştırma sonucu ulaşılmış herhangi bir delile değil, Soros’un Arap Baharı arkasındaki kişi olduğu algısına dayanmaktadır ve iddianamede de böyle yer almıştır.
Türkiye’yi ziyaretinde vakfın çalışmalarını değerlendirdiği toplantılar dışında Soros ile hiçbir irtibatım yok. Benim dışımda hiçbir vakıf üyesiyle konuşmuş olmaması, Soros’un sanıklar arasında olmaması bu iddiaları yazanların da iddialara inanmadığını gösteriyor.
15 Temmuz darbe girişiminde bu kadar önemli rol oynadığına inanılan bir kişinin sorgulanmamış olması kanaatimce savcılık mesleğinin doğasına aykırı ciddi bir görev ihmalidir.
Hayatımın 4,5 yılını cezaevinde geçirmiş olmam benim için telafisi mümkün olmayan bir kayıptır. Bana teselli sağlayacak yegâne şey yaşadıklarımın yargıdaki vahim sorunların daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunması ihtimalidir.
(BİANET)