İngiliz Guardian gazetesinde yer alan Simon Tisdall imzalı analizde Türkiye’nin izlediği iç ve dış politikaların Batı ilkeleri ve çıkarlarıyla ne derece örtüştüğü sorusuna yanıt aranıyor.
“Recep Tayyip Erdoğan’ın paranoya siyaseti çirkin bir safhaya daha girdi. Aralarında gazetecilerin, medya çalışanlarının, eski emniyet müdürlerinin de bulunduğu 30’dan fazla kişi gözaltına alındı.” ifadesiyle başlayan yazıda 14 Aralık operasyonu kapasamında kişilere yöneltilen suçlamalar için ‘dayanaksız komplo iddiaları’ deniyor. “İstanbul’da operasyon emrini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği konusunda kimsenin şüphesi yok” denen yazı şöyle devam ediyor:
“Türkiye Cumhurbaşkanı’nın bu son darbesi Avrupa Birliği (AB) ve ABD için daha büyük ve garip bir soruyu ortaya çıkardı: Erdoğan yönetimi altındaki Türkiye güvenilir, demokratik bir Batı müttefiki olarak görülebilir mi?”
Yazıda Operasyonun ardından AB’den gelen eleştiriler için “Brüksel’de uzun süredir endişe duyulan, Erdoğan’ın neo-İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) artık AB’ye üyelik konusunda ciddi olmadığı konusunun altı çizilmiş oldu” ifadeleri kullanılıyor.
Simon Tisdall, AB’nin ”Operasyon, Türkiye’nin de bir parçası olmak istediği Avrupa değer ve standartlarına ters düşüyor” açıklamasına yer veriyor.
“Erdoğan’ın Pazartesi günü yaptığı iğneleyici konuşma da bu endişeleri haklı çıkarır nitelikteydi” denen yazıda Cumhurbaşkanı’nın ”Operasyonun basın özgürlüğüyle ilgisi yok” sözleri de hatırlatılıyor. Zaman gazetesinin binasının önünde toplanan kalabalık ‘Özgür basın susturulamaz’ yazılı panlartlar açmıştı.
Yazı şöyle devam ediyor:
“Operasyon günü Zaman gazetesinin binası önünde toplanan kalabalık ‘Özgür basın susturulamaz” yazılı panlartlar taşıyordu. Bu söz çok da doğru değil. 2003’ten bu yana üst üste üç dönem Başbakanlık yaptıktan sonra bu yıl Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ın ana akım medyanın önemli bölümü üzerinde fiili bir hakimiyeti bulunuyor.Aynı hakimiyet meclis için de geçerli, mahkeme salonları ve emniyet güçleri için de.”
“Erdoğan’ın bağımsız gazeteciliği sindirip baskılama ve eleştiriye sıfır tolerans gösterme konusunda kötü bir şöhreti var” denen yazıda şiddet kullanılarak bastırılan Gezi Parkı protestoları sırasında Erdoğan’ın Twitter ve diğer sosyal medya ağlarını da hedeflediği ve kısa bir süre erişimi engellediği de vurgulanıyor.
“Türkiye’nin insan hakları alanındaki durumuna gelince, Kürtlere karşı sürdürülen adaletsiz tutum ülkenin itibarı üzerinde bir leke olarak duruyor” denen yazıda insan hakları örgütü Human Rights Watch’ın raporlarının da tabloyu ortaya koyduğu ifade ediliyor. “Erdoğan ve Putin arasında kıyaslamalar artık alışıldık hale geldi. Jeopolitik gelişmeler ise iki otokrat liderin çıkarlarının örtüşmesine yol açıyor.”
Erdoğan’ın bugünkü öfkesinin merkezinde geçtiğimiz yıl ortaya çıkan yolsuzluk suçlamaları olduğu yorumu da yapılıyor ve “Uluslararası Şeffaflık Örgütü’ne göre yolsuzluk Türkiye’de ciddi bir sorun. Ancak geçen yıl ortaya çıkan soruşturma düştü. Soruşturmayı yürütenlerse cezalandırıldı ve görevden alındı” deniyor.
Erdoğan’ın o dönemde Fethullah Gülen önderliğindeki hareketin kendisine karşı bir darbe girişiminde bulunduğunu iddia ettiği de yazıda hatırlatılıyor ve şöyle deniyor:
“Erdoğan zamanında (geçmişte darbeler yapmış olan) orduya da benzer suçlamalar yöneltmişti. Sonucunda tasfiyeler ve büyük davalar süreci başlamıştı. Erdoğan’ın Başbakanı Ahmet Davutoğlu son gözaltıları Türkiye Cumhuriyeti’ne sadakat ‘imtihanı’ olarak tanımladı. Muhalifler ise Erdoğan’ın kendisine sadakati test ettiğini söylüyor.”
Yazıda Hürriyet Daily News gazetesi yazarı Nuray Mert’in “Erdoğan Cumhurbaşlığı makamının yürütme dışında kalan yapısını görmezden geliyor ve giderek daha fazla yetkiyi tekelinde topluyor” yorumuna da yer veriliyor.
“Erdoğan’ın paranoyak otokratlığı ile Rusya’nın benzer biçimde güvensiz otokratı Vladimir Putin arasındaki kıyaslamalar artık alışıldık hale geldi” denen yazıda iki liderin çıkarlarının da jeopolitik gelişmeler nedeniyle örtüştüğü vurgusu yapılıyor.
Yazı, “Rusya’nın Güney Akım doğalgaz boru hattı projesinden vaz geçmesi, Türkiye üzerinden geçecek yeni bir hattın açıklanmasıyla eş zamanlı oldu” yorumuyla devam ediyor ve iki liderin 2020’ye kadar ikili ticaret hacmini üçe katlamayı arzuladığı ifade ediliyor.
Yazının Türkiye’nin Orta Doğu politikasına dair bölümü ise şöyle:
“Erdoğan hiddetli Batı karşıtı söylemlerine devam ediyor ve Irak Şam İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı yürütülen mücadelede -NATO yükümlülüklerine rağmen- tam işbirliğine yanaşmıyor. Türkjiye Kobani’de kuşatılan Kürt güçlerine yardım etmeyi de reddetmişti. Geçtiğimiz hafta Ankara’yı ziyaret eden İngiltere Başbakanı David Cameron Türkiye üzerinden Suriye’ye giden yabancı cihatçılar konusunda daha fazla işbirliği istemişti. Ancak sadece -en azından kamuoyu gözünde- Davutoğlu’ndan Batı’Nın sorumlulukları hakkında nasihatler alabildi. Cameron’ın ziyaretine katılanlara göre İngiltere Başbakanı Erdoğan ile görüşmelerinde insan hakları ve basın özgürlüğü konularına da değinmedi.”
Simon Tisdall’ın yazısı şöyle sonlanıyor:
“Cameron’ın ev sahibiyle yüzleşme konusunda çekimser davranması utanç verici olsa da önceliklerini göstermesi açısından iyi bir örnekti. Ayrıca İngiltere’nin (ve AB’nin) son zamanlarda Türkiye üzerinde ne kadar az etkisi kaldığı da net biçimde görüldü. Ziyaret Erdoğan’ın hakimiyetinin Türkiye’yi Batılı demokrasilerden ne kadar uzaklaştırdığı da ortaya çıktı.”
(BBC)