12 Eylül askeri darbesini izleyen yıllarda; basın üzerindeki baskının, kabul edilemez bir düzeye yükseldiğini, hepimiz çok iyi biliyoruz. Fakat bu baskıları kabullenenlerle kabullenmeyenleri ayırmamız gerekiyor.
İktidar mücadelelerinde hangi ideoloji, hangi yönetim biçimleri olursa olsun siyaset ile basın araçları arasında her daim bir ilişki olmuştur. İktidar kendi varlığını korumak zorundadır ve bunu da en etkili biçimde iletişim araçlarını kullanarak yapabilir.
Poulantzas’ın Devlet, İktidar, Sosyalizm kitabında belirttiği otoriter devlet, iletişim araçlarını kendi meşruluğunu sağlamak için kullanmakta, basını devlet aygıtının güçlenmesinde önemli rol oynayan bir araç olarak görmektedir.
Yine kitaba göre, otoriter devletçilik, siyasal alanın daralması, devlet aygıtının güçlenmesi ve devlet aygıtı içinde yürütmenin özerkleşerek ön plana çıkması gibi eğilimlerle tanımlanır. “Günümüz kapitalizminin geldiği aşamada burjuva cumhuriyetinin yeni ‘demokratik’ biçimini temsil eder.” Bu nedenle günümüzde kapitalist devletin aldığı biçimi neoliberal otoriter devletçilik kavramı ile açıklamak mümkündür.
Bu açıklamalara göre Türkiye’de otoriter devletçilik 1982 Darbe Anayasası ile başlayarak günümüze kadar gelişerek devam etmiştir. Ve bu gelişmenin en önemli aktörlerinden biri de basın araçlarıdır.
12 Eylül darbesinden sonra yaptığı “Bu, tarih kitaplarındaki bir darbe değildir. Cumhuriyeti koruma ve kollama harekâtıdır” tarzı açıklamalarla kendini kahramanlaştırmaya çalışan Orgeneral Kenan Evren’e arka çıkan Türk basını, darbecilerin yeni yasalarla terörü ve anarşizmi yok edeceklerini söyleyerek halkı ikna etmeye çalıştılar. Zamanında tüm bu hukuksuzlukları ve adaletsizlikleri göz ardı eden Türk basınının 12 Eylül Darbe Anayasası’nı sorgulamadan kabul edenleri, 2010 yılındaki AK Parti Referandumu’na hayır demeleri sebebiyle darbeci ilan etmeleri de trajikomik bir vaka olarak kayıtlara geçmiştir.
Yine aynı basının, Gezi Parkı Olayları’nın ilk günlerinde üç maymunu oynaması fakat daha sonra iktidarın düşeceğinden korkarak HALK GÜCÜNE yanaşması da, medyanın sadece kendi varlığını koruyabilmek amacı ile çalıştığını anlatıyor bize.
Sonuç olarak siyasi otoriteler toplumun fikirlerini yönledirme amacı ile medyayı kullanmakta ve sansür, yasaklama, toplatma gibi bir çok politikalarla baskıcı bir uygulama izlemektedir.
Türkiye’de de Tüccar Medya dediğimiz kavramı gerçekleştiren basın organlarının gerçek anlamda gazetecilik yapan basın organlarının sayısından fazla olması neden ile, medyanın kendisini iktidara teslim etmesi olayına sıklıkla rastlamaktayız. Medyanın, devletin söylemlerini gerçek olarak kabul etmesi ve sırf yok olmamak için bunu sorgulamaması sorunu günümüzde basının en büyük sıkıntılarından biridir.