Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında Selahattin Demirtaş’ın adaylığı etrafında sürdürülen tartışmalarda, Demirtaş’a “mesafeli” yaklaşan kimi kesimler, neden mesafeli davrandıklarını anlatan ve kendi pozisyonlarını savunan bir dizi yazı kaleme aldılar. Bu metinlerde HDP’nin ve adayı Demirtaş’ın aslında sosyalist bir seçim programına sahip olmadığını; sınıf siyaseti yerine, kimlik siyaseti yaptığını; işçi sınıfı yerine, “ezilenler” gibi daha belirsiz ve genel kategoriler kullandığını; seçim programında geçen “radikal demokrasi” kavramının Laclau ve Mouffe’tan esintiler taşıdığını; bu gerekçeler nedeniyle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demirtaş ile aralarına belirli bir mesafe koyduklarını anlatan bir dizi değerlendirme okuduk.
Maalesef sol bir görünüm altında “siyasetten kaçış” ya da amiyane bir tabirle “sol gösterip, sağ vurma” sol, sosyalist çevrelerde sık sık karşımıza çıkan durumlardan biri haline geldi. Kürt Özgürlük Hareketi’ni (KÖH) milliyetçi olmakla suçlayan, müzakere girişimlerini küçümseyen ve dolayısıyla KÖH ile arasına bir mesafe koyan bazı kesimlerin bu yaklaşımlarını sol-sosyalist ve sınıf sosuna batırılmış bir söylem içerisinde yapıyor olmaları, bu durumun en tipik örneklerinden bir tanesi.
Demirtaş’ın seçimlerde (%9,8’lik oy oranıyla) 4 milyon insanın desteğini almış olması, daha çok demokrasi ve özgürlük isteyen, barışı savunan kesimler arasında büyük bir coşku yaratmasının yanı sıra, AKP iktidarına karşı siyaseten umut verici bir seçeneğin şekilleniyor olması açısından da heyecan verici bir gelişmedir. Seçim kampanyası boyunca Demirtaş, toplumdaki tüm ezilenlerin ve mağdur edilmişlerin sesi olmaya çalıştı; her türlü etnik, dinsel, cinsel ve sınıfsal ayrımcılığa karşı çıktı; tekçiliğe ve neoliberal politikalara karşı son zamanlarda bu kadar güçlü destek bulan en güçlü itirazları yöneltti. Kampanyasını Gezi direnişinin çoğulcu, özgürlükçü ve devrimci ruhu ve söylemiyle birleştiren Demirtaş, Gezi ile Kürt hareketinin dinamiklerinin nasıl birleştirilebileceğine ilişkin önemli ipuçları verdi; bu birleşimin AKP hükümetine karşı işe yarayabilir ve sürdürülebilir bir muhalefet zemini sunabileceğini gösterdi. Bütün bunlar sosyalistlerin kolayca göz ardı edebileceği şeyler değildir.
Fakat sosyalist sol içerisinde Kürt hareketine, HDP’ye ve Demirtaş’a mesafeli yaklaşan aynı kesimler, seçimlerden sonra da aynı mesafeli yaklaşımlarını sürdürmeye ve HDP’nin adayı Demirtaş’ın seçim performansının öyle abartılacak bir tarafı olmadığını ima eden yayınlar yapmaya devam ettiler. Benzer ”amalar” ve bahaneler üretmeye devam eden bu yaklaşımlara göre Demirtaş’ın aldığı 4 milyon oy sosyalist bir seçenek sunmasından kaynaklanmıyordu; neticede Demirtaş’ın programı sosyalist bir siyasetin değil, olsa olsa sol-liberal sayılabilecek bir siyasetin parçası olarak değerlendirilebilirdi.
Fakat tüm bu sınıf siyaseti söylemleri daha çok, Kürt hareketiyle araya mesafe koymak için üretilen bahaneler gibi görünüyor. En temel siyasal stratejik hedefi “AKP’yi her ne pahasına olursa olsun iktidardan uzaklaştırmak” olan, bu stratejik hedefe ulaşmak için (en azından seçim dönemlerinde) MHP-CHP milliyetçi ittifakı gibi egemen sınıf içerisindeki başka bloklaşmaların sessiz destekçiliğini yapan, “tatava yapma” kampanyalarına sessiz kalan ve hiçbir ideolojik mücadele yürütmeyen bu kesimlerin kimlik siyasetine karşı sınıf mücadelesi vurguları, kibar bir şekilde ifade etmek gerekirse, pek inandırıcı görünmüyor. Demirtaş’a açıkça oy çağrısı yapmamış, eğer cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura kalmış olsaydı Erdoğan’a karşı İhsanoğlu’nu destekleme imalarında bulunmuş kesimlerin, Demirtaş’ın seçim kampanyasının sosyalist bir içeriğe sahip olmadığı eleştirileri ironinin sınırlarını zorluyor.
Başkalarını “sınıftan kaçmak” ile suçlayanlar, siyasetten kaçıyorlar
Lenin’in klasik metinleri arasında yer alan “Ne Yapmalı?” adlı eseri, örgütlenme ve devrimci parti meselelerinin dışında sosyalist siyasetle sendikalizm arasındaki farka ilişkin önemli tespitlerde bulunur. Bu konuda özetle şunları söyler: ezilenlerin demokrasi ve özgürlük mücadelelerinin yanında (ve içinde) olmadan, bu mücadelelerin taleplerine sahip çıkmadan, sosyalist bir siyasetten bahsedilemez. Toplumun hangi kesimlerini etkiliyor olursa olsun zorbalık, baskı, zor ve suiistimalin her türlüsüne karşı tepki göstermeden sosyalist bir siyasal mücadele sürdürmek imkansızdır. Sosyalistler, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda her türlü siyasal ve kültürel zulme karşı; yalnızca işçi sınıfı içerisinde değil, ama aynı zamanda toplumun diğer ezilen kesimleri arasında da gelişen her hareketi desteklemekle yükümlüdür.
Türkiye’de sosyalist sol, bir demokrasi mücadelesi verecekse, bu mücadele ayrım yapmadan toplumun tüm ezilen ve siyasal özgürlüklerden mahrum bırakılmış (etnik, dinsel, cinsel) kesimlerinin sesi olmaya çalışmakla mümkün olabilir. Hem Kürtlerin, hem Alevilerin, hem gayrimüslim azınlıkların, hem LGBTİ bireylerin, hem de başörtülü kadınların taleplerini sahiplenmeden bir demokrasi mücadelesi sürdürülemez. Bu demokratik talepler ile ilişkilendirilmemiş saf sınıf siyaseti hayalleri kendini ekonomizm çıkmazında bulur; bu ülkenin ve bölgenin ezilenlerinin ve mağdurlarının demokrasi, özgürlük ve barış talepleriyle ilişki kuramayan neoliberalizme, kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele sloganları siyasi karşılığı olmayan, sahte ve demagojik sloganlar olarak kalmaya mahkûmdur. Diğer bir deyişle siyasetten kaçışın “sol” bir kisveye bürünmüş halidir.
Devrimci siyaset, toplumdan ve kitlelerden ayrı steril bir ortamda bir takım kitabi “en doğruların” biraraya getirilmesiyle oluşturulamaz. Bu devrimci değil, olsa olsa bir burjuva siyaset yöntemi, idealist bir yaklaşım olabilir. Devrimci siyaset kitlelerin içerisinde, onlarla iç içe ve organik bir süreç içerisinde oluşturulabilir. Toplumun tüm ezilen kesimlerinin mücadelesinin içinde yer almanın sınıf siyaseti açısından birkaç temel anlamı var: işçi sınıfı ve onun potansiyel müttefiki olan toplumun tüm diğer ezilen kesimleri sosyolojik olarak homojen bir bütün oluşturmaz. Çünkü işçiler aynı sınıfın mensubu olmalarının yanı sıra aynı zamanda hem kadın, hem Alevi, hem Kürt, hem LGBTİ birey, hem dindar bir insandır.
Sınıf mücadelesinin saf ve dolaysız bir mücadele, bir tarafta işçi sınıfı ve örgütlerinin diğer tarafta sermaye sınıfı ve temsilcilerinin toplandığı bir mücadele olduğunu sananlar çocuksu bir naifliğin ve hayalin peşindeler. İşçi sınıfı içerisindeki bölünmeleri aşmak, sınıfın birliğini ve birleşik mücadelesini sağlayabilmek için ezilen cinsiyetlerin, etnik, milli, dinsel azınlıkların mücadelesinin yanında olmak zorundayız. Toplumun tüm ezilen kesimlerinin sesini, taleplerini, mücadelesini hem desteklemek hem de toplumun geri kalanına anlatmak zorundayız. Ancak böylelikle işçi sınıfının saflarında, sınıfın birliğine engel olabilecek diğer kimliklere yönelik hoşgörüsüzlük kırıntılarını ve reaksiyoner ideolojilerin etkisini geriletebiliriz. Bunu samimiyetle yapabilirsek, hem sosyalist fikirlerin bu toplum içerisinde kök salması, hem de çalışan sınıfların birliğinin sağlanması mümkün olabilir. Ezilen toplumsal grupların kendi siyasal ve kültürel kimliklerinin toplumun büyük çoğunluğu tarafından tanınması mücadelesinin; bu mücadelelerin sınıf mücadelesiyle alakası yok deyip küçümsenmesi ya sol gösterip sağ vurmak anlamına gelir ya da naif bir anaokulu Marksizmi olarak damgalanmayı hak eder.
İşçi sınıfı ve örgütleri, işçi sınıfının yalnızca kendisinin değil ama toplumun tüm ezilen kesimlerinin ve geriye kalanların gerçek anlamda kurtuluşunu ve özgürlüğünü sağlayacak evrensel bir sınıf olduğu iddiasını bir iddia olmaktan çıkarmak istiyorlarsa ve bunun kendiliğinden gerçekleşmeyeceğinin farkında iseler, bunu gündelik siyasetin her aşamasında, ayrım yapmadan toplumun tüm ezilen, mağdur edilmiş kesimlerinin mücadelesinin yanında yer alarak, bu kesimlerin seslerinin daha çok çıkması ve başka yerlerden de duyulması için mücadele ederek sağlayabilirler. Ancak o zaman bu kesimlerin karşısında söz söyleme hakkı bulabilirler; kısmi siyasal özgürlük ve demokrasi mücadelelerinin gerçek bir özgürlüğün kazanılmasına yetmeyeceğini, gerçek bir kurtuluşun toplumsal bir devrimle mümkün olabileceğini anlatabilirler.
Sonuç
Kimilerinin anlattığının aksine Sosyalist sol ile KÖH arasında güçlü bir diyalogun, yoldaşça bir ilişkinin kurulması mümkündür. Sosyalistler bu ilişkinin kurulması karşısındaki engelleri – ki bir kısmı egemen sınıf tarafından oluşturulmuş ve geliştirilmiş engellerdir –adeta bir bahane gibi öne sürmektense, bu ilişkinin geliştirilmesi için ilk olarak üzerine düşeni yapmalıdır.Kürt Özgürlük Hareketi’nin siyasal ve kültürel özgürlük ve demokrasi taleplerine sahip çıkmak, halkların bir arada kardeşçe yaşaması fikrini kuvvetlendirmek için bu taleplerin toplum içerisinde yaygın destek bulması sürecine destek olmak, KÖH ve tabanıyla toplumun diğer ezilen kesimleri arasındaki irtibat kanallarını çoğaltmak ve kuvvetlendirmek, barışın, farklılıklarla bir arada yaşama fikrinin, özgürlüklerin ve demokrasinin ezilenler lehine daha çok derinleşmesi için birlikte mücadele etmenin zeminlerini çoğaltmak, canlı tutmak ilk elde sayabileceğimiz görevler arasındadır.Biz HDP ile dirsek teması içerisinde olmak ve mümkün olabilen her zeminde yan yana yürümekten çekinmeyiz. Bunu HDP’ye girmek veya yüksek siyaset oyunlarında bir tavır almak olarak da görmüyoruz. Sokakta, toplumsal mücadele içinde mücadelelerin ortaklaşması gerektiğine inandığımız için ezilenlerin sesini dillendiren ve kendisi bizatihi ezilen sınıfların temsilcisi olan Kürt Özgürlük Hareketi ile bakışan bir siyaseti inşa etmekten imtina etmiyoruz. İstiyoruz. HDP’yi KÖH liderliğinin Türkiye’yi demokratikleştirme ve kendisini aşıp Türkiye demokrasi güçlerinin de içinde olduğu bir büyük birlikteliğe doğru atılan bir adım olduğunu düşünüyor ve bu anlamda olumlu karşılıyoruz.
Kürt özgürlük hareketi, Kürtlerin özgürleşebilmesi için tüm toplumun demokratikleşmesi ve özgürleşmesi gerektiğini çok uzun zamandır savunuyor. HDP, KÖH açısından Türkiye ile kucaklaşma projesidir. Fakat Türkiye’nin demokratikleştirilmesi, demokrasi güçlerinin bir arada güçlü bir seçenek olarak ortaya çıkması sadece KÖH tarafından gerçekleştirilebilecek bir hedef değildir. Bu nedenle seçimler sonrası “mızıkçılık” tavrı sergileyen HDP dışındaki sosyalist solun tavrının sosyalist mücadele açısından hem anlamsız hem de tehlikeli olduğunu düşünüyoruz. Bu bağlam içerisinde HDP dışında bir grup olarak Demirtaş seçim çalışmamızı ve deneyimimizi önemsiyoruz.
Fırat’ın batısından doğusuna sosyalistler olarak samimi ve güçlü bir el uzatmamız gerekiyor.
http://baslangicdergi.org/siyasetten-kacis-erkan-dogan-onur-dogulu/