Sahi ‘sol’ neydi? Sol umuttu, sol emekti… Sadece ‘sol’ kavramı üzerine yoğun tartışmaların döndüğün herkesin ‘sol’ üzerine konuştuğu bugünlerde sahi ‘sol’ neydi?
Umut ve yenilgi… Son yeniden umut, hep umut… İçinden geçtiğimiz 3 seçimlik dönemde Türkiye siyaseti yeniden şekilleniyor. İktidar, yeniden yapılandırılırken muhalefette de yeni arayışlar gündeme geliyor.
Bu yazının amacı ‘sol’ üzerine geniş tahliller yapmak, onu ‘solcu ‘ bunu ‘solcu değil’ ilan etmek değil. Bu yazının amacı seçimler ve kongreler gündemiyle tartışılan ‘sol’ üzerine ‘Gezici’ gözüyle mütevazi birkaç şey söylemek.
2013 yılının Mayıs ve Haziran ayları… Hepimizin en güzel anılarını yaşadığı bir enteresan ama asla rastlantı olmayan o güzel günler… Üzerinden bir yıldan biraz daha fazla bir zaman geçti. Ülkenin gündeminin sokaktan ve sokakta olan ‘biz’ tarafından belirlendiği o günlerden gündemin seçimler ve kongreler, başkanlar ve katiller tarafından belirlendiği bugünlere geldik. Şunu söylemek gerekir ki sol üzerine yapılan en sağlıklı tartışmalar o sokaklarda yapılıyordu. Şimdi aradan geçen bir yılda bir çoğumuzun beklediği o ‘büyük’ görünen değişikliklerin olmadığına bakıp enseyi karartmaya gerek yok. Şayet Gezi gibi büyük toplumsal patlamalar uzun vadede ciddi etkilerde bulunurlar. Tarihten öğrendiğimiz bu gerçeği göz önünde tutup buna göre tartışmalıyız. Gezi’nin hemen ardından ve etkileri sürerken bir iktidar savaşı olarak ortaya çıkan 17 ve 25 Aralık yolsuzluk skandalı ve 3 seçimli gündem… İşte bu tarihsel kesit Türkiye’de iktidarın yeniden yapılandırılmaya başlandığı bir döneme denk geliyor. Türkiye siyasi tarihinde böyle süreçler hep olagelmiştir. Bu süreçler muhalefet açısından da yeni arayışların olduğu, yükselişlerin ve yenilgilerin yaşandığı süreçler olmuştur. Ancak günümüzdeki sürecin özgün yönlerini kavramak elzemdir.
Sahi ‘sol’ neydi?
En başta yıllardır sol tartışmaların ’80 yenilgisi’ miladıyla başladığını ancak 2013 yılının Haziran ayından bu yana bu miladın ‘Gezi’ olduğunu hatırlatmak gerekir. Zira biz 90 nesli için de hayırlı bir olaydır bu. Gezi gibi toplumsal hareketler dönüştürücü niteliktedir. Devrimci potansiyelini de buradan alırlar. Yani Gezi muhatap olduğu olmadığı herkesi dönüşüme zorlayan bir toplumsal harekettir. Tıpkı neoliberal çağın aynı tarihsel kesitinde dünyanın pek çok yerinde ortaya çıkan benzer hareketler gibi.
Bu gerçeklikle birlikte günümüzde ‘sahi sol neydi?’ sorusuna verilebilecek yanıtların yolunun Gezi’den geçmesi kaçınılmaz olarak önümüze çıkıyor. Gezi’nin ortaya çıkardığı potansiyel iktidar açısından ne kadar yıkıcı ise sosyalistler, demokratlar, halk güçleri açısından da o kadar dönüştürücüdür. Keza bu potansiyel doğru olarak ele alınmazsa tersi de mümkün. Gezi’den sonra sosyalist solun çeşitli çevrelerinde olduğu gibi CHP gibi sistem içi güçlerde de tartışmalar sürüyor. CHP’nin son kurultay gündeminde gördüğümüz gibi çok ‘yoğun’ görünen ama aslında çok sığ sol tartışmaları yapılıyor ve yer yer Gezi değerlendirmelerine rastlamak da mümkün.
CHP içinde sol değerlendirmeler esasen iki kutuplu dünyada sınıflar arası mücadelenin yumuşatılması ve sosyalizme karşı kapitalist bir alternatif olarak ortaya çıkan ‘sosyal demokrasi’ kavramı üzerine yapılıyor. Vahşi kapitalizmin günümüzdeki neoliberal çağında yani halkların tüm kazanımlarına son sürat bir saldırının olduğu bir çağda sınıfların mücadelesi üzerine dayanmayan bu tür değerlendirmelerin bir gerçekliği bulunmuyor. Tersten ele aldığımız zaman CHP’nin gıpta ettiği AKP’nin ‘başarısı’ buradan geliyor. Şayet AKP neoliberalizmle bütünleşmiş bir şekilde sermayenin saldırısı için tüm politikaları uygulamaktan kaçınmıyor. CHP içindeki Gezi tartışmaları da genelde Gezi’nin sistem içi bir güç olarak kanalize edilmesi üzerine yapılıyor. Seçim dönemlerinde Gezi’nin değerleriyle, ruhuyla uyuşmayan bir politikada ısrar edilmesi ve Gezi’nin değerlerinin sadece söylemlerde ve propagandatif olarak kullanılması bunu gösteriyor. CHP’nin sol ve Gezi tartışmalarından bunları anlıyoruz.
Sosyalist sol da Gezi’den bu yana bu toplumsal dinamiğin nasıl kapsanacağı, hangi politik kanallara yöneltilebileceği üzerine yoğun tartışmalar yapıyor. Bu tartışmaların yapılması ve bu tartışmalar ışığında yeni yönelimlere girilmesi kaçınılmaz. Sosyalist örgütler içerisindeki ayrışma ve ittifaklar da nesnel koşullardan bağımsız ele alınamaz. Şayet fırsat sayılabilecek Gezi’nin yarattığı büyük potansiyelin yanı sıra içeride AKP’nin 12 yıldır kurumsallaştırdığı siyasi gericilik belli bir aşama kaydetti ve nitel bir değişim noktasına geldi. Ayrıca bu gericiliğin dışarıda da IŞİD gericiliğinin yayılmasıyla desteklendiğini unutmamak gerek. Sosyalist solun Türkiye siyasetindeki mevcut etkisizliğinin ve dağınıklığının bir gerçek olması gibi büyük bir potansiyel taşıdığı ve halklar için mücadele eden yegane güç olduğu da bir gerçek. Her ne kadar eski alışkanlıklarımızı ve eski bildiklerimizi değiştirmek, yeni olanı kavramak konusunda gönülsüz davranılsa da toplumsal dinamiklerin rüzgarı bunları aşabilecek güçtedir. O zaman sahi ‘sol’ neydi? Sorusuna cevap vermeye başlayabiliriz. Bu sorunun içerdiği geçmiş zaman kipi yanıltmamalı. Cevaplar günümüz ve geleceği aydınlatmaya katkı sunmak için.
Sol umuttu
Umut ve yenilgi… Sonra yeniden umut, hep umut…
Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de de sol tarihsel gelişimi boyunca halklar açısından ‘umut’ oldu. Kapitalizmin yarattığı yıkım karşısında emekçi halkların tek kurtuluş yolu olarak gördükleri sol bugün için de bu umut olmak özelliğini koruyor. Kapitalizmin dünyada tek güç olarak tüm dünya halklarına karşı ciddi bir saldırıya giriştiği ve belki bunda ilk kez bu kadar başarılı olduğu bir süreçte sol, halklar açısından yegane umut durumunda. Bu gerçekliğin farkına varmak gerekiyor. Türkiye kapitalizminin özgün gelişimi içerisinde ulaştığı günümüzdeki durumu halklara karşı çok yoğun bir saldırı üzerine kurulu. Bu gerçeklikte sistem içi tüm güçler birbirine benzerken halklara umut vaad etmekten uzaklaşıyorlar. Yani sol politika bugün için zor gibi gözükse de tek umut olma özelliğiyle de büyük bir potansiyel taşıyor. Yenilgiler yaşamış da olsak toparlanmakta zorluk da yaşasak bu umudu göz ardı etmemeliyiz.
Kapitalizmin bu içerik olarak aynı biçim olarak yeni saldırısı altında her gün daha fazla sömürülen, onun dayattığı yaşam biçimleriyle her gün daha çok çatışma yaşayan insanlarız biz. Gezi’de de hep bizdik. Sistemin bize dayattığı her şeyi hep birlikte reddettik. Neoliberal zamandan koskoca bir ‘Haziran’ ayı çaldık. Daha fazlasını çalabileceğimizi gördük. Bizden çalınan zamanlarımızı, mekanlarımızı, her şeyimizi geri alabileceğimizi gördük. Hep birlikte umut ettik, hayal ettik. İşte solun taşıdığı umut burada yatmaktadır. Orada hep birlikte kurduğumuz hayallerin hep birlikte rüzgarına kapıldığımız umutların soldan geçtiğini hepimiz biliyoruz. Bizimle birlikte sinirlenen, bizimle birlikte direnen fakat seçim zamanı tıpış tıpış gidip CHP’ye oy atan da ve hatta her gün daha fazla sömürülen ve hakları için direnen, grev yapan, isyan eden, yol kapatan ama sandıkta AKP’ye oy atan da biliyor. Sol umuttur. Sol umutsuzluğun dört bir yandan sardığı bu adada tek umuttur.
Sol emekti
İnsanın tarihsel serüveni boyunca kat ettiği yolun ‘emek’ sayesinde var olduğu ve emeğin var edici gücü herkes tarafından kabul edilen bir gerçek. Esasen emekçi kitlelerin kurtuluş umudu olarak ortaya çıkan sol siyaset de emekle var olabilir. Bugün Türkiye’nin içerisinde bulunduğu gerçeklikte solun siyasi dengeler açısından zayıf ve dağınık bir görüntü sergilemesi ancak hep birlikte emek vermekle tersine çevrilebilir. Kapitalizmin saldırısı altında dünyanın ve ülkenin her yerinde insanların isyan ettiği ve Sosyalizm için yeni bir tarihsel sürecin başlayabileceği zamanları yaşıyoruz. Dünya halkları yaşadıkları yenilgilerden sonra toparlanmaya başlıyorlar. Bugün emeğe ve umuda hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var. Kendiliğinden görünümlü isyanlar kapitalizmin saatinin çaldığını gösteriyor. Kapitalizmin tüm dünyada kriz içerisinde boğuştuğu bir dönemdeyiz. Emperyalist güçler kendi aralarında paylaşım mücadelesi verirken, Ortadoğu’da kanlı savaşların sistemin geleceği açısından belirleyici olacağını bilmeliyiz. Ve bu tarihsel momentte bu kritik bölgede hem Türkiye hem dünya halkları için hava ve su kadar gerekli olan şey sol siyasettir. Solu hem Türkiye hem bölgede güç haline getirmek halk için mücadele eden herkesin ortak emeğinden geçmektedir. İktidarın politikalarına karşı alternatif politikalar üretmek ve bunu insanlara ulaştırmak, sistem içi güçlerden medet ummadan kendi gücüne güvenen bir çizgi izlemek pek çok şeyi değiştirebilir.
Diyalektiğin bize öğrettiği çelişkilerin yeni olan şeyi yarattığı gerçeğidir. Ortadoğu’da ve Türkiye’de halklar açısından bir karanlık dönem öngörülebilir. Ancak elimizdeki olanakları, insanlardaki potansiyeli emek ile birleştirirsek koşullar tersine çevrilebilir. Bu bir seçenek olduğu kadar bir zorunluluktur da. IŞİD canilerinin tüm emperyalistlerin gözü önünde ilerlemesi tüm dünyayı tehdit ederken emperyalistlerin güya onlara karşı olduğunu söyledikleri planları kendi çıkarlarını hayata geçirmek için atılacak adımlardır. Ortadoğu halkları olarak emperyalistler ve gerici IŞİD arasında yaratılmak istenen ikilemi reddetmemiz gerektiği gibi ülkemizde de gericiliğin farklı yüzlerini reddedip daha fazla emek vererek ve daha fazla umutla birbirimize karşı daha çok yaklaşarak kendi geleceğimizi örmemiz bugün için artık çok elzemdir. Umut ancak emekle yaşayabilir. Gezi’de sistemden koskoca bir ay ve sokakları çalmış insanlar sistemi değiştirebilecek ve umutlarını gerçek yapabilecek potansiyele ve özgüvene sahipler yeter ki hep birlikte emek verelim. ‘Sahi sol neydi?’ Sorusuna verilecek gerçek cevaplar da bu mücadele içerisinde yani hayatın içerisinde verilecektir. Ancak böylesi bir mücadele içerisinde solu, sistem içi güçlerin halkları aldatmak amaçlı tartışmalarından alıp halkın kendi geleceğini öreceği gerçek tartışmaların konusu yapabiliriz.