HDP Adana Milletvekili Adayı Tülay Hatimoğulları: “Aday olduğum Adana’da halklar arasında var olan ilişkileri geliştirmeye, kardeşlik köprülerini güçlendirmeye çalışacağım. HDP programı ve pratiğiyle buna büyük bir önem veriyor. Ben de Arap Alevi kimliğimle bu konuda gücüm yettiği ölçüde emek vereceğim.”
Röportaj: Halit Elçi
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eş Genel Başkanlığını yürütmekteyken 24 Haziran seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi (HDP) listesinden Adana’da 1. sıra milletvekili adayı olan Tülay Hatimoğulları ile bu seçimlerin önemini, AKP/Erdoğan iktidarının faşist bir rejim kurma çabalarını, seçildiği takdirde sosyalist, feminist, Arap Alevi kimlikleriyle Meclis’te neler yapacağını konuştuk.
Bu seçimlerin anlamı ve önemi nedir? Diğer seçimlerden farkı nedir?
Bu seçim Türkiye’ye dayatılan bir baskın seçimdir, Olağanüstü Hal (OHAL) koşullarında yapılan olağanüstü bir seçimdir. Türkiye bir rejim değişikliği girişimiyle, faşist rejimin inşası ile karşı karşıya. 15 Temmuz sonrasında darbecileri temizlemek bahanesiyle OHAL ilan edildi. Ülke o günden beri Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile yönetiliyor. Meclis devre dışı bırakıldı. İnsan hakları, kadın hakları, hatta çocuk hakları gasp ediliyor. Halkların, işçi ve emekçilerin hakları gasp ediliyor. 24 Haziran seçimlerine bu koşullarda gidiyoruz. Medyanın iktidarın tekeline alındığı bir dönemde bu seçimlere gidiyoruz. Bununla da yetinilmeyip muhalefetin tamamını, biat etmeyen tüm kesimleri tasfiye etmeyi hedefleyen bir anlayışla karşı karşıyayız.
Faşizmin inşasında son halka diyebileceğimiz bir aşamadayız. Bu seçim bir eşik noktasıdır. AKP, HDP’yi baraj altında bırakarak Meclis’te büyük bir çoğunluk elde etmek ve tek adam rejiminin yerleştirilmesinde çok önemli bir engeli ortadan kaldırmak istiyor. Fiilen yürütülen tek adam rejimini bir anayasal statüye kavuşturmak istiyorlar.
O nedenle bu seçim, tarihi bir öneme sahiptir. Sıradan bir seçim gibi göremeyiz. Yürüttüğümüz seçim kampanyasını, seçim çalışmalarını faşizmin inşasına karşı bir barikat kurma çabası olarak da görmeliyiz.
Erdoğan’ın “HDP’yi sandığa gömeceğiz” sözünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunun pratik sonuçları neler olabilir? Örneğin sandık birleştirmeler ne anlama geliyor? Seçim yolsuzluğu hazırlıkları, HDP’ye yönelik bitmek tükenmek bilmeyen operasyonlar vb bu çerçevede görülebilir mi?
Aslında bu baskın seçimin altyapısını adım adım hazırladılar. HDP’ye yönelik operasyonlar, bir dönem HDP’nin eş başkanlığını yapmış olan Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın, birçok milletvekilinin, onlarca belediye eş başkanının ve binlerce üyesinin, militanının, seçmeninin tutuklanmasını da bu seçime ilişkin AKP/Saray iktidarının hazırlıkları arasında görebiliriz. Basının neredeyse tümünü ve ana akım medyayı tekeline almak, sosyal medya üzerindeki baskıları arttırmak da seçime dönük bir operasyondur. OHAL’i çoktan kaldırmaları gerekirken kaldırmayıp seçimleri olağanüstü hal koşullarında yapmaları, KHK yetkilerini ellerinde tutarak seçime gitmeleri, seçime ilişkin niyetlerini ortaya koyuyor.
Bir diğeri, çıkardıkları seçim yasası. Seçim yolsuzluklarına yol veren bir yasa çıkarıldı. Bu yasaya göre önceki seçimlerde geçersiz sayılan, referandumda Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından hukuk çiğnenerek geçerli kabul edilen mühürsüz zarflar, yeni yasayla yasallaştırıldı. Bu, seçim yolsuzluklarının yasal hale getirilmesinden başka bir şey değildir.
Yine bu yeni seçim yasasına göre sandık birleştirmeler başladı. Son gelen bilgilere göre 19 ilde 144 bin seçmenin sandıkları başka köy veya ilçelere taşınıyor. Sandıkları taşınan köylerin hemen hepsinin ağırlıklı olarak HDP’ye oy veriyor olması, sandıkların taşındığı yerlerin hemen hepsinin ağırlıklı olarak AKP’yi destekliyor olması elbette tesadüf değil. Bütün bir köy halkını yaşlısıyla, engellisiyle, işini gücünü bırakarak oy vermek için kilometrelerce öteye gitmeye zorlamak açıkça seçime müdahaledir.
HDP seçim çalışmalarına pek çok ilde saldırılar yapılıyor ve bu saldırılar kolluk kuvvetleri tarafından engellenmiyor. Biz de Adana’da bunun örneklerini yaşıyoruz. Seçim çalışmalarımıza bir biçimde müdahale ediliyor, tomalar geliyor, akrepler geliyor ve kitleyi taciz ediyor. Kimi bölgelerde engellemeye çalışıyorlar. Örneğin Hatay’da aracımıza saldırı gerçekleşti. Arkadaşlarımıza ve büromuza saldırı yapıldı. Faaliyet gösteren arkadaşlarımıza sivil görünümlü ama pek de sivil olduğunu düşünmediğimiz kişiler tarafından müdahaleler yapılıyor.
Bütün bunlar aslında bu seçimi anti-demokratik yöntemlerle kazanma ve HDP’yi baraj altında bırakma amacıyla yapılıyor.
Peki neden HDP’yi baraj altında bırakmak istiyorlar? Çünkü Cumhur İttifakı cumhurbaşkanlığı seçimini kazansa bile, Meclis’te salt çoğunluğu elde edemezlerse cumhurbaşkanının hareket alanı büyük ölçüde sınırlanacak. Hesapları şu: HDP’yi barajın altında bırakıp, onun kazanacağı yaklaşık 80 milletvekilliğini gasp edip Meclis’te salt çoğunluğu hatta belki üçte iki çoğunluğu ele geçirmek… “HDP’yi sandığa gömün” talimatının altında yatan budur.
Ancak geniş bir seçmen kesimi bu oynanan oyunun farkında. AKP’nin baskılarla, hilelerle, sandık birleştirme manevralarıyla, seçim yolsuzluklarıyla yürüttüğü bu kirli oyunu gören, HDP’nin seçim barajı altında kalmasının tek adam rejiminin kalıcı hale gelmesi sonucunu yaratacağını fark eden geniş bir kesim var. Biz bunu sokak çalışmalarını yaparken, mahalleleri, çarşı pazarı gezerken fazlasıyla görüyor ve hissediyoruz. Bu dönemde HDP’nin barajı geçmesi salt HDP’nin sorunu değil artık; Türkiye’de yaşayan 81 milyonun geleceğini belirleyen bir anlamı var bunun. O nedenle ciddi bir dayanışmaya ihtiyaç var. Bu dayanışma sandıklara yansımalıdır. Çalamayacakları kadar bir oy alalım ki barajı aşabilelim. Biz barajı geçersek halklar, işçiler-emekçiler, kadınlar, gençler kazanacak. Laik-seküler yaşamın sürdürülebilme koşulları tesis edilecek ve barış kazanacak. Bu nedenle HDP’nin barajı aşması oldukça elzemdir. Bu anlamda bugünden kurulacak dayanışma ilişkisi, ben umuyorum ki, seçimlerden sonra da bir ortak zemin, bir empati kültürünü geliştirecek ve demokratikleşme mücadelesinde birlikte yürüme imkanını tesis edecektir.
HDP’nin bu seçimdeki mesajı nedir Türkiye halklarına? Seçim bildirgesiyle, aday listelerinin bileşimiyle HDP Türkiye’nin geleceğine dair nasıl bir mesaj veriyor?
HDP’nin seçim bildirgesinin ana teması, “Sen’le değişir”. Yani bu ülkede bir değişimin yaşanması şarttır. Milyonlarca insanın isteğidir bu. Ve bu değişimi yurttaşlarımız öncelikle 1 oylarıyla başlatacaklar.
HDP esasen 2015 7 Haziran seçimlerinde ortaya koyduğu Yeni Yaşam çağrısının yolundan gidiyor. HDP bildirgesiyle Türkiye’nin bütün sorunlarına hakim olduğunu, sahip çıktığını ve bu sorunlara ilişkin çözümlerinin bulunduğunu gösterdi. Ekonomi programıyla, demokratikleşme programıyla, barış programıyla, gençlere, kadınlara, emekçilere ve tüm ezilenlere yönelik görüşleriyle HDP tüm Türkiye’nin partisi olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
HDP’nin aday listesine bakıldığında da buradan güçlü bir mesaj verildiği görülüyor. HDP’nin listeleri, Türkiye’nin tüm çeşitliliğini kucaklıyor. Listelerdeki Alevi adaylar özel bir ağırlığa sahip. Bir yanda Ermeni, Süryani, Ezidi haklarının temsilcileri, diğer yanda dindar Müslüman adaylar listelerde yer alıyor. Devrimci, demokrat, sosyalist adaylarıyla HDP, Türkiye Solunun oldukça geniş bir kesimini bir araya getirmiş oluyor. Elbette listelerde Kürt halkının temsilcileri de fazlasıyla hak ettikleri yeri alıyor. Türkiye’nin seçkin muhalif aydın ve sanatçıları da HDP’nin ülkenin aydınlık geleceğini kuracak parti olduğuna ilişkin güvenle aday oldular. Aday listeleri HDP’nin Kürdistan’dan Trakya’ya, Karadeniz’den Çukurova’ya tüm Türkiye halklarının partisi olduğunu kanıtlıyor.
AKP/Erdoğan hükümeti, ekonomiyi krize sürüklemiş durumda. HDP’nin ekonomiyi düzlüğe çıkaracak bir programı var mı? HDP özellikle emekçiler, emekliler ve işsizler için ne vaat ediyor?
Türkiye 1990’lardan beri krizlerle yaşıyor. Bu krizleri küresel finans çevreleri, rantiyeler ve büyük sermaye grupları avantaja çevirebiliyor. Döviz, faiz ve enflasyon artışlarından yüksek kazançlar elde ediyorlar. Oysa geniş halk kesimleri; işçiler, işsizler, küçük esnaf, çiftçiler, emekliler bu krizlerde daha da yoksullaşıyorlar. Ellerinde avuçlarında kalan birikimleri yok oluyor. Asgari ücretlilerin alım gücü sürekli düşüyor. Bugün milyonlarca aile yoksulluk sınırının altında, bir bakıma yaşam savaşı veriyor. Adana’nın mevsimlik işçileri, çocuk işçiler, göçmenler vd ise asgari ücret bile alamıyor. Özetle bu defaki kriz de emekçi halkımıza fatura ediliyor ve korkarım ki sadece AKP-MHP ittifakı değil, CHP-İyi Parti-SP ittifakı da seçimlerde iktidar olsa değişen bir şey olmayacak. Her ikisi de İMF’nin kapısını çalacak.
Biz, HDP olarak, emekten yana bir program açıkladık. Ben kendim sosyalistim ve partim SYKP, HDP’nin bileşenlerinden biri. Bizler, işsizliği azaltan, gelir dağılımını düzelten, emekçilerin refahını artıran öneriler sunuyoruz. İktidar olduğumuzda yolsuzlukları, şikeci ihaleleri, israfı anında bitireceğiz. Ülkemizde ve bölgede barışı sağlayacağız ve böylece savunma harcamalarına giden milyar dolarlar halkımızın eğitimine ve sağlığına harcanacak. Adil bir vergi sistemi ile az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alacağız. Böylece, ilk kez krizin faturasını faiz-rant vurguncuları ve büyük sermaye grupları ödeyecek.
Asgari ücreti 3000 TL yapacağız. Asgari ücretlilerden vergi almayacağız. Benzer şekilde emekliye de zam yapacağız. Biz kadınların yükleri iki kat. Hem çalışıyoruz hem de tüm ev işlerini yapmak zorunda kalıyoruz. Kreşler, hasta ve yaşlı bakım evleri açacağız. Kadınların emeklilik yaşını düşüreceğiz. Kadınlara tüm alanlarda pozitif ayrımcılık uygulayacağız.
Biz sosyalistler biliyoruz ki, emek-sermaye çelişkisine ve sermayenin egemenliğine dayanan kapitalizm yok edilmedikçe ne emek-gücü sömürüsü, ne işsizlik, ne de çeşitli tahakküm biçimleri ortadan kalkar.
Ancak HDP’nin programının anti-kapitalist bir perspektifle, kararlılıkla uygulanması halinde sınıfların, sömürünün, sınırların ortadan kalktığı özgürlükçü ve eşitlikçi bir dünyanın kapılarını açabiliriz. Güncel durumda asıl vaadimiz budur.
Çukurova bir işçi ve emekçi bölgesi aynı zamanda. Sanayi işçilerinden mevsimlik tarım işçilerine, enformel sektör işçilerinden yoksul köylülüğe kadar geniş emekçi kesimlerin sorunlarına yönelik neler öneriyorsunuz?
Adana bir işçi ve emekçi şehri. Nüfusunun çok büyük bölümü -aileleriyle birlikte- işçilerden, güvencesiz ve enformel çalışanlardan, esnaftan ve tarım işçilerinden oluşuyor. Adana’nın milli gelirden aldığı pay son yıllarda iyice gerilemiş durumda. Bu nedenle de işsizlik çok yüksek oranlarda. Buna bağlı olarak da yoksulluk ve sefalet çok yaygın.
Geçmiş dönemde önemli bir sanayi şehriyken son dönemlerde devletin teşviklerinin farklı bölgelere kaymasının sonucunda sanayi işletmeleri ya kapandı ya da başka illere kaydı. Adana için çok önemli bir rol oynayan Sabancı sermayesi de Adana’dan çekildi. Adana “sanayisizleştirildi”. Mesela teşvikler komşu illere kaydırıldı. Sanayi işletmeleri de bu teşviklerin olduğu yerlere yöneldi.
Adana aynı zamanda “tarımsızlaştırıldı”. Çukurova’da en çok pamuk ve tütün ekilirdi. AKP’nin neo-liberal tarım politikalarıyla Çukurova tarımı bitirildi.
AKP iktidara geldiği günden bu yana ekonomik büyümeyi inşaat sektörü üzerinden gerçekleştirdi. Üretime dayalı bir büyüme politikası yürütmedi. Tam tersine ülkede üretilen ürünlerin yerine daha ucuz olduğu gerekçesiyle dışarıdan ürünler getirildi ve iç üretim geriletildi.
İnşaat sektörüne ciddi yatırımlar yapıldı. Bu sektöre alan açmak için tarım arazilerini imara açtılar. Tarımın zayıflamasına neden olan etmenlerden biri de budur.
Bütün bunların neticesinde Adana, işsizlikte Türkiye’de ikinci sırada yer alıyor. Bu çok mühim bir göstergedir. Geçmişte bir sanayi şehri olarak göç alırken, rüzgarın tersine dönmesiyle, sanayisizleşmeyle birlikte göç veren bir şehre dönüştü.
İşsizlik yapısal bir sorundur. Buna yönelik özel politikalar uygulamak gerekir. Bizler HDP olarak işsizliği en alt düzeye indirmek için çeşitli istihdam projeleri sunuyoruz. Ayrıca iş bulana kadar tüm işsizlere ayda 1000 TL işsizlik parası vereceğiz. Adana halkının insanca yaşanacak bir gelir düzeyine çıkarılması öncelikli görevlerimiz arasındadır.
AKP ve Erdoğan’ın eski gücünü kaybettiğine dair işaretlerin çoğaldığını düşünüyor musunuz?
Genel olarak AKP’de bir düşüş var. Bunu sokak çalışmalarımızda da görüyoruz. Kimi işaretler medyaya da yansıyor. Cumhur İttifakı’nın bir ayağını oluşturan MHP’nin ciddi biçimde güç kaybettiği anlaşılıyor. Ordu’da sürekli albay düzeyinde operasyonlar yapılıyor. İki yıldır bitmez tükenmez bir operasyonlar dizisi sürüyor. Yani Saray, Orduya da hâlâ güvenemiyor. Diğer taraftan büyük sermaye TÜSİAD’ın ağzından eleştirilerinin dozunu yükseltiyor. Erdoğan, “her yaptığımız sizin için” dese de büyük sermayenin desteğini tam olarak alamıyor. Bütün bunlar, iktidarın zemininin zayıfladığını gösteriyor.
Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın hapiste tutulması konusunda ne dersiniz?
Bunun kadar haksız ve hukuksuz bir şey olamaz. Sonuç itibariyle, aday olmaya hak kazanmış, aday gösterilmiş bir insanın somut hiçbir maddi suçlama olmadığı halde, sadece düşüncelerinden ve konuşmalarından dolayı cezaevinde tutulması hukuksal olarak hiçbir yere sığdırılamaz. Seçimlerin adil ve eşit koşullarda yapılması ilkesinin de ağır biçimde çiğnenmesidir bu durum.
Burada amaç bellidir: Yukarda dediğim gibi, HDP’yi iyice güçsüzleştirmeyi hedefleyen planın bir parçasıdır bu uygulama.
Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı kampanyasını cezaevinden yürütmeye mahkum edilmesi, ceza üzerine ek bir cezadır. Hem de bu çok büyük bir cezadır. Sadece Demirtaş’a değil, Demirtaş’a bugüne kadar oy vermiş milyonlarca seçmenin iradesine verilmiş bir cezadır. Her oy kullanan bireye verilmiş bir cezadır.
Biz kampanyamızı iki başlık üzerinden sürdürüyoruz. Tabii ki Demirtaş dışarıda olsaydı seçim kampanyasını çok daha başarılı biçimde yürütürdü. Ama biz dışarda, Parti’nin bütün üyeleri ve destekçileri birer Selahattin Demirtaş gibi çalışarak onun kampanyasını yürütüyoruz. Bizim en büyük muradımız, Selahattin Demirtaş’ın bir an önce serbest bırakılması ve seçim kampanyasını kendisinin yürütmesidir. Ama o güne kadar serbest bırakılmasını sağlayamazsak, 24 Haziran’da kazanacağımız zaferin akabinde cezaevinden çıkmasını sağlayacağız.
Elbette bu isteğimiz sadece Demirtaş için değil, tüm siyasi tutsaklar için geçerlidir. Ama 24 Haziran’da kazanacağımız zafer, tüm siyasi tutsakların serbest kalmasına kapıyı açacaktır.
SYKP’nin Eş Genel Başkanı iken HDP’den milletvekili adayı oldunuz. Ama sizin öne çıkan başka kimlikleriniz de var. Örneğin Arap Alevi kimliğiniz. Arap Alevilerin yoğun yaşadığı bir ilden, Adana’dan adaysınız. Arap Aleviler için HDP ne anlama geliyor? Seçildiğinizde bu konuda neler yapmayı düşünüyorsunuz?
HDP, gerek programında gerekse seçim bildirgesinde belirtmiş olduğu gibi Türkiye’de yaşayan bütün halkların ortak zeminidir. HDP’nin kuruluş felsefesinde bütün halkların ortak vatan üzerinde eşit ve özgür biçimde yaşaması vardır.
Türkiye’de yaşayan bütün halklar gibi, Arap Aleviler de kendilerini dışlanmış, ötekileştirilmiş hissediyor. Hele bu iktidara “halkların düşmanı” tabiri o kadar uygun düşüyor ki… Tekçi bir anlayışı topluma zorla dayatan iktidar, bütün etnisite, inanç, dil, kültür farklarını düzlemeye, yok etmeye çalışıyor. Bu iktidarın varlığını daha fazla sürdürmesi, bütün halklara zarar veriyor. Arap Alevi halkımız da bunun farkındadır. Yaşamın her yönünü dinselleştirmeye çalışan, mezhepçiliği hem içerde hem dışarıda, Suriye ve bölgede bir devlet politikası haline getiren Erdoğan yönetimine karşı Arap Aleviler seküler bir yaşamı, inanç özgürlüğünü, özgürlükçü bir ülke yönetimini, demokratik parlamenter sistemi savunan partilere destek veriyor.
Türkiye’nin en demokratik, eşitlikçi, kadın-özgürlükçü, çoğulcu programına sahip olan, özgürlükçü laikliği, anadilinde eğitimi, güçlü yerel yönetim anlayışını savunan HDP bu nedenle Arap Aleviler arasında da giderek artan bir destek görüyor.
Arap Aleviler içinde hatırı sayılır bir kesim HDP’nin barajı aşması gerektiğini düşünüyor. HDP’nin barajı aşması için bu bölge halkının önemli ölçüde katkı sağlayacağını umuyorum.
Arap Aleviler Türkiye’nin güney bölgelerinde yaşıyor. Ve yanı başımızda komşumuz olan Suriye’de yıllardır bir savaş yaşanıyor. Türkiye’deki mevcut iktidar ilk dönemlerde “Komşularla sıfır sorun” politikasını uygulasa da, daha sonra Suriye’den pay kapma hesabıyla bu savaşa dahil oldu. Cihatçı çetelere politik, askeri, lojistik destek sağladı. Daha düne kadar “Kardeşim” dediği Beşar Esad’ı ve yönetimini birkaç aylık bir manevrayla düşmanlaştırdı. Esad ailesinin inançlarını aşağıladı. Bu aşağılama, Türkiye sınırları içinde yaşayan Arap Alevileri de derinden sarstı ve incitti.
Türkiye devletinin/Erdoğan iktidarının silahlandırdığı ve desteklediği cihatçı çeteler Suriye’de Türkiye yurttaşı olan Arap Alevilerin akrabalarını katletti veya göçe zorladı. Kuşkusuz Arap Alevi halkımız bunları unutmayacak ve sandıkta hesabını soracaktır.
Barajı geçip Meclis’e girdiğimizde, bir HDP milletvekili ve bir sosyalist olarak tüm halkların ortak sesi olmaya çalışacağım. Ama özel olarak da içinden geldiğim Arap Alevilerin sözünü en güçlü biçimde Meclis kürsüsünden duyuracağım.
Aday olduğum Adana, çeşitli milliyetlerden ve inançlardan insanların yaşadığı kozmopolit bir şehir. Adana’da halklar arasında var olan ilişkileri geliştirmeye, kardeşlik köprülerini güçlendirmeye çalışacağım. HDP programı ve pratiğiyle buna büyük bir önem veriyor. Ben de Arap Alevi kimliğimle bu konuda gücüm yettiği ölçüde emek vereceğim.
Kadınların yaşadığı erkek baskısı, her türlü şiddet ve cinayetler ve eşitsizlik konusundaki görüşleriniz nelerdir, bu alanda ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Kadınlara yönelik erkek egemenliği binlerce yıla dayalı bir sistemdir. Bu sistem sınıflı toplumlarla kaynaşmış olarak varlığını sürdürmektedir. Otoriter ve totaliter rejimlerde kadına yönelik baskılar ve cinsiyet ayrımcılığının dozu, tonu çok daha fazla artar. Nitekim Türkiye’de özellikle son yıllarda AKP’nin uyguladığı politikalar sonucunda kadınlara dönük cinsiyet ayrımcılığı baskı ve şiddetin, kadın cinayetlerinin tacizin ve tecavüzün daha fazla arttığını görüyoruz. AKP iktidarı döneminde kadın cinayetleri yüzde 1400 arttı. Kadınlar sokaklarda hiç tanımadıkları erkeklerin şiddetine uğruyor. Kimi din adamları kız çocuklarının 7 yaşında evlenebileceklerine dair fetvalar veriyor. Pembe otobüsler yapıyorlar, okulları harem-selamlık haline sokuyorlar. Bütün bunlar, oluşturmak istedikleri yeni toplumun kodlarıdır.
Bunun yanı sıra, ekonomik alanda fonlarla desteklenmiş sosyal politikalarıyla kadınların güvencesiz biçimde çalışmasını teşvik ediyorlar. Yurtdışı ve yurtiçi hibelerle kadınları senede birkaç ay düşük ücretlerle çalıştırarak işsizlik rakamlarını düşük gösteriyorlar. Bu kurslarda, eğitimlerde bugüne kadar kadınlara dayatılmış olan toplumsal cinsiyet rolleri, birtakım işlerin kadınlara yapışık kalması sağlanarak, yeniden üretiliyor. Kadınları güvencesiz, düşük ücretli işlere mahkum ediyorlar. Bunlar, kadın düşmanı ve cinsiyetçi bir anlayışın ürünüdür.
Dolayısıyla bütün bunların toplamında, AKP iktidarına ve kurmak istedikleri yeni rejime karşı en ciddi mücadeleyi sokakta kadınların verdiğine defaatle tanıklık ettik. Sol/sosyalist yapıların ve belki bütün muhalefetin tamamının kurmak istediği faşizme karşı direniş cephesinin fiilen kadınlar tarafından kurulduğunu söyleyebiliriz. Kadınlar tecavüzcüyle evlendirme yasasına, çocuk yaşta kız çocuklarının evlendirilebileceğine dair fetvalarına karşı en ciddi direnişleri sergilemiştir. 8 Mart’lar, 25 Kasım’lar oldukça kitlesel geçmiştir. Bu da kadınların kendi aralarında gerçekleştirdikleri ortaklaşmanın, diğer bir deyimle faşizme karşı kadın dayanışmasının önemli bir göstergesidir. Bu bakımdan inanıyoruz ki 24 Haziran seçimlerinin belirleyeni kadınlar olacaktır.
Meclis’te bir feminist olarak yer alacağım ve kadınların sesi olmaya ve kadınların sözünü söylemeye çalışacağım.