İki aylık periyotlarla çıkan Siyaset Dergisi’nin beşinci sayısı çıktı. Derginin Mayıs-Haziran aylarını kapsayan bu sayısı, ‘Haziran’da kaybetmek zor’ başlığıyla çıktı. Dergiye kitapçılardan ulaşabilirsiniz.
Siyaset Dergisi, “Haziran’da Kaybetmek Zor” başlıklı 6. sayısıyla okurlarıyla buluşuyor.
Bu sayıda, “baskın seçim”in analizini, Türkiye’deki egemenlerin ve iktidarın konjonktürel ve içsel “kriz”lerini inceleyen, irdeleyen yazılar ve söyleşiler yer alıyor.
İki dönemdir HDP milletvekili olarak Meclis’te yer alan Ertuğrul Kürkçü ile yapılan söyleşide, seçim süreci, HDP’nin varlığı ve egemenler siyaseti, parlamento içinde ve sokakta yürütülen mücadelenin ilişkisine değiniliyor.
Bu sayıda, “ne yapmalı, nasıl yapmalı” bölümünü Mahir Geçikligün yazdı. Ali Rıza Tura, “devr-i sabık yaratmak” adlı yazısında, burjuva siyasetinin sistemi güvence altına almak adına “devr-i sabık yapmama” garantisine karşı, gerçek sol vaadin “devr-i sabık yaratmak olacağına” işaret ediyor Siyaset’in bu sayısında.
Erdal Kara’nın, asıl mücadelenin ikinci tura kalacak bir seçim perspektifinde 8 Temmuz’da başlayacağına ve ikinci tur sonrası “Seçim, faşizm, olası sonuçlar ve faşizme karşı birleşik mücadele” bağlamına ilişkin yazısı, Siyaset’in bu sayısında.
Dilan Dirayet Taşdemir, Kenan Kalyon, Metin Çulhaoğlu, Önder İşleyen ile sol- sosyalist siyasetin hal-i pür melalinden, rejim krizine; faşizmin inşa sürecinde “ne”ler yapılması gerektiğinden, baskın seçime ve seçim sonrasındaki olası senaryolara uzanan bir yuvarlak masa söyleşisini Siyaset’te okuyabilirsiniz.
Brezilya’da yükselen yoksullar ve işçi sınıfı kalkışmalarına yönelik yazılardan, futbolun piyasalaşmasına; Kıvanç Eliaçık’ın Suriyeli işçilere değindiği “Üç Kuruşa Oniki Saat” adlı yazısından, HDP’nin Adana 1. Sıra milletvekili adayı olan Tülay Hatimoğulları ile yapılan söyleşiye; Suriye’deki son gelişmelerden, Kıbrıs’ta yükselen sol dalgaya, yine birçok konuya değinmeye özen gösterilirken, “Haziran’da Kaybetmek Zor” deniliyor.
Derginin ‘Haziran’da kaybetmek zor’ başlıklı giriş yazısı şöyle:
Sait Faik, “Ben bayraklardan çok, insanları seviyorum” diyordu. Bu sözü, AKP rejiminin şimdiye değin, “ölüm”ü kutsamanın iktidarını bunca sene inşa etmesinin karşısına yerleştirebiliriz pekâlâ. Geri alınması gereken şey sadece bu ceberut tek adam rejiminden kurtulmak değil de, aynı zamanda halklarla kardeşçe yaşayabilmenin, emekçilerin yönetime katıldıkları, homofobiden uzak, kadınların özgürce yaşadığı yeni bir Türkiye inşa etmeyi tasarlamanın kaçınılmazlığı değil mi, biraz da… Çünkü her şeyden önce bizler “yaşamı savunuyoruz”, “ölümü kutsayanlara” karşı. Farklılıklarımıza rağmen “birlikte yaşamayı” istiyoruz.
Aslında bir Haziran günü (7 Haziran) devrilmişti bu iktidar. Bu nedenle, bir defa daha, “Haziran’da Kaybetmek Zor”. Bir bakıma isyanımızın konfetisidir, Haziran. Devlet dersinde öldürülmüş çocukların
Marx’ın çok bilindik tezidir, “Burjuvazi, ne kadar demokratik bir düzen istiyor görünse de, eninde sonunda kölelik rejimini arzulayacağı bir feodalite düzenini talep eder”. İşte bu yüzden AKP rejimi ve daha sonrasında uzayan tek adam sultası; kadın cinayetlerinin artışından, sonradan işçi grevlerinin yasaklanacağı OHAL düzenine, ucuz emek adına sömürülen Kürdistan kökenli işçiden, günümüzde daha da ucuza çalışan Suriyeli göçmenlerin çalıştırılmasına, “fütuhat” geleneğiyle Suriye İşgali’ne ve hunharca saldırılar karşısında Şırnak’ta bir apartmanın bodrumuna saklanan insanları toptan imha edebilmeye kadar varan, tek adam düzeninin “icraat”ları bu feodalitenin sürekliliğini, bekasını korumak için değil miydi!? Şimdi onlar için son bir umut olan bu “baskın seçim”, öyle görünüyor ki Batılı muktedirlerden de yani eski ortaklarından da veto yemiş bir iktidardır. Batı, artık Erdoğan’a bir ortak aradığı gibi, şunu da söylüyor: “Sana artık tek başına iktidarı teslim etmeyeceğiz”. Akp’nin durumuna bakınca, Ece Ayhan’ın darağacında asılan üç devrimciyi imgeselleştirirken yazdıkları geliyor akla: “Nerede kalmıştık? Tarihe ağarken üç ağır yıldız/ Sürünerek geçiyor bir hükümet kuşu kanatları yoluk”.
“Emperyalizm içsel bir olgudur”, artan döviz kurlarından bir kez daha doğrulanan bir tez. Bu nedenle Batı’nın Tayyip Erdoğan rejimine başka ortaklar araması gayet olağandır, bulacaktır da… Bir konsolidasyon/ restorasyon ihtiyacı burjuvazi ve muktedirler için kesinleşmiştir. Bu karar CHP seçim listelerine dek sirayet etti, bu yüzden CHP listeleri; kadınlara, gençlere, lgbti bireylere, Gezi’cilere, kozmopolitizmi içeren kimliklere kapısını kapadı. Bu nedenle ezilenler ve direnenler için ne sandıklı ne sandıksız, hem sandıklı hem sandıksız bir formül artık devrede gibi. Sandık açısından, HDP yine 7 Haziran’da olduğu gibi, şu anki Türkiye’nin “müesses nizamı”nı ve “muktedirler ittifakı”nın oyunlarını bozacak konjonktüre sahip. HDP’nin sandıktan çıkması, bu yeni konsolidasyonu/ restorasyonu teşhir etmesi ve müesses düzeni kilitlemesi manasına da geliyor. Ama bu sadece parlamenter mücadele ile hallolunacak bir şey değil. İşte bu yüzden de, ne sandıklı ne sandıksız bir çözüm gerekir. Şu an HDP içinde kümelenen, tüm sol-sosyalist çevrelerle daha geniş hak talepleri olan Kürtler, Aleviler, Eşcinseller, Kadınlar ile birlikte dışarda sokakta mahallede yeni ittifakları “yeni” yan yana gelişleri örebilmekten ve sokakları geri almaktan geçiyor, düzenin bu “oyu”nunu bozmak…
İsrail her geçen gün Filistin üzerindeki zulmünü arttırırken, Ğassan Kanafani’yi unutmak olmazdı. Kanafani, Filistinli bir romancı, hikâyeci ve bir eylemciydi. 1972’de arabasına konulan bir bombayla katledildi. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin en önemli isimlerinden biriydi. Kanafani’ye göre, Filistin, insanlığın ezeli ve evrensel yaralarından biridir. Onun hikâyelerinde, eğer direnen bir Filistinli kaybederse, insanlık da yenilmiş sayılırdı. İnsanlığın eşit yaşadığı her şartta, zafer ve yenilgi diye bir şey yoktur. Ve kesindir, İsrail zulmü asla kazanamayacak.
Evet, Nerede kalmıştık, “Haziran’da Kaybetmek Zor”.