Selahattin Demirtaş’ın şahsında Türkiye ve Kürdistan toplumuna çalınan bir mayaydı HDP siyaseti. HDP siyasetinin ilk defa sınandığı bir adım olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden alınan neticeler gösteriyor ki, çalınan maya tutmuştur. Türkiye ve Kürdistan toplumu Demirtaş tarafından “ilkeler siyaseti” olarak tanımlanan yeni tarzı siyasete kulak kabartmıştır.
Çok fazla ampirik verilere girmeden çok kısa bir Demirtaş analizi yapacak olursak; öncelikle, Demirtaş’ın siyaseten ve ahlaken zaten bu seçimleri kazanan taraf olduğunu ben de dahil olmak üzere birçok kişi dile getirmişti. Demirtaş’ın aldığı oy %9,8 değil de %8 gibi bir oranda da kalsaydı Demirtaş’ın siyaseten ve ahlaken kazandığı gerçekliğine bir zeval gelmiş olmayacaktı kanımca. Ancak Demirtaş’ın yüzde ona çok yakın bir oy alması, “ilkeler siyaseti” nin toplumsal bir karşılığının da olduğunu bize çok açık bir biçimde gösterdi. 30 Mart yerel seçimlerinde BDP+HDP nin aldığı toplam oyun %6.52 oranıyla 3 milyona yakın bir oy olduğu düşünüldüğünde, Demirtaş’ın %9.8 oranıyla yaklaşık 4 milyon oy alması, HDP siyasetinin bir milyondan fazla yeni seçmene ulaştığı ve bir milyondan fazla yeni seçmenin HDP siyasetine kulak kabarttığı açıkça ortadadır.
Bir milyondan fazla bu yeni seçmenin demografik dağılımının analizi elbette yapılmaya muhtaçtır ve yapılacaktır. Ancak peşinen şunu söylemek gayet mümkün, Demirtaş şahsında HDP bu yeni bir milyon seçmenin tamamını Kürt illerinden kazanmadı. Bunun en açık örneği ise, Ege, Akdeniz ve Trakya’dan alınan oyların ikiye katlanmasıdır. Hiç şüphe yok ki, bu oy artışındaki bir başka faktör de Demirtaş’ın kişisel karizmasıdır. Ancak hemen eklemek lazım, Demirtaş Batı illerinden oy alabilmek için yaygın ve hatalı bir kullanım olan “HDP’nin Türkiyelileşmesi” sloganını kullanmadı aksine “Türkiye’nin HDP leşmesi” gerekliliğini ısrarla vurguladı. Yani son kertede Demirtaş, kendisinin temsil ettiği HDP çizgisinin, Türkiye siyasetinin üzerine kurulduğu temel iki paradigma olan merkez sağ-muhafazakar yapı ile Kemalist- laik ve statükocu siyasetin dışında bir yol olduğunu defaten vurguladı. Özetle Demirtaş kişisel karizmasını hiçbir şekilde HDP siyasetinden ve ilkelerinden taviz vererek elde etmedi.
Katılım oranının son yılların en düşük seviyesinde (%74.2 gibi) olması ve seçime katılmayanların ya da “boykot” edenlerin ezici bir çoğunluğunun CHP ve MHP seçmeni olduğu yönündeki analizler kısmen doğru olsan da lokal tahlillerin yapılması daha net bir sonuç ortaya koyacaktır. Burada Demirtaş’ı ilgilendiren kısım, “sandığa gitmeyen ve ağırlıklı olarak CHP+MHP seçmeni olan kesim, eğer sandığa gitseydi, Demirtaş’ın oyları daha düşük olabilirdi” yorumudur. Bu yorum hem eksik hem de hatalıdır. Neden? Eksiktir çünkü sandığa gitmeyenlerin dışında bir de gidemeyenler var ki, bunların sandığa gitmesi durumu çok güçlü ihtimalle Demirtaş lehine sonuçlar doğururdu. Bahsettiğim gidemeyen seçmen, mevsimlik işçilerdir. Hatalıdır çünkü seçimleri “ideolojik olarak boykot edenler” ,ki pek bir toplumsal karşılı yoktur, dışında sandığa gitmeyenlerin tamamının CHP’nin orta sınıf tatilci seçmeninin olduğu varsayımı çok da doğru değildir. AKP seçmeninin de sandığa gitme eğiliminin 30 Mart seçimlerine göre bir düşüşte olduğu, AKP’nin çok yüksek oy aldığı illerde bu seçimde gözle görünür bir düşüşün olduğundan çıkarılabilir.
Analizin Demirtaş kısmını bitirirken, etnopolitik siyasetin bir yana bırakılarak tüm Türkiye’yi kapsayan bir siyasal hattın belirlenmesi gerekliliği saikiyle yola çıkan HDP siyaseti, Demirtaş şahsının temsil ettiği HDP ilkeleriyle “bu daha başlangıç” dedi. Demirtaş şahsında HDP siyaseti 2015 seçimleri için Türkiye halklarının yeni bir siyasal çizgiyle tanışma konusundaki hevesliliğini göstermiş oldu. Bu da hem Türkiye’nin yeni Radikal Demokratik bir muhalefete ne kadar ihtiyacı olduğunu açığa çıkardı hem de 2015 seçimlerinin ezici tek parti iktidarı ile sonuçlanmasının biraz daha güç bir hale geldiğini ortaya koydu.
HDP siyasetinin anti demokratik ama psikolojik bir baraj olan %10 barajına dayanması Türkiyeli seçmen açısından “oylarımız boşa gitmesin” retoriğinin bir anlamda kırılması bakımından oldukça olumludur ama HDP’nin siyasete çaldığı bu mayanın tutması için daha çok çalışmak da bir zorunluluk olarak kendini gösteriyor.
12.Cumhurbaşkanı Erdoğan
Öncelikle Erdoğan’ın ilk turda seçilmesi malumun ilanı oldu. Ancak Erdoğan’ın aldığı oy sonuçlarından çok memnun olduğunu sanmıyorum. Resmi oymayan rakamlara göre %51,7 gibi bir oy oranıyla TC’nin 12.Cumhurbaşkanı seçildi. Neden memnun değil? Çünkü daha birkaç gün öncesinde aralarında Konda’nın da bulunduğu birçok anket şirketi Erdoğan için, hiçbir suretle %55’in altına düşmeyen rakamlar açıklıyordu, Konda %57 açıklamıştı.
Oran değişse de sonuç aynı, Erdoğan 12.Cumhurbaşkanı seçildi halk tarafından ve bu da açık söylemek gerekirse bir başarıdır. Üstelik oylarında Demirtaş kadar olmasa da 30 Mart’la kıyaslandığında bir artış söz konusu. Böylelikle Erdoğan’ın temsil ettiği siyasal çizgi 12 yılda 9 seçim ve iki halk oylamasından başarıyla çıktı, bu çok somut bir gerçeklik.
Balkon Konuşması
Erdoğan balkon konuşmasında çok sert bir dil kullanmadı, hatta “kapsayıcı” bir dil kullanmaya çalıştı kendi üslubunca. Ancak bunun çok bir anlamı olup olmadığını anlamak için 2007 ya da 2011 yılında yaptığı balkon konuşmalarına bakarak çıkarmak çok da zor değil. Yani Erdoğan’ın “yumuşak ya da kapsayıcı” balkon konuşmasının çok da bir inandırıcılığı yok.
Ne dedi Erdoğan?
Erdoğan, seçimlerden hemen önce meydanlarda kendince teşhir ettiği kimlik ve mezheplere saygılı olduğunu dile getirdi. “küfür” mahiyetinde kullandığı Ermenileri ilk defa Türkiye’deki halkları sayarken ağzına aldı ve Türkiyelilik vurgusu yaptı!
İnsanların yatak odalarının gözlendiği ve kadın bedeni üzerinde dolaşan ellerin hiç eksik olmadığı bir Başbakanlık dönemi için “kimsenin yaşam tarzına karışmadık dedi” !
34 insanın uçaklardan atılan füzelerle parçalandığı, 14 yaşında Berkin’in “ben emrettim” değdi polisler tarafından katledildiği, “ben emrettim” dediği polislerin Ali İsmail’i sokak ortasında işkenceyle katlettiği, 301 işçinin Soma’da katledildiği, milyarların telaffuz edildiği rüşvet ve yolsuzluk iddialarının üstünün örtüldüğü Başbakanlık dönemi için “eski gerilimleri ve tartışmaları eski Türkiye’de bırakalım” dedi!
Son dönem “mağduriyet siyaseti” nin temel argümanı olan “paralel yapı” için “gelin bu yoldan dönün” diyerek Cemaat çevrelerine “teslim olun” çağrısı yaptı!
Kazanmayan yok dedi, hatta o kadar abarttı ki, Orta doğu ve Balkan başkentlerini de “tabi Müslüman olanlar” sayarak buralarında aynı zamanda kazandığını ilan etti!
Özetle belki istenilen bir oranla olmadı ama Erdoğan seçimlerden galip çıkan diğer isim oldu. Bu da Erdoğan’ın kısa dönem içinde tasarladıklarını hayata geçirebilmek için bir fırsat sundu. Hükümetin başına kimin geçeceği gibi çok kritik bir sorun halledildikten sonra, Erdoğan “terleyen” bir Cumhurbaşkanı olmak için olanaklı tüm yolları deneyecektir.
Çatı Çöktü
Ekmeleddin İhsanoğlu çatı adayı olarak başta MHP ve CHP olmak üzere birçok siyasi partinin üzerine mutabakata vardığı bir aday olarak seçimlere girdi. Ancak ne CHP ne de MHP Ekmel Bey için bir seçim çalışması yürütmedi çok açık bir şekilde. CHP’nin içindeki “ulusalcı” yarık adayın deklare edildiği gün baş gösterdi ve seçim süresi boyunca da bu yarık kapanmadı. MHP içinde Ekmel Bey’in adaylığı üzerinde açık bir tartışma yürümedi ancak, MHP’nin de kendi adayları için bir seçim çalışması yaptıkları şahit olmadık. Ekmel Bey, kendi çabalarıyla, dili döndüğünce ve nefesi yettiği oranda bir seçim kampanyası yürütmeye çalıştı. Fakat Ekmel Bey’in yürütmeye çalıştığı seçim çalışmasına kampanya diyemeyiz, ne siyaseten yeni bir şey söyledi ne de söylediklerinde bir siyasallık vardı ve son tahlilde çok büyük bir karşılığı olmadı toplumda adaylığının.
30 Mart seçim sonuçları ile kıyaslandığında, %45’i geçen çatı oyları bu seçilerde %38,5’e kadar düştü. Bu düşüşte “tıpış tıpış” oy vermeye gitmeyen “tatilci” CHP lilerin, Ekmel Bey’i İslami kimliğinden ötürü sindiremeyen ulusalcı-Kemalist seçmenin, sola meyleden fakat CHP’den umudu kesip Demirtaş’a yönelenlerin etkisi ayrı ayrı var elbet. Ancak CHP için en net söylenecek şey kanımca, kendi içindeki iktidar meselesini (statükocu-Kemalistlerle değişim isteyenler) halledemeyen CHP Ekmel Bey’in telaffuz edildiği gün itibariyle ikiye bölündü ve bu bölünmenin etkisi de gösterilen adayın oylarına yansıdı. CHP’deki bu bölünme yakın bir tarihte ufukta belirginleşecek bir kurultay olarak da somutlaşacak.
MHP’nin “kalesi” olarak adlandırılan illerde bile, oy potansiyelini Ekmel Bey’e yönlendirememiş olması, zaten tanınmayan ve politik bir şahsiyet olmayan Ekmel Bey için MHP’nin de bir tanıtma kampanyası yürütmediğini gösteriyor. Örnekse, özellikle MHP seçmeninin yoğun olduğu Erzurum ve Elazığ gibi illerde MHP oylarında ciddi bir düşüşün yaşandığı çok açık, bu düşüş sandığa gitmeme olmadığına göre oranlardan da anlaşılacağı üzere Erdoğan’a oy olarak yansımıştır.
Sonuç olarak Ekmel Bey’in aldığı %38,5 gibi bir oy oranı, Ekmel Bey’den öte CHP ve MHP nin başarısızlığıdır. Kaybeden Ekmel Bey değil, CHP ve MHP dir.