RÖPORTAJ – Funda Obuz: İzmir Tabip Odası’nda seçimlere Etkin Demokratik TTB adına katılan Demokratik Katılımcı Hekimler Grubu’ndan Prof. Dr. Funda Barlık Obuz: “Meslek örgütlerinin isimlerinden Türk/Türkiye’nin çıkarılmak istenmesi bir bahanedir. Burada esas amaç, meslek örgütlerini etkisiz hale getirmek ve hükümete bağımlı kılmaktır.”
Önümüzdeki pazar günü (15 Nisan) İzmir Tabip Odası’nda yapılacak seçim öncesinde, SiyasiHaber olarak Etkin Demokratik TTB adına seçime giren Demokratik Katılımcı Hekimler Grubu’nun temsilcisi Prof. Dr. Funda Barlık Obuz’la röportaj yaptık.
Savaş, ekolojik tahribat, işsizlik, yoksulluk, GDO vb. liste uzatılabilir. Bu sorunları TTB dile getiriyor, hekimlik sorunları ile ilgilenmiyor, insan hakları örgütü gibi çalışıyor deniliyor. Hatta hükümet yetkilileri daha da sert, parti kursunlar seçimlere girsin diyor. Etkin Demokratik TTB (EDTTB) adına seçime giren Demokratik Katılımcı Hekimler Grubu olarak sağlığı nasıl ele alıyorsunuz? Meslek örgütü ile bu sorunların ilişkisini nasıl kuruyorsunuz?
Bizler meslektaşlarımızın özlük haklarını ve mesleki etik değerleri korumayı öncelerken bunun yanında tabii ki toplumun sağlığını da önemsiyoruz. Halkın sağlığını korumak ve geliştirmek en önemli amaçlarımızdan bir tanesi. Bu, anayasayla kurulmuş kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütü olan Türk Tabipleri Birliği’nin sorumluluklarından biri aynı zamanda. Temel sağlık politikalarının kamu sağlığını merkezine alması gerekir. Ama son dönemlerde bakıyoruz ki, giderek daha fazla ticarîleşen sağlık hizmeti söz konusudur. Bu hem hastaların sağlığa erişimini güçleştiriyor hem de aşırı iş yükü altında sağlık çalışanları çok fazla yıpranıyor ve sömürülüyorlar.
Şöyle de yaklaşabiliriz sorunuza: Sağlık; biyolojik, fiziksel, psikolojik ve toplumsal iyilik hâlidir. Dolayısıyla insanın yaşadığı çevre, içinde bulunduğu toplumsal koşullar, gelir durumu, barış içinde yaşama olanakları, bütün bu koşullar belirleyici faktörlerdir sağlıkta. Bizler, bir meslek örgütü olarak bu sorunları duyarsız kalmıyoruz, kalamayız. Sağlıklı bir toplum için çabalıyoruz.
Sağlık ortamında şiddet gündemde. Hekimlerde tükenme ve intiharlar artıyor. Bu sorunların kaynakları hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunları azaltmaya yönelik TTB-Tabip Odaları hangi girişimlerde bulunuyor? Ne yapılması gerekir? Üstelik OHAL kapsamında ihraçlar ve atanamama durumu da söz konusu. Hekimler tehdit altında mı?
Şiddet, tükenmişlik vd… bunların temel nedeni aslında mevcut iktidarın 15 yıldır uygulamaya çalıştığı sağlık politikası. Buna da Sağlıkta Dönüşüm Programı deniyor. Bu program, sorun çözme iddiasıyla getirildi; fakat sorunları çözmediği gibi daha da artırdı. Geçtiğimiz Ağustos ayında 694 sayılı KHK ile Kamu Hastane Birlikleri kaldırılarak kamu hastaneleri tekrar Sağlık Bakanlığı’na bağlandı. Ama geçici değişiklikler bunlar tabii ki, sorunun temelini çözemiyor. Bu sağlık politikasının esası, “paran kadar sağlık”tır. Bunun bir yan etkisi olarak ve hükümetin de sorunları geçiştirmek için desteklediği geleneksel tamamlayıcı sağlık uygulamalarının artışı söz konusudur. Bilimsel ve çağdaş tanı ve tedavi yöntemlerini temel almayan hacamat, sülük gibi 15 kalemini SGK’nin de geri ödeme listesine aldığı uygulamalar yaygınlaşıyor. Bizler, bunlara karşı olduğumuzu söylüyoruz. Bilimsel temellere dayanmayan tedavilerin hastaya uygulanması yanlıştır ve etik değildir. Her hastanın nitelikli ve çağdaş bir tedaviye hakkı olduğunu düşünüyoruz.
Sağlıkta Dönüşüm Programı, performansa dayalı ve parça başı ücretlendirmeleri esas alıyor. Bunlar emekliliğe ise yansımıyor. Hekimler, ancak çalıştıkları sürece bu ücretleri alabiliyorlar. Dolayısıyla yoğun ve uzun bir çalışma hayatı söz konusu oluyor. Örneğin hekimler tatil yapamıyorlar. İzin kullanmak istemiyorlar. Üstelik iş barışı da bozuluyor. Hekimler arası işbirliği ortadan kalkıyor. Sadece niceliğin dikkate alındığı bir hekim-hasta ilişkisinden bahsedebiliriz. Oysa niteliği öncelemek gerekir. Artık önemli olan yapılan işlem sayısıdır sağlıkta.
OHAL sorununa gelecek olursak: Bizler; çağdaş, demokratik, bağımsız ve laik bir ülkede barış ve kardeşlik içinde bir arada yaşamayı ilke edinmiş bir grubuz. Dolayısıyla OHAL gibi anti-demokratik dönemler ve uygulamaları kabul etmemiz mümkün değil. Bu son yaşadığımız iki yıllık süreçte, KHK’lerle yüz binin üzerinde kamu çalışanı işinden ihraç edildi. Bunların yaklaşık üç bini hekimdi. Biz bu arkadaşlarımızla mümkün olduğunca dayanışmaya ve onların sorunlarını dile getirmeye çalıştık. Hiç kimsenin haksız hukuksuz bir şekilde işinden edilemeyeceğini, her olayın bağımsız bir yargı içinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Sanırım sizin grubun yönetimde olmadığı tabip odalarında bu dayanışmadan söz edemeyiz sanıyorum.
Tabii ki. TTB’nin yol göstericiliğinde bunları her ortamda dile getirmeye çalışıyoruz. Sonuç olarak OHAL’in kaldırılmasını talep ediyoruz.
Bir de atanamayan hekimler sorunu söz konusudur. Sayıları binleri bulan genç hekimin güvenlik soruşturması nedeniyle ataması yapılmıyor. Öğrenciyken herhangi bir demokratik toplantıya veya sosyal bir aktiviteye katılmak atanmaya engel olabiliyor. Bazen hiçbir gerekçe gösterilmiyor. İftira ve ihbar mekanizmaları işleyebiliyor. Bu genç hekim arkadaşlarımızın bir an önce görevlerine başlamasını savunuyoruz.
Sağlıkta Dönüşüm Programı/Projesi (SDP) ile Türkiye tüm dünyaya örnek gösteriliyor? EDTTB bu konuya da itiraz ediyor? Vatandaşlar ve sağlık çalışanları için SDP ne tür sorunlara yol açma potansiyeli taşıyor? Son zamanlarda hız kazanan şehir hastaneleri projeleri bağlamında değerlendirebilir misiniz?
Belki başlarda iktidara oy getiren bir projeydi. Daha sonra giderek bütçede açıklar verilmesine neden oldu. Şehir hastanelerinin temelini oluşturan, Sağlık Hizmetleri Temel Kanunundaki değişiklik 2005’te yapıldı. Şu an için 18’inin projesi bitmiş, dört tanesi açılmış durumda.
Her şehir de bir tane mi bu şehir hastaneleri?
Hayır, şehrin büyüklüğüne göre değişiyor. Ankara’da iki, şimdilik İzmir’de bir tane kurulma aşamasında, Bayraklı’da. Adı “şehir”, ama genellikle şehir dışına kurulan dev büyüklükte hastaneler bunlar.
Kamu özel ortaklığı modeli kullanılıyor burada. Kamu arazileri, ihaleleri alan şirketlere veriliyor. Bu şirketler inşaatı ve iç donanımı bitirdikten sonra da devlet kiracı konumunda oluyor. Bunu özellikle vurgulamak gerekiyor. Yaklaşık 25 yıllık kira sözleşmeleri yapılıyor. Bu da gelecek nesillerimizi bile borçlandıran bir durum. Aynı köprüler gibi, otoyollar gibi projeler bunlar.
Türkiye ekonomisinin büyümesinin son yıllarda iki kaynağı var: Biri inşaat, diğeri sağlık sektörü. Sağlık ekonomisi o kadar önemli hale geldi ki… bütçesi, kapsadığı işlem hacmi… Bu işlem hacminin önceliği, nitelikli sağlık hizmetinin çok ötesinde önem kazanıyor herhalde.
Çok abartılı büyüklükte binalar ve gereksiz büyüklükte hasta odaları yapılıyor. Sağlık hizmetini güçleştiren bir şey bu. Örneğin nöbetteki kardiyoloji asistanının bir hastaya ulaşabilmesi için 20 dakika yürümesi gerekebiliyor. Sonra hastaneler şehir dışında olduğu için hastaların ulaşması çok zor. Şehir merkezlerindeki köklü hastaneler kapatılıyor. Örneğin Ankara’da 13 hastane kapatılacak. İzmir’de de hangi hastanelerin kapatılacağı belirlenmiş durumda. Yatak kapasitesinde ise hemen hemen hiçbir değişiklik yok.
Ayrıca aile hekimleri de güvencesiz çalışmaya zorlanıyor. Yetkileri olmayan işlerle görevlendiriliyorlar. Angaryalar dayatılıyor. Çalışma koşullarından memnun değiller.
Sizin bildirinizde, alternatif tıp, umut tacirliğine ilişkin konular var. Modern tıpta yer almıyor bu değil mi? Burada sağlığın dinselleştirilmesi mi söz konusu olan?
Bunlar geleneksel ve tamamlayıcı sağlık uygulamaları. Biz TTB olarak bunları tıp içinde görmüyoruz, böyle kullanmıyoruz. Bunlar gericileşmeyle de bağlantılı. Gericileşme, dinselleştirmeden daha doğru bir kavram. Çünkü modern tıbbın öncesine gidiş bu. Bilimsel olarak kanıtlanmamış bir takım uygulamalar söz konusu olan. Üstelik hekimler dışındaki kişiler de bunu yapabilecek. Bir kontrol mekanizması yok. Bunu etik kurallara da uygun bulmuyoruz. Bu konuda mutlaka araştırmalar yapılması, geçerlilik ve güvenilirliği kanıtlanmamış uygulamaların engellenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Şimdi TTB ve Tabip Odalarının işleyişine ilişkin sorular sorayım. Çalışma gruplarınız, komisyonlarınız var. Tabip Odaları, sizin grubunuzun adından da görüldüğü gibi gerçekten katılımcı ve demokratik midir? Yani bu süreç nasıl işler?
Öyle olması beklenir. Bizim Etkin Demokratik TTB’nin yönetimde olduğu odalarda sağlanıyor bu. Çalışmaların çoğu komisyonlar eliyle yürütülüyor. Çok sayıda komisyon kurulabilir. Burada hekimler gönüllülük bazında çalışıp ve üretiyor, sonra da yönetime sunuyorlar. Bizim çok değişik alanlarda çalışan meslektaşlarımızın üretimlerine, katkılarına ihtiyacımız olacak. Şu an İzmir Tabip Odası yönetiminde çok göremediğimiz durumu biz sağlamaya çalışacağız. Bu tarzı aktif hale getireceğiz.
TTB’nin diyalogdan yana olmadığına dair bir eleştiri var.
Kimlerle diyalog yok? Yönetimle mi?
Sağlık Bakanlığı ile mesela…
Ben şu an TTB’nin Merkez Konseyi’ndeyim. Biz çok kez randevu istedik, ancak uzun bir süre sonra Sağlık Bakanlığı randevu verdi ve bir görüşme yapılabildi. Diyaloğa kapalı değiliz. Tam tersine, iktidar bizimle görüşmek istemiyor. Bu da genellikle sağlık politikalarına muhalif bir tutum içinde olduğumuz için olabilir; ama sonuçta bizim doğruyu göstermemiz ve toplum için yararlı hangisiyse onun uygulanmasını sağlamaya çalışmamız gerekir. Biz de bunu yapıyoruz.
Hükümetin son zamanlarda TTB’yi hedef alması, gözaltılar, örneğin Merkez Konseyi’nin tamamının gözaltına alınması… Savaş karşıtı bildiri nedeniyle… 200 yıl önceki bir metinmiş aslında… Türk adının çıkarılmak istenmesi… Neden yapılıyor bunlar?
Meslek örgütlerinin isimlerinden Türk/Türkiye’nin çıkarılmak istenmesi bir bahanedir. Burada esas amaç, meslek örgütlerini etkisiz hale getirmek ve hükümete bağımlı kılmaktır. Bu isim TTB’nin ulusal düzeyde etkili bir örgüt olduğunu, tüm ülkeyi kapsadığını gösteren bir isimdir aslında. Örneğin Dünya Tabipler Birliği’ne üye olmamız için böyle bir kapsayıcılığımız ve ülke düzeyinde birlik olarak tek bir temsiliyetimizin olması gerekiyor. Ayrıca uluslararası temsiliyet için ulusal birliklerin herhangi bir kamu kurumuna bağlı olmaması, özerk olması isteniyor.
Yasa taslağında birden fazla meslek örgütü kurma ifadesi yok şu an için. Ama TTB ve tabip odaları için Sağlık Bakanlığı’na, barolar için Adalet Bakanlığı’na büyük yetkiler verilecek. Meslek örgütleri büyük bir gözetim altında tutulacak ve istenmeyen bir faaliyet olduğunda da yöneticileri görevden alınabilecek. Bu tasarı henüz açıklanmış değil, edindiğimiz bilgiler böyle. Burada esas amaç, meslek örgütlerini etkisiz hale getirmek ve hükümete bağımlı kılmak.
Son olarak… Seçim sloganınız, mesajlarınız nelerdir? En son ne söylemek istersiniz?
Son olarak şöyle söyleyebilirim: “Bizler özlük haklarımız, iş ve gelir güvencemiz, meslekî bağımsızlığımız ve halkın sağlık hakkı için, uzun soluklu bir mücadele yürütmek için İzmir Tabip Odası yönetimine adayız.
Teşekkür ederiz. Umarım başarılı olursunuz.
Ben teşekkür ederim.