Yargı muhabiri Sibel Hürtaş gördükleri şiddet nedeniyle kocalarını öldürme suçundan hüküm giymiş 30 kadınla konuştu, hikayelerini “Canına Tak Eden Kadınlar – Kocalarını Neden Öldürdüler?” isimli bir kitapta topladı.
Tak eder çünkü bazen. Tak diye, neredeyse o an orada olan herkesin duyabileceği bir ses gelir. Artık geri dönüşün olmadığını gösteren en somut şeydir bu ses: Tak. Bazen kalpleri kırıldıktan çok sonra bazen de kemikleri kırılırken duyulur. Ama mutlaka duyulur. Bu yüzden, yargı muhabiri Sibel Hürtaş’ın da dediği gibi kocasını öldüren kadınların en çok kullandığı cümlelerden biridir: “Canıma tak etmişti.” Hürtaş, gördükleri şiddet nedeniyle kocalarını öldürme suçundan hüküm giymiş 30 kadınla konuştu. Bu görüşmelerden oluşan sekiz öyküye yer verdiği kitabı “Canına Tak Eden Kadınlar – Kocalarını Neden Öldürdüler?” geçen hafta İletişim Yayınları’ndan çıktı.
Girişte, bu kitabı yazma yolculuğunu başlatanın, kocasını öldürmüş bir kadının mahkeme salonundaki sessizliği olduğundan söz ediyorsunuz…
Belki 10 yıl önceydi. Adliyede gezerken öylesine girdiğim ağır ceza salonunda bir kadınla karşılaştım. Kocasını öldürmüş olan bu kadın ağzını açmadı bile. Müebbete mahkum oldu.
O an daha nice kadının böyle sustuğunu fark ettim. Bu suskunluğun peşinden sürüklendim.
Yrd. Doç. Dr. Özlem Albayrak ve Psikolog Alp Ardıç bu yolculuğa nasıl dahil oldular?
Uzmanların fikrini almak istedim. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Özlem Albayrak’tan yardım istedim önce. Ardından Psikolog Alp Ardıç’a gittim. İşlerini güçlerini bırakıp benimle şehir şehir gezdiler.
”Aslında kayunbabamu öldürmüycedim”
Görüşeceğiniz kadınları neye göre belirlediniz?
Gittiğimiz cezaevlerinde yöneticiler, kocalarını öldürme suçundan hüküm giymiş kadınlara talebimizi iletti. Kabul edenlerle görüştük. Yani biz onları değil, onlar bizi seçti.
Neydi bu kadınların ortak özellikleri?
Fiziksel, psikolojik, ekonomik şiddet yaşamışlardı. Ve insan onurunu en fazla zedeleyen; dışkı yedirme, cinsel ilişkiye zorlanma şeklinde gelişen cinsel şiddete maruz kalmışlardı. Çocukken evlendirilmiş, okumamış, mesleksiz, sahipsizdiler.
Kadınlarla yaptığınız görüşmelerde nasıl bir ruh halinde oluyordunuz?
İlk cezaevinde üçümüz de tedirgindik.
Belki de kimse gelmeyecek diye düşünürken küçücük bir kadın girdi içeri. “Nasılsın?” diye sorduk. “İyiyim” dedi. Sonra sessizlik. “Eyvah, sohbet bitti” derken bir başladı anlatmaya, bir daha da susmadı…
Çok dayak yediği kaynanasını ve eşini öldürmüştü. Bir de kayınbabasını… Kendine has Ege şivesiyle “Kayunbabamu öldürmüyceydim aslında. Eyi adamdı. Ama üstüne geldi. Ama gülerek öldü” dedi. Kitapta bahsettiğim “Bazen güldük” bölümü bu görüşme sırasında yaşandı. Ama uzun sürmedi, çocukları anlatırken de ağladık.
Bu süreçte cezaevlerini de gözlemlediniz. Nedir kadın cezaevlerinde durum?
Cezaevlerindeki kadınların hepsinin ruhsal sorunları var; gece kabus görürken ranzanın demirlerine ellerini vurmamak için kendi kendini yatağa bağlayan, öldürdüğü kocasının adamlarının bebeğini zehirlemek istediğini düşünüp müdürü mektup yağmuruna tutan… Sadece bir psikolog var, o da sıra gelirse. Hastaneye gönderilmeleri için şizofren filan olmaları gerekiyor. İdarecilerin rehabilite için
bir önerileri var; o da çalışmak. Bugün cezaevleri birer fabrikaya dönüşmüş durumda. Eğer cezanızın belli bir bölümünü çekmiş ve iyi halliyseniz açık cezaevine gönderilme hakkınız doğuyor. Ama burada çalışmak zorundasınız. Çalışmazsanız iyi haliniz siliniyor, kapalıya gönderiliyorsunuz. Asgari ücretin üçte biri üzerinden sigortaları yapılan kadınlar, bundan çocukları faydalanabildiği için memnunlar.
100 lira kadar da maaş alıyorlar. Askeriye elbiseleri dikiliyor burada yani hazır alıcı da var. İnternet sitesinden satışa sunulan nevresim gibi ürünler dışarısıyla aynı fiyata satılıyor. Artı değerin en yüksek olduğu yer cezaevleri. E bu da iştahı artırıyor, ücretler değil ama mesailer de böylece artıyor. Dışarıda erkeğin sömürdüğü beden içeride de böyle sömürülüyor.
”Adamdan kurtulsa bu cinayeti işlemeyecek”
Cezaevlerindeki çocukların durumu nasıl? Çok çarpıcı örneklere yer vermişsiniz. Kreşteki görevlilere “Benim kaşımı ne zaman alacaksınız?”, “Of of Allah’a yalvarıyorum geçsin günler diye ama o bile sesimi duymuyor artık” diyen çocuklardan söz ediyorsunuz…
Dizlerimize, boynumuza sarılmalarını unutamam. Kendilerine göre jargonları var tabi. 6 yaşından sonra cezaevinde kalmak yasak olduğu için yurda verilecekler. Onlar için 6 yaşına girmek tahliye olmak demek. 5.5 yaşındakiler “Tahliyeme 6 ay kaldı abla” diyor.
En büyük dilekleri pizza ya da sucuklu yumurta yemek. En en en büyüğü lunaparka gitmek…
Bu kadınların yaşadıkları akıl almaz derecede korkunç. Öte yanda da birini öldürmenin haklı görülecek bir yanı yok. Ben bu noktada işin içinden çıkamıyorum, ne düşünmem, ne hissetmem gerektiğine karar veremiyorum. Kadınlara bunları yapan erkekler de böyle korkunç davranmalarına neden olabilecek korkunç şeyler yaşamış olabilirler.
Nasıl onların yaşadıkları kadınlara şiddet göstermelerinin bahanesi olamazsa, kadınların da çok kötü
şeyler yaşaması cinayet işlemelerinin bahanesi olamaz…
Toplumsal olarak şiddete çok yatkınız deriz ya hep. Ben bu görüşmelerde onu iliklerime kadar hissettim. Kaynanasından dayak yiyen bir kadın kocasına şikayet ediyor, kocası “Ben de çok yedim” diyor. Annesine gidiyor, “Ben de çok çektim kaynanamdan” diyor. Babasına gidiyor, “Döver de sever de” diyor. Gittiği herkes şiddet mağduru… Bir kimsenin bir kimseyi dövmesinin utanılacak bir şey olduğu bu kültürde yerini alabilirse ancak bu sarmaldan kurtulabiliriz. Bu arada kadın ve erkek cinayetleri arasında önemli farklar var. Erkeklerin öldürme nedenleri kıskançlık, namus… Kadınlarınki şiddet. Erkekler planlı; takip ediyor, barışmaya çağırdığında vuruyor… Kadın ise plansız. Genelde ekmek bıçağı kullanmış ya da piknik tüpü. Kadın öldürmeden önce her yolu denemiş oluyor. Babasına, polise gitmiş. İntiharı deneyen bile var. Yani adamdan kurtulsa bu cinayeti işlemeyecek, besbelli. Bu haliyle daha özel bir yere konumlanıyor kadınların işlediği cinayetler. Zaten benim de tartışılmasını istediğim yer, tam olarak burası.
”Bir kurtun dişleri arasında çırpınan kuzu gibiydim”
“Görüştüğüm kadınlardan biri gözlerini ardımdaki duvara dikmişti. İlk eşinden olan oğlunu taciz eden kocasını kasap bıçağıyla 42 yerinden bıçakladığını söyledi. Gayri ihtiyari “Sonra?” dedim, “Kolonya döküp yaktım”, “Sonra?”, “Bütün evi yaktım, dışarı çıkıp izledim” dedi. “Pişman mısın?” diye sordum,
ilk kez yüzüme baktı ve vücudunda oğlunun isminin yazılı olduğu dövmeleri severken kafasını sallayıp “Yoo” dedi.
”Öyle yapılmaz efendi, böyle yapılır”
Başka bir kadın, anal yoldan tecavüzüne uğradığı sevgilisini kendi sözleriyle “kalçasının bir
o yanından bir de bu yanından” vurmuş sonra “Öyle yapılmaz efendi, böyle yapılır” diye adama laf anlatmış. Sonra adamın elbiselerini yakarak ısıttığı kazandaki suyla da yıkandığını anlattı ve “Ben hayatımda öyle banyo yapmadım arkadaş!” dedi.
Yaşlıca bir kadın görüşme masasına oturduğunda gözlerinde hâlâ çözemediğim bir huzur vardı. Pilatesten geliyormuş. Evet, cezaevindeydi ve pilates yapıyordu. Ama pilatesten geldiğini söylerken açılan dudaklarının arasından görünen kırık dişleri dışarıdaki hayatını anlamamız için yeterliydi. Ağzında sağlam diş kalmamış kadın eşinden yediği dayakları “Bir kurtun dişlerinin arasında çırpınan kuzu gibiydim” diye anlatmıştı.
”Kocasının dışkı yedirdiğini söylemeye utanmış”
Bir başka kadın da eşinin dışkısını yedirdiğini ima etmişti. Üstelik evli oldukları 38 sene boyunca! Görüşmede, yaşadığı bu şiddeti başta anlatmaya utandığını ama şimdi buna hazır olduğunu söylemişti. Şimdi dediği, yargılamasından tam
10 yıl sonra! Tabii kadınların bunları anlatmalarını sağlamak hiç kolay olmadı. Kadınlardan biri de “Ben mahkemede bile konuşmadım” dedi. “Neden size konuştu?” diyeceksiniz, belki diğer kadınlardan etkilendi, belki koğuştan çıkmak istedi
o an. Konuşurken samimi bir hava oldu aramızda. Meğer
eşi tarafından zorla satılan
bu kadın, izleyici koltuklarında oturan çocukları olayı öğrenmesin diye yıllarca susmayı tercih etmişti.
”Devlet kelepçe takmak için teşrif ediyor”
“Çoğunun hayatlarında kendi yaptıkları, hayatlarına yön veren ve sonucuna katlandıkları tek eylem işledikleri cinayet” diyorsunuz kitapta. Bunu biraz ayrıntılı olarak anlatır mısınız?
Görüştüğümüz kadınların hayatta hiç seçenekleri olmamış. Toplum, aile ve devlet tarafından zayıf bırakılmışlar. Eğitim almayan, çalışmayan kadınlar, hayatlarının hiçbir aşamasına yön verme şansını bulamamışlar. Kullandığı dil bu durumu ele veriyordu, çoğunlukla edilgen cümleler kuruyorlardı: “Evlendirildim, okuldan alındım” gibi… Cinayete kadar bu böyle gidiyordu neredeyse hepsinde.
Aile, toplum, devlet tarafından elbirliğiyle zayıf bırakılan kadınlar ancak özgürlüklerini kaybettikleri eylemle hayatlarını yönlendirme şansı buluyorlar. Çoğunun pişman olmamasının başka açıklaması yok. Bir de şu noktaya değinmek istiyorum; devlet bu hikayelerin hiçbirinde cinayet işlenene kadar ortaya çıkmıyor. Sadece kelepçe takmak için teşrif ediyor hikayeye.
Güliz Aslan/Milliyet