Yazı dizimize ikinci yazımızla devam ediyoruz. Önceki yazımızda, var olan üniversite örgütlerinin dar grupçu/dayatmacı örgüt reflekslerinden bahsetmiş ve bugünün üniversite örgütünün, bu anlayışın tamamen uzağında durarak, bakış açısını, “üniversite hareketi”nden yana sürdürmesinin gerekliliğinden bahsetmiştik. Yazı dizilerimizde “var olan” üniversite örgütlerinin eleştirisine ciddi bir yer ayırıp “nasıl olmalı” sorusuna gereken yanıtları “genel” ve “ilkesel” olarak ortaya koyuyoruz. Bu bilinçli bir yönelim; çünkü nasıl olmalı sorusu, var olanın eleştirisinden farklı olarak “kolektif” bir irade gerektiriyor. Bu perspektif, var olan üniversite örgütlerinin “içeriden” eleştirisi ile “örgütsüz” denen kitlenin üniversite örgütlerine getirdiği “dışarıdan” eleştirilerinin bir sentezini içermektedir. Bugün yine “içeriden” gelen eleştirilerle devam ediyoruz. Üniversite örgütleri “hiyerarşik” yapılanıyor.
Üniversiteye girdiğimiz andan itibaren bizi karşılayan birçok üniversite örgütüne getirilen en büyük eleştirilerin başında “hiyerarşi” geliyor. Bu eleştiriyi ikili bir biçimde düşünebiliriz: birincisi tüzüksel anlamda ifade edebileceğimiz daha çok tekniğe dayanan hiyerarşi, ikincisi ise “kadro”ların; “sorumluların” ya da “şef”lerin (“statü”ler örgütlerin isimlerine göre değişiyor) örgüt içindeki davranışları yoluyla yürüyen ve tehlikeli bir “yaşayan hukuk” oluşturan hiyerarşi.
Hiyerarşinin Görünüş Biçimi Olarak Yaşayan Hukuk
Bu iki hiyerarşi biçimini bir bütün olarak değerlendirmemiz gerekiyor. Zira tüzüksel olarak hiyerarşik görünmeyen bir üniversite örgütünde “yaşayan hukuk” anlamında bir hiyerarşi bulunabiliyor. Bazı üniversite örgütlerinin ise tüzüğü dahi bulunmadığından/bilinmediğinden işleyişlerini yaşayan hukuk belirliyor. Öncelikle yaşayan hukukun ne olduğunu ifade etmek gerekiyor. Yaşayan hukuk, tüzüksel ve programatik sınırları gözetmeksizin, “yaşama hakim olan hukuk” olarak ifade edilebilir. Yaşayan hukuk, tüzüksel ve programatik sınırları gözetmediğinden; belirlenmesi, denetlenmesi ve ifade edilmesi dahi çok zor olan bir hukuk. Bu zorluğu belirleyen birçok neden var; en görünür olanları sıralamak gerekirse, belirlenmiyor çünkü yaşamın işleyişi içinde olduğu için “doğallaş(tırıl)ıyor” ; denetlenemiyor çünkü doğallaştırıldığı için, bu “doğallığın” dışına çıkılamıyor ve çıkan olursa da yaşayan hukuk tarafından “tasfiye” ediliyor; ifade dahi edilemiyor çünkü tasfiye süreçlerinin “işleyişi” ifadeyi zorlaştırıyor.
Hiyerarşinin Yaşam Pratikleri
Hiyerarşinin “yaşayan hukuk” olarak örgütlenme, “kadro”ların örgüt içerisindeki insanlardan kendini “farklı bir konumda” hissetmesiyle kendini gösteriyor. Bu “hissiyat” temelini, kişinin kendisinden değil yaşayan hukukun kendisinden aldığı için, “kişisel” değil “örgütsel” bir konu. Bu hissiyat, “buyurganlık”, “üstünlük”, “öz-eleştiri vermemezlik” ile süslenerek ilerliyor. “Kadro” ile “kadro olmayan” arasındaki ilişki “insani duygulardan” arınarak “örgütselliğin doğası gereği” adı altında mekanikleşiyor. Bu mekanikleşme ve hiyerarşinin getirdiği “hissiyat” göz önüne alındığında kurulan yoldaşlık, dostluk ilişkisellikleri politikleşemiyor ve yüzeyselleşiyor. Bu yüzeysellik ise “yaşayan hukukun” devamlılığını “kısır bir döngüye” sokuyor. Şöyle ki politikleşememenin sonucu “eski kadronun” yerini dolduran kişi “yeni”leşemiyor; “eski” devam ediyor. Bu kısır döngüyü oluşturan şeyin yaşayan hukukun kendisi olması bizi yine, bu davranış biçimlerinin kişisel değil, örgütsel bir konu olduğu sonucuna ulaştırıyor.
“Yaşayan hukuk” tarafından hiyerarşik yapılanan bu örgütsel biçimin elbette ki çelişkileri var. Bu örgütsel işleyişin yüzeyselliği, “gerçek hayatın” derinliğiyle kıyasıya bir çelişki barındırıyor. Bunun sonucu olarak kişileri politikleştir(e)meyen bu işleyiş, bazen birtakım kişileri, “yaşayan hukuk” alanından çıkarabiliyor ve kişiler bu hiyerarşik işleyişi eleştirme noktasına getirebiliyor. Bundan sonra ise, kişinin örgütteki “konumuna” göre, bir başka deyişle “tehlikenin” boyutuna göre yaşayan hukuk devreye giriyor. Bu hukukun tüzüksel ve programatik olmaması, kişi ile örgüt arasında konunun çözümünü ve kişinin tasfiyesini “yaşam pratiklerine” bırakıyor. Bu yaşam pratiklerinin, “düzenden”, “iktidar ilişkilerinden” ne kadar sıyrıldığı ise önemsenmiyor.
Bugünün Üniversite Örgütü
Bugünün üniversite örgütü “yaşayan hukuka” geçit vermeyen, örgütsel ilişkileri ve sorumluluk ilişkilerini “teknikleştiren” ve “yaşayan hukukun” panzehiri olarak yaşamın tüm alanına değen ve bu alanları politikleştiren, bu anlamda yüzeysel ilişkileri derinleştiren bir örgüt olmalıdır.
Üniversite Örgütü Üzerine (1) – Gökay Işık