EBRU YILDIRIM yazdı: “Bir ülkede toplum, hangi değerler ve düşünce sistemi üzerinden biçimlendirilecekse, eğitim politikaları başta olmak üzere idari yapılanma da ona uygun olarak oluşturulur. 4+4+4 modeli ile yaratılmak istenen budur: Baskıcı ve koşullandırıcı bir eğitim anlayışı, yani bugünkü iktidarın isteklerini karşılayan bir model.”
EBRU YILDIRIM
2012 yılında yürürlüğe sokulan, ilk ve ortaöğretim sistemini 4+4+4 olarak kademelendiren 6287 sayılı yasanın üzerinden 5 yıl geçti. Bu 5 yıl içerisinde ‘yeni’ eğitim modeline dair pek çok farklı çevreden pek çok yazı, eleştiri kaleme alındı; kimi siyasi yapılarca modelin sorunlarını halka anlatmak adına kısıtlı kampanyalar düzenlendi. Türkiye tarihinin gördüğü en vahşi, pedagojiden ve evrensel değerlerden en uzak eğitim modeli kademeli olarak ve karşısında hakikatli bir muhalefet görmeksizin hayata geçti. Henüz kurumsallaşmamış faşizmin kitle tabanını kalıcılaştırmayı hedeflediği aşikâr olan eğitim modeli, geçen bu 5 yıl içerisinde yaşanan her türlü hukuksuzluğun ve iktidarca yaratılan şiddet yüklü tehdidin de sayesinde insan yavrusuna en kısa zamanda müdahale etmenin aracı olarak karşımızda.
Eğitmek: Peki nasıl?
Temel bir insan hakkı olarak ele alabileceğimiz eğitim hakkının özüne baktığımız zaman insanın özgür biçimde kendisini geliştirme düşüncesini görmek mümkün. Eğitimcinin görevi de, yetişme sürecindeki insanı eğip bükmek değil, bir insana kendini yetiştirmesi için gerekli koşulları ve ortamı sağlayarak onun kendini geliştirmesinde kolaylaştırıcı bir rol oynamaktır. Eğip bükmeye odaklanmış bir eğitim/eğitimci anlayışı çocuğa yarar sağlamaktan çok zarar verir. Bu nedenle eğitimin niceliği kadar niteliği de önemlidir. Öyleyse “Çocuğun eğitim hakkı ne tür bir eğitimle korunmuş olur?” sorusunun yanıtı “Kendi potansiyelini açığa çıkarmasını sağlayacak olan bir eğitim”dir. Çünkü çocuk bir insandır ve kimsenin malı, mülkü değildir. Ancak çocuğun özne olmasına izin veren bir eğitim, eğitim adını almaya layıktır.
Eylemlerinin sorumluluğunu taşıyan özgür bir öznenin gelişme ortamını hazırlamak, diğer öznelerle ortak olan, paylaşım ve uzlaşım alanları yaratmak üzere yürütülmesi gereken eğitim; iktidara kayıtsız şartsız bağlılığı ilkece benimsemiş olan siyasi ve sosyal sistemlerde özneye ihtiyaç duyulmadığı ve itaat edeni yönetmek kolay ve zahmetsiz olduğu için bu anlayışa uygun ideolojik bir hal alır.
Bir ülkede toplum, hangi değerler ve düşünce sistemi üzerinden biçimlendirilecekse, eğitim politikaları başta olmak üzere idari yapılanma da ona uygun olarak oluşturulur. Türkiye’de de yapılan bundan farklı değildir. 4+4+4 modeli ile yaratılmak istenen budur: Baskıcı ve koşullandırıcı bir eğitim anlayışı, yani bugünkü iktidarın isteklerini karşılayan bir model.
Dayatılan modelin ekonomi-politiği
“Tüm toplumsal sınıfların çocuklarını anaokulundan başlayarak alır ve anaokulundan başlayarak, yeni ve eski yöntemlerle, yıllar boyunca, çocuğun ‘etkilere en açık’ olduğu çağda, aile DİA’sı[1] ve öğretimsel DİA arasında sıkışmış olduğu yıllar boyunca, egemen ideolojiyle kaplanmış ‘beceriler’i (dil öğrenme, hesap, tarihi bilimler, edebiyat) ya da sadece katıksız egemen ideolojiyi (ahlak, felsefe, yurttaşlık eğitimi) tekrarlaya tekrarlaya çocukların kafasına yerleştirir.
On altıncı yıla doğru bir yerde, dev bir çocuk kitlesi üretimin içine düşer: Bunlar işçiler ve küçük köylülerdir. Öğrenim görebilecek gençliğin bir başka bölümü yoluna devam eder: Ve zar zor kısa bir yol daha aldıktan sonra bir kıyıya yıkılır kalır ve küçük ve orta teknisyenler, beyaz yakalı işçiler, küçük ve orta devlet memurları, her türlü küçük burjuva tabakaları oluşturur. Son bir bölümü zirveye ulaşır, ya aydınlara özgü yarı işsizliğe düşmek ya da ‘kolektif emekçinin aydınları’ dışında sömürü görevlileri (kapitalistler, işletmeciler), baskı görevlileri (askerler, siyaset adamları, yöneticiler) ve profesyonel ideologlar (çoğu inanmış ‘laik’ kimseler olan her türlü papaz) sağlamak üzere…
Yolda düşüp kalan her kitle, sınıflı toplumda yerine getireceği göreve uygun ideolojiye pratik olarak sahip kılınır: Sömürülen olma görevi (son derece gelişmiş mesleki, ahlaki, medeni, milli ve apolitik vicdana sahip), sömürü görevlisi olma görevi (işçilere emretmeyi ve onlarla konuşmayı bilmek: insan ilişkileri), baskı görevlileri (emretmek ve tartışmaya yer bırakmadan itaat ettirmeyi bilmek).” (Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İletişim Yay. 4. baskı.)
Althusser’in devletin ideolojik aygıtlarından biri olarak imlediği “okul/eğitim”; Türkiye bağlamında kamuoyunca 4+4+4 olarak bilinen yeni düzenlemeler ile yeniden tesis edilmekte. Türkiye’de 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle ülkenin neoliberal dünyaya eklemlenme sürecinin daha da hızlandığı söylenebilir. 2004 yılından başlayarak okul öncesinden liseye kadar bütün eğitim programları değiştirilmiş yerine yeni programlar uygulamaya konulmuştur. Yeni programlarla birlikte eğitim sisteminin dayandığı felsefeden öğretim yöntem ve tekniklerine, ölçme değerlendirmeden ders kitaplarına birçok alanda radikal denilebilecek değişikliklere gidilmiştir. Bunun yanında programların dayandığı temel felsefenin büyük ölçekle liberal dünyanın görüşlerini yansıtması, bilimsel yönünün sorunlu olması, bireyselliğin aşırı vurgulanması ve Sünni İslamcı anlayışın ön planda olması gibi noktalar karşımıza çıkmaktadır.
Bütün bu değişikliklerin iki temel nedeni vardır. Birincisi, tıpkı sağlık gibi eğitim alanının da sermayenin yeni birikim alanı olarak tespit edilmesidir. Devlet okullarında kalitenin giderek düşürülmesi, okullara gönderilen ödeneklerin her geçen yıl azalması ve kağıt üzerinde ilköğretimin parasız olmasına karşın yirmi civarında gerekçe ile para toplanmasıyla insanlar paralı eğitime alıştırılmaktadır. Bu arada devlet okullarına verilmeyen destek özel okullara akıtılmakta, bankaların verdiği eğitim kredileriyle artık alt düzey kamu çalışanları bile çocuklarını özel okullara gönderebilmektedir. Ancak bütün bunlardan devlet okullarının günün birinde tamamen kapatılacağı yanılgısına düşülmemelidir. Çünkü burada değişikliklerin ikinci temel nedenine geliyoruz. O da düşünme yeteneğini kaybetmiş, köle bilinci taşıyan, soru sormayan, merak etmeyen, dolayısıyla itiraz da etmeyen/edemeyen nesiller yetiştirme ihtiyacıdır.
Neler yaşandı?
AKP iktidarı, Cemaat’le yaşadığı gerilimin açtığı ‘meşru’ zeminden de yararlanarak, kapatıldığı iddia edilen dershanelerin yerine ‘temel lise’ adıyla çok daha pahalı dershaneler açmış oldu. Böylece dershanecilikte tekelleşmeye gidilerek, küçük ölçekli kurumlar kapatıldı, orta ve büyük ölçekli eğitim kurumları isim değişikliği ile ‘apart liseler’ açtı. TEOG yerleştirme sisteminde yapılan değişiklik ile veliler görece iyi Anadolu ve Fen Liseleri’ne öğrenci kaydettirebilmek için rehberlik hizmetleri satın aldı. Meseleyi daha kolay kavramak için Türkiye’deki farklı türde eğitim veren liseleri kategorize etmekte yarar var:
a) Anadolu/fen liseleri: Bu liselere giriş merkezi sınavla yapılmakta. Aynen üniversite sınav sisteminde olduğu gibi öğrenciler aldıkları puanlara göre tercih yaparak bu liselerden birine kayıt yaptırabilmekte.
AKP iktidarı bu türdeki liselerin de ‘proje okullar’ adıyla içini boşaltmakta gecikmedi. İstanbul Erkek Lisesi, Cağaloğlu Anadolu Lisesi, Kabataş Lisesi gibi pek çok köklü kurumu bu kapsamın içine alarak doğrudan öğretmen ve idareci atamalarını Milli Eğitim Bakanlığı’na bağladı. Bu okulların öğretmen ve idarecileri zorunlu tayin edildi, yerlerine AKP sendikasına kayıtlı olma şartına bağlı, liyakatin yok sayıldığı atamalar yapıldı. İmam hatipleştirilemeyen, laik orta sınıf ailelerin tercih ettiği bu okulların dinselleştirilme sorunu da atanan öğretmenler ve yenilenen zorunlu dinsel müfredat ile giderilmiş oldu. Dolayısıyla ‘proje okullar’da okuyarak dil eğitimi de dahil, görece iyi eğitim alınabilen parasız ve laik okulların da tercih edilebilirliği ortadan kaldırılarak, orta sınıfların çocukları için geriye kalan ‘özel okul’ seçeneği yaratıldı.
b) Meslek liseleri: Aynı merkezi sınav ile girilen, Anadolu/fen liselerine puanı yetmeyen öğrencilerin tercih edebildikleri okul tipleri. Akademik eğitim yerine mesleki eğitimin verildiği okullar. Bu okulların puanları Anadolu/fen liselerine göre çok daha düşük. Özel ders alamamış, dershaneye gidememiş, eşit koşullara sahip olmayan illerin öğrencileri genelde bu liselere kayıt yaptırabiliyor.
Meslek liselerinin puanları da kendi içlerinde değişkenlik gösteriyor. Mesela piyasaya açılan sağlık sektörü ile paralel olarak bu içerikteki meslek liselerinin puanları diğerlerine göre daha yüksek.
Bununla birlikte sanayi bölgelerinin içinde ‘özel’ meslek liselerinin açılması hızlandı. Buna ilişkin en somut örneklerden biri sermaye gruplarından Koç’a ait:
“Ford Otosan Genel Müdürü Nuri Otay: ‘Amacımız; sürdürülebilir bir okul-işletme işbirliği modeli oluşturmak, teknik ve mesleki eğitime destek olurken sanayiye istihdam için nitelikli insan kaynağı yaratılmasına katkıda bulunmak ve müşteri memnuniyetini artırmak’ diye belirtti. Otay, ‘Ford Otosan olarak ilk günden beri tüm olanaklarımızı seferber ederek desteklediğimiz Meslek Lisesi Memleket Meselesi Projesi kapsamında 36 Meslek Lisesi Koçu ile 19 okula ulaşarak, 698 bursiyere katkı sağladık. Bugün de yine bizi gururlandıran bir eğitim merkezi açıyoruz. Merkezimiz, Eskişehir İnönü fabrikasına yakın olmanın getireceği hızlı oryantasyon ve teknik destek avantajına da sahip. Bu projenin bayi teşkilatının nitelikli eleman ihtiyacını büyük ölçüde karşılayacağına inanıyorum. Merkezimizde yetiştirdiğimiz İnönü Endüstri Meslek Lisesi öğrencileri sektöre büyük katkı sağlarken ağır ticari araçlarda uygulanan teknolojik yeniliklere uyumlu ve yüksek vasıflı teknisyenlerimiz, servis hizmetlerimize değer kazandıracak. Şu anda Ford Otosan Gölcük tesislerinde 2 bin 500’den fazla Endüstri Meslek Lisesi mezunu çalışıyor. Amerika Birleşik Devletleri dahil tüm dünyaya ihraç edilen üstün kaliteli ürünleriyle ülkemizin gurur kaynağı olan Ford Otosan’ın başarısında meslek liselerinde yetişmiş gençlerimizin katkısı çok büyüktür’ dedi.”
Bugün gelinen noktada AKP iktidarı sermayenin açtığı bu meslek liselerinin öğrencilerini özel okul teşvik bursu ile okutuyor, yani devletin parası sermayeye devrediliyor. Veliler ise, para ödemeksizin devlet bursu ile özel okulda öğrenci okutmaktan memnun. Sermaye sahipleri ise en memnun kesim elbet: Hayır işlemiş oluyor, devletin parasıyla okuyan öğrencilerin emeklerine henüz 16 yaşındayken ‘staj’ adı altında çok ucuza el koymuş oluyor.
c) İmam hatip liseleri: Yukarıda sayılan okullardan hiçbirine giremeyen öğrenciler sınavsız olarak imam hatip liselerini tercih edebiliyor. Hatta çoğu yoksul aile, büyük şehirlerdeki ulaşım pahalılığı nedeniyle evinin yakınındaki imam hatip lisesini doğrudan tercih etmeye mahkûm ediliyor. Bu türdeki liselerde verilen eğitim, kapitalist sistem içindeki paylaşımdan en aza razı olmak üzere yetiştirilen zihniyeti ürettiği gibi, mezun olanın pazarda satabileceği herhangi bir kültürel sermayeyi de içermiyor.
d) Açık lise: Sınavla girilen Anadolu/fen/meslek liselerini kazanamamış öğrenciler doğrudan ya imam hatip liselerine veya evinden eğitim alabildikleri açık liselere kayıt yaptırabiliyor.
e) Özel liseler: Bu liselere giriş merkezi sınavla olsa da çok düşük puanlarla kayıt yaptırmak mümkün. Anadolu/fen liselerini hedefleyip kazanamamış ve parası olan öğrenciler için ideal. Çocuklarının akademik eğitim almasından yana olan veliler meslek liseleri ve imam-hatip liselerine çocuklarını göndermek yerine banka kredisi çekerek bu okullarda çocuklarını okutabiliyorlar.
Elbet bu liselerin de kendi içinde kategorik farklar barındırdığını söylemek gerek. Özel liselerin büyük bir kısmı üniversite hazırlık merkezli. Eleştirel düşünmeyi, öğrencinin kendisinin farkına varabildiği ve dünya ölçeğinde bakma ve görme edimini içselleştirdiği bir eğitimin verildiğini söylemek zor. Hemen hepsi benzer ücret karşılığı LYS başarısı odaklı. Ortalama ücretin üzerinde para talep eden özel liseler ise Avrupa ve Amerika’da network ağı vadedenler.
AKP iktidarı lise eğitimini yukarıda anlatılanlar çerçevesine oturttuktan sonra son üç yıldır ortaokulların da benzer biçimde özelleştirildiği, sınav merkezli eğitimin bu kademedeki okulları da ele geçirdiği görülmekte. ‘Apart liseler’ den sonra ‘apart ortaokullar’ın da ülke eğitiminde orta sınıfların çocukları için tercih ettiği birer cahilleştirme merkezi olarak piyasaya sunuldu. Mesela bu okulların reklamlarında karşımıza çıkan en önemli nokta, TEOG sınavında kaç sorunun kaç öğrenci tarafından yapıldığı yönünde.
Kadının yeri ve görevi
Yeni eğitim modelinin en yoksulları imam hatip liselerine veya açık liseye yönlendiren uygulamasında ilk gözden çıkarılacak olanların kız çocukları olacağını tahmin etmek zor değil. Açık lise seçeneği ile çocuk evliliklerinin önünü de açan uygulamada evde parça başı iş yapmak zorunda kalan veya tekstil atölyelerinde sigortasız çalışan annelerin ev yükünün de kız çocuklarına yükleneceğini görmek gerek.
Bilimsel eğitime yaslanmak yerine değerler eğitimini merkeze koyan yeni eğitim düzenlemesi; muhafazakâr, Sünni bir dünya görüşünü sistematik olarak işlerken; müfredatın bütününde Sünni Türk aile yapısının değerleri olarak sunulan ve kadın emeğini, bedenini, kimliğini ikincileştiren bir anlayışı kalıcı kılmayı hedeflemektedir. Aileyi kurma ve yaşatmanın, ailenin kutsiyetini korumanın, erkeğe (Allah’a, babaya, kocaya) itaat etmenin bir kadın için en önemli görevler olduğuna dair normlar müfredat aracılığı ile hem erkek hem de kız öğrencilere enjekte edilmektedir. Anneliğin en kutsal görev olduğuna dair veriler ilkokuldan itibaren kitaplarla, drama ve benzeri canlandırma teknikleri ile derslerde işlenmekte; sosyoloji, felsefe gibi düşünmeyi öğreten dersler ailenin ve dinin insan hayatındaki önemini yeniden üreten araçlara dönüşmektedir. Kutlu Doğum Haftası adıyla anılan etkinliğin zorunlu kutlanmasını dayatan yeni uygulamayla da okullardaki mescit zorunluluğu farklı bir boyut kazanmıştır.
Spor ve sanat derslerinin neredeyse kaldırıldığı yeni eğitim düzenlemesinde, var olan müzik ve resim dersleri de Osmanlı’ya atıfta bulunan programlarla reorganize edilerek ideolojik hegemonya desteklenmektedir. Ebru, tezhip, minyatür gibi sanatlar müfredat programına alınırken; Türk musikisi makamları, ilahiler de müzik derslerinin merkezine yerleştirilmiştir. Sanat derslerinin azaltılması, hatta tümünün kaldırılması doğrultusundaki eğilim, eğitim politikalarını “dindar nesil” yetiştirme anlayışına dayandıran bir eğitim algısının ürünüdür.
Değerler eğitiminde yer alan kavramların işleniş biçimi, “iffet, namus, aile, vatan sevgisi, evlilik, çocuk vb” kavramlarının kendisi, yine kadın kimliğinin nasıl inşa edilmesi gerektiğini belleten verileri içermektedir.
İmam hatip okulları fiili olarak karma eğitimin kaldırıldığı okullardır. Kız ve erkek öğrenciler ayrı okullarda eğitim görmektedir. Eğitimin dini kurallara göre biçimlendirilmesi, öğrencileri inanan ya da inanmayan, dindar ya da dinsiz, ibadet eden ya da etmeyen gibi kategorilere ayırmaya başlamıştır. Toplumda giderek derinleşen ve tehlikeli boyutlara ulaşan ayrışmalar eğitimin, bilimden çok dini kurallara göre düzenlenmesi ile daha da derinleşti. Bütün bu gelişmelerden cesaret alanlar, bilimsel, demokratik ve laik eğitimin en temel öğelerinden birisi olan karma eğitimin tümden kaldırılmasını önerecek kadar ileriye gitmişlerdir.
İtaat eden insan
Yukarıda değinilenlerin iki gerçekliğinden biri piyasaya açılan hizmet sektörünün semirmesi ve ucuz iş gücü yetiştirme politikaları ise, diğer gerçeklik de itaat eden, sorgulamayan, kendilik bilincinden yoksun insan yetiştirme yönelimidir.
Ipsos araştırma şirketinin Türkiye ofisinin referandumdan sonra yaptığı araştırmanın da gösterdiği gibi eğitim düzeyi yükseldikçe Erdoğan politikalarının kabul oranı düşmektedir. Araştırmaya göre 16 Nisan Referandumunda “Evet” oyu kullanan seçmenin eğitim durumu şöyle: Eğitimsiz ve ilkokul mezunu yüzde 70, ortaokul 57, lise 42, yüksekokul 39. “Evet” ve “Hayır”ın yaş gruplarına ve yerleşim birimlerinin eğitime erişim olanağına göre dağılımı da eğitim düzeyinin tercih belirlemedeki etkisini doğrulamaktadır: Gençler ve kent kültürüyle tanışanlar demokrasiden yana tutum takınıyor.
Eğitim düzeyi yükseldikçe seçmen kaybeden AKP’nin, eğitimsiz seçmenlerin “Evetçi” olduğunu gösteren anketten çıkaracağı ders modern eğitim lehine olamayacaktır/olmamaktadır. İnsanların gerçekle karşılaştığında fikirlerini değiştireceği ihtimaline karşı, bireyi dönüştüren eğitimsel içeriklerin tümüyle temizlenmesine hız verildiği 2017-2018 müfredat açıklaması ile açıkça ortaya çıkmıştır.
2017-2018 eğitim yılı için Milli Eğitim Bakanı’nın müfredat değişikliklerine ilişkin yaptığı basın toplantısı ve sonrasında AKP çevrelerinden gelen açıklamalara bakıldığında, 4+4+4 ile başlatılan süreç daha tehlikeli bir döneme girmiş görünüyor. Örneğin Milli Eğitim Komisyonundan biri “Cihat eğitimi olmadan, matematiğin bir anlamı olmaz” diyebiliyor.
Müfredat değişiklikleri ile dinselleşen eğitimde; din dersi saatleri daha da artırılarak felsefe, bilim, sanat derslerinin sayısı azaltılıyor, evrim teorisi müfredattan çıkarılıyor.
Eğitim, öğretim programlarına ve ders kitaplarına yoğun dinsel içerikler yerleştiriliyor. Tüm derslerin konularının aralarına ‘değerler eğitimi’ adı altında Sünni Türk-İslamcı ideoloji yerleştiriliyor.
Okul öncesi eğitiminde, fiilen dini eğitim veriliyor; kreş reklamlarında Kur’an eğitimi verildiğinin altı özellikle çiziliyor. Kız çocukları gelinlik, erkek çocuklar asker kıyafetleri içinde ve tekbir sesleri altında sene sonu müsamerelerine dâhil ediliyor.
İmam hatiplere ayrıcalıklar tanınarak, diğer okullarda da imam hatip sınıflarının açılması uygulaması genişletiliyor.
Dini kuruluşlar, Diyanet ve Milli Eğitim Bakanlığı arasında imzalanan protokollerle ortak yapılan projeler artarak devam ediyor.
Öğrenciler farklı sebeplerle dini kıyafetlerle camilere ve dini etkinliklere götürülüyor. Kim tarafından, ne içerikte konuşmaların yapılarak öğrencilerin yönlendirildiği bilinmeyen illegal bir eğitim yapılanması olduğunu söylemek pek de abartı sayılmaz.
Karma eğitim hedef haline getiriliyor, sınıflar cinsiyete göre bölünmeye çalışılıyor ve reşit olmayan kız çocuklarına başörtüsü uygulaması yapılıyor.
Okullarda farklı inançlara, mezheplere, farklı yaşam biçimlerine yönelik baskı ve ayrımcı uygulamalar her gün daha da artarak devam ediyor.
Dini içerikli yarışmalar her gün biraz daha artıyor. Okul panolarında İHVAN liderlerinin fotoğrafları ve aforizmaları paylaşılıyor.
Yeni müfredatta cihat gibi şiddeti ve ötekini yok saymayı çağrıştıran, tedirgin eden yeni kavramlar yerleştiriliyor.
Yeni bir yönetmelikle Kamuya ait arsa ve araziler, Kur’an kurslarına ve dinî amaçla açılan yurt-pansiyonlara 49 yıllığına bedelsiz verilebiliyor.
15 Temmuz darbe girişimi, 17-25 Aralık ve iç/dış güçlerin birlikte örgütlediğinin ifade edildiği Gezi Direnişi’nin de yeni müfredat kapsamında olduğu bakanlıkça ifade edildi. Bir de bunların içerikleri olacak elbette.
Bu yıl muamelat ve ukubet dersi konuluyor. Muamelat; kişisel, toplumsal ve yönetsel eylemlerin şeriat düzenindeki karşılığı; hukuki, idari, mali, aile, evlenme, boşanma, miras gibi konuların tamamı şeriat düzeni içinde bu derste anlatılıyor. Ukubet ise; şeriata göre suç kabul edilen eylemlere / fillere verilecek ceza, şeriatın ceza hukuku. Mesela recm, el kesme.
Din dersinin içine tüm sınıflarda cihat dersi konulmuş. Cihat ile ilişkili temel kavramlar ve hükümleri içeriyor bu ders. ‘Cihad ibadetini ayetler ışığında açıklar’ diye ifade edilmiş. Ve önemli bir nokta daha, 15 Temmuz’un da aslında bir cihat olduğu anlatılıyor.
Başa dönersek
4+4+4 ile başlatılan ve 5 yıl içerisinde cihat kavramının da müfredata dahil edildiği yeni eğitim modeli adım adım bugüne gelirken siyasal ve sendikal alanda yer alan muhalif güçlerin meseleyi kendi ağırlığınca ele almamış olması önemli bir zafiyet. Laik, parasız, bilimsel, demokratik, ana dilinde eğitim talebinin bir slogandan öte sahiplenilmesi gerekirken gerek 6287 sayılı yasanın geçiş aşamasında, gerekse de AKP iktidarınca yeni müdahalelerle gelinen bugünkü aşamada talebin her bir ayağı yerle yeksan olmuştur. Talebin öncelikle parasız eğitim kısmı toplum da dâhil alıştırılarak ortadan kaldırılırken, zaten hiç hayata geçirilememiş olan ana dilinde eğitimin olmayışı ile yasa karşıtı eylemler bir avuç öğretmenin katılımı ile sonuçsuz kalmıştır.
Evet, Türkiye’de eğitim, tam da Türkiye’deki siyasal alan gibi hiçbir zaman gerçek anlamda laik olmamıştır. Kürt çocukları kendi dillerinde hiçbir zaman eğitim alamamıştır. Evet, Kabataş, İstanbul Erkek veya Kadıköy Anadolu Liseleri zaten orta sınıf şımarıklığına hizmet etmiştir. Evet, evrim teorisi zaten anlatılamamaktadır, bunu anlatabilecek biyoloji öğretmenleri yetiştirilmemiştir.
Türkiye’de bugün bizlere dayatılan ‘yeni’ fotoğrafı görmemek için yukarıda sayılan ‘evet’ler çoğaltılabilir. Lakin devrimciler, sosyalistler aynı zamanda uzgörürlü olmak zorundadırlar. En alttakilere reva görülen İmam Hatipler’e gidecek olanlar en çok da ‘esmer yakalılar’ olacaktır. Yokluğun dayattığı Kur’an Kursu pansiyonlarında yine en yoksulların çocukları yatılı kalacaktır. Bu satırların yazarının da parasız okuyabildiği ve ‘yeni’siyle kıyaslandığında hem laik, hem bilimsel eğitimin nispeten verilebildiği, birkaç yabancı dilin ücretsiz öğrenilebildiği okullar yok olmaktayken ‘zaten eskisi…’ deme gafletine düşmek, halk düşmanlığıdır. Birey olma imkânı tanıyan bir eğitim modelinin çok gerisinde, henüz primitif meselelerin halledilemediği bir ülke gerçekliği ile yüz yüze olduğumuzu kabul etmeliyiz. Eğitimin toplumsal ayağını yok sayarak, görmezden gelerek, kendini gerçekleştirme fırsatı olanlarca yapılan değerlendirmeler, AKP eliyle yapılanları azımsamak ülkenin kısa vadede nasıl çürüyebileceğine dair fikir sahibi olmamak anlamına gelmektedir.
Sendikaların ve siyasal alandaki tüm muhalif yapıların ortak mücadeleyi makro politikalar düzeyinde yürütemiyor olması bir yana, eğitim gibi tüm toplumu ilgilendiren bir konuda kampanyalar, paneller organize etmek; okul boykotları düzenlemek gibi yapılabilecek hala pek çok şey olduğunu unutmamak gerekir.
* Bu yazı ilk olarak Siyaset dergisinin 1. sayısında (Eylül-Ekim 2017) yayımlandı.
** Yazı kaleme alındığında TEOG'un kaldırılması gündeme gelmemişti.
[1] DİA: Devletin ideolojik aygıtı