2014 yerel seçim sonuçları pek çok farklı başlıkta siyasal değerlendirmenin konusu olacak besbelli. Sandıkların %80 i açılmış,AKP binası önünde kutlamalar başlamış, Bilal Erdoğan halkı selamlarken, Nagehan yüzündeki kocaman tebessümle “Bu çok çok çok büyük bir başarıdır” diyerek konuşmasını sürdürürken yazılan bu yazının siyasal yanından çok duygusu ön planda.
Duygu şu; yarın itibariyle başta benim annem olmak üzere pek çok teyze kalp ilacının dozunu arttıracak, “Ben demiştim bu halk adam olmaz” diyen abilerin öfkesi içtikleri sigara sayısını ve küfür dozajını arttıracak, toplu taşıma araçlarında, yollarda yere bakarak yürüyen ve kendi kendine küfreden insan sayısı epeyce artacak. “Yavrum oy çaldılar” diyen büyüklerimizi üzmemek adına, “Birleşemediniz gitti” eleştirilerine karşı nafile tartışmaya girmemek adına kafa sallayıp duracağız.
Nerede bir İETT şoförü görsem Tayyip Erdoğan’ı görmüş gibi olurum ben, biliyorum ki bir süredir daha sakin olan İETT şoförleri yine otobüslerin başbakanı olma çabası içine girecek, kamusal alanların küçük Tayyiplerinin Gezi’den sonra kısılan sesleri biraz daha gürleşecek. En ilkel duygularımız tepemize çıkmaya çalışacak Gezi’de yitirdiklerimizi anımsayacak bu cinayetlere ya da yolsuzluklara onay vermiş bir toplumsal çoğunlukla yaşadığımızı düşüneceğiz.
Bir süre geceleri uyurken niye ve nasıl kelimeleri yankılanacak kulaklarımızda.
Sonra elbette ki siyaset biliminin aklı selimi galip gelecek ve onlarca uzun yazının konusu olabilecek serin tartışmalardan sonra gerçeğin kendisiyle yüzleşecek, serinleyeceğiz, işimize bakacağız.
Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim; Türkiye’nin dört bir tarafını kasıp kavuran ilerici kalabalıklar AKP hükümetini sokakta bariz bir şekilde yenmiştir. Bu bariz zafer, sararmış oy çuvallarına sığmaz, %’lik dilimleri alt üst eder, iktidar devirir, yerine kültürüyle, ahlakıyla, estetiğiyle yenisini kurar, geçer karşısına şıkır şıkır dans eder; nitekim TOMA önünde oynama gibi bir gözü dönmüşlük deneyimde mayalanmıştır.
Dolayısıyla teyzeler ve amcalar ilaç ve sigara sayılarını arttıra dursunlar ama bence bir şey daha yapsınlar. Bulundukları kentlerin bundan yaklaşık bir yıl önce geceli gündüzlü zapt edilmiş meydanlarına hazır bahar da gelmişken kısa yürüyüşlere çıksınlar. Çiğnedikleri kaldırım taşlarının üzerine basarken geçen yaz başı bu ülke toplumunun saygı, özgürlük, adalet, barış, eşitlik için verdiği tarihi isyanı bir koklasınlar. “Birleşemediniz gitti” diyenler; bu genç, yaşlı, kadın, erkek yiğitlerin kokuşmuş bir düzenin yakasına nasıl yapışılır dersini burjuva siyasetin tüm unsurlarının gözüne ve kalbine sokuşunu hatırlasınlar. Kamusal alanlardaki küçük Tayyiplere tavsiyem bu kalabalıktan; ki kimlerin ne kadar delirebileceğinin sınırını 31 Mayıs itibariyle deneyimlemiş olmalılar (bakarsınız her an bir barikat malzemesi olabilir araçları) uzak dursunlar.
İşin bence düzen bekçileri için en korkutucu, bizim için en muhteşem anına gelince; geçen bahardan yaza geçtiğimiz gün başlayan isyanın kalabalığı bu toplumun tamamının öz saygısını kazanmasını sağlayacak bir ülke neye benzer, onu yeşertti Taksim’de tam on beş gün. Yeşeren yeni yaşamın filizleneceği toprağın eksiği sandıktan çıkan “yeterli” oy muydu ki? Koskocaman bir “Hayır”. Fazla ezber olabilir ama gerçek; bu sorunun yanıtı her zaman olduğu gibi sınıf mücadelesinde, ilgilenenler bulacaktır mutlaka…
30 Mart gecesi yazının başında bahsettiğim türden düşünce ve duygular umudumun üstüne üstüne yürümeye hazırlanırken Ali İsmail’in annesi, yani benim annem yani benim doğmak için Haziran İsyanı’nı bekleyen çocuğumun da annesi Emel Anne’nin söyledikleri yakaladı paçamdan. “Önceleri ölmek istedim, ama sonra oğlumun hesabını sormadan ölmek yok dedim” ve ardından şöyle oldu; bir oy evir çevir sadece bir oydur; Haziran İsyanı ise devrimin kendisidir hem de en güzelinden. Bu yüzden sıkıntı yok; hesap sorana, bu düzen değişene kadar tek yol sokak, tek yol devrim.
Bu yazı sendika.org sitesinden alınmıştır.