Devlet, Kürt hareketinin 1980’lerdeki sömürge söyleminin gönderme yaptığı “hak” bilgisinin karşısına, bölgenin “yoksunluğu” ile çıktı. “Aciz” coğrafya imgesiyle “kabahati” üzerine alan devlet “muhtaç” bir “kitle” yarattı. Kürt hareketinin iktisadi alana ilişkin dağarcığının zayıfladığı bu süreçte, iktisadi olan devletin egemen söylem alanına terk edildi.
İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in kaldırımlarındaki her bir taşta, binalarındaki her bir tuğlada, tersanelerindeki gemilerin her bir kaynağında ve Anadolu’nun linç güzergahından hasat edilen fındığın her bir tanesinde “ucuz işgücü” olarak görülen Kürdistan emekçilerinin sömürülen emeği var. Sadece emeği değil kanı var aynı zamanda.
Zira Kürtler, demokratik özerlik ya da anayasal statü gibi önemi hiç de azımsanmayacak konulara yoğunlaşmış durumdalar bu aralar. Ancak işin ekonomik aklı ve boyutu gibi içeriğe dair konular yeter kadar önemsenmiyor ya da uğraşılması ileri bir tarihe erteleniyor. Bu açıdan Kışanak’ın çıkışı, kişisel bir tavır olarak kalmak yerine Kürt siyasetinin oturup üzerine düşünmesi gereken bir konu olmalı. Keza iktisadi konular Kürt toplumunun ve Kürdistan’ın geleceğini belirleyecek hayati öneme sahip meseleler.
‘Soru’su ile çakışan bir ‘cevap’
Aydın Engin soruyor: “…İstanbul, ne bileyim Kocaeli, Sakarya, İzmir gibi sanayileşmiş, büyük işçi kitleleri istihdam eden, katma değer yaratan, yüksek oranda vergi ödeyen bölgeler var. Buna karşılık yoksul Kürt bölgelerinde, Hakkari’de mesela, devletten alınan yardım ne kadar, ödenen vergi ne kadar diye sorulduğunda bir cevabınız olmalı.”
Gazeteci, sorudaki “bilgi”nin doğruluğundan kuşku duymaksızın “taşı gediğine” oturttuğunu düşünüyor. Kürdistan’ın yıllardır sömürülen kaynaklarından, devletin bölgedeki ekonomik yıkımından, Kürtlerin “ucuz” emeğinden söz edileceğini beklerken, İstanbul’un Hakkari’ye nasıl “kaynak aktarımı”nda bulunacağından dem vuran bir cevapla baş başa kalıyoruz. Aldığımız cevap, gazetecinin “taşı gediğine” oturttuğunu düşünmekte pek de haksız olmadığını gösteriyor! Kartal, sorudaki “bilgi”yi ürkekçe onaylıyor çünkü.
Kürt hareketinin kuruluş bildirgesinde Kürdistan’ın bir sömürge olduğu bilgisi temel çıkış noktasıydı. Kürt hareketinin öncü isimleri 1980’li yıllarda, başta Mazlum Doğan olmak üzere, yaptıkları savunmalarda; “tarihsel bir gerçeklik” olarak Kürdistan’ın bir sömürge olduğunu kocaman harflerle mahkeme duvarlarına yazıyorlardı. Sömürge diskuru Kürt ulusal kurtuluş hareketinin direniş motivasyonuydu. Buna karşılık 1990’lı yıllara gelindiğinde devlet, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri ideolojisine içkin olan “az gelişmişlik” tezini yeniden ısıtarak “sorun ekonomiktir” mottosunu devreye koyuyordu. Kürtlerin etno-politik kimliğini ve bu kimlikten doğan haklarını göz ardı etmenin, reddetmenin kolay bir yoluydu “az gelişmişlik” söylemi.
Geldiğimiz noktada Kürdistan meselesinin temel teşkil eden iktisadi boyutuna ilişkin söz söylemedeki “ürkeklik” esasen bu tarihsel arka plana dayanıyor. İktisadı bir “bilim” olarak gündelik hayatın parçası olmaktan uzaklaştıran egemen iktisadi bakış, kimliğin söylem alanını “orantısız” işgaliyle birleşerek Kürdistan toplumunun iktisadi haklarının bilgisine muttali olmasının önüne set çekmiş görünüyor. İktisadi konuları gündeme almamak ya da konunun “ağırlığından” ürkmek Kürtlerin ve Kürdistan’ın statüsü meselesini sadece biçimsel bir duruma indirgeme riskini barındırıyor. İktisadi konuları gündeme almak biçim dışında içeriği de tartışmak, bu konuda talepler dile getirmektir. İktisadi hakların nasıl bir mücadele ile elde edileceğinden bağımsız olarak, bu hak bilincinin yitirilmesi tehdidi aynı zamanda Kürdistan toplumunun haysiyetini ilgilendiren bir meseledir. Ki Kürdistan toplumunun haysiyetine yönelik saldırıların sebebi tam da burada aranmalıdır.
Göktürk’ün “önerisi”ne dönersek, kalemi kağıdı elimize almanın vakti bizce de geldi, belki de geçiyor. Ancak “elimize kalem kağıt alalım” aceleciliğine gelmeden şimdilik “vergi tahsildarları”na kısa hatırlatmalarla yetinelim:
Bu arada tahsildarlar; İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in kaldırımlarının her bir taşında, binalarının her bir tuğlasında, tersanelerindeki gemilerin her bir kaynağında ve Anadolu’nun linç güzergahından hasat edilen fındığın her bir tanesindeki Kürdistan emekçilerinin sömürülen emeğini de hesaplar mı acaba? Ya da devletin Kürdistan’daki yıkım rejiminin tazminatını hesaplama cevvalliğini gösterirler mi?
Bu yazı geremol.net sitesinden alınmıştır.