2013 Nevroz’unda Abdullah Öcalan’ın mesajından sadece ateşkes haberini değil, gerillanın TC sınırları dışına çıkacağı, Hükümet’in barışın sağlanması için yasal düzenlemeler yapacağı ve ardından da sorunun kökten çözümü anlamına gelecek “normalleşme” dönemine geçeceğimizin müjdesini almıştık. RTE’nin 2004’den beri sorunu çözme üzerine söylediği yalanlardan bir dağ oluştuğu için buna inanmak zordu, ama güzel şeyler umut etmeye devam etmenin, realist kalmaya engel oluşturmayacağı da bir hakikattir.
Elbette mesele, RTE’nin hayal ticare-tine inanma basitliğine indirgenemez. Abdullah Öcalan’ın 1993’ten beri, kendisine yönelen tüm “teslimiyet” suçlamalarına rağmen, sorunun askeri değil siyasi yollardan çözümü için en küçük bir fırsatı dahi kaçırmadığını kabul etmek gerekir.
Sonuçsuz kalmış gibi görünse de her ateşkeste, her barış girişiminde hem Kürt halkı hem de tüm bölge halkları özgür ve demokratik gelecek adına irili ufaklı kazanımlar sağladılar.
Bu kez de, Hükümet yalancı adımlarla barış sürecini seçim malzemesi olarak kullanmaya çalışsa da, Özgürlük Hareketi dünya çapındaki meşruiyetini Öcalan’ın Time dergisine kapak olmasıyla perçinlemiş oldu. O kadarla da kalmadı, Rojava devrimi bu sayede ayakları üzerine dikildi. Yine, çatışmaların kesilmesi, asker cenaze-lerinin son bulması, azgın şoven havaya bir fren yaptırırken Türkiye halklarının öz sorunlarında daha berrak bir bakış kazanmaları ve nihayetinde AKP hükümetinin on yıldır oynadığı oyunu bütün çıplaklığıyla görüp ona karşı isyana yönelmeleri sonucunu da getirdi. Gezi direnişi, neoliberalizmin üzerine ölü toprağı serpmiş olduğu Türkiye toplumu için zamanın ruhunu değiştirdi: Sosyalizmin 30-40 yıl geride kalmış şanlı direniş ruhu geriye geldi. Bu gelişimin en önemli bileşenlerinden biri “barış sürecidir”.
Barış olmasa da, Öcalan’ın doğru zamanda ortaya koyduğu bir inisiyatifle başlayan sürecin bu kazanımları bile kendi başına yeterlidir. Öcalan’ın mesajında işaret ettiği, adım adım hakikate dönüşüyor:
“Bölge halkları yeni şafakların doğuşuna şahitlik etmektedir. Savaşlardan, çatışmalardan, bölünmelerden yorgun düşen Ortadoğu halkları artık kökleri üzerinden yeniden doğmak, omuz omuza ağaya kalkmak istiyor.” Bu, Gezi’nin de müjdesiydi işte.
2013 Newroz’u mesajının üzerinden bir yıl geçtikten sonra Türkiye ve Kürdistan yeni bir Newroz’u Türkiye ve Ortadoğu’nun yeni koşullarında kutladı.
RTE Şam’daki Emeviye Camii’nde Cuma namazı kılacağını ilan etmişken, seccadesinin ayaklarının altından çekildiği, Gezi Direnişiyle başkanlık hayallerinin ufkun ardında kaybolduğu, Türkiye’yi talan etmede suç ortaklığı ettiği Cemaat’le kavgaya tutuşup nasıl bir soygun koalisyonu olduğunun dinleme kasetleri ve soruşturma dosyalarıyla ortaya serildiği, Cenevre görüşmelerine katılmaya mecbur kaldığı ve Rojava’da kantonların ilan edildiği bir dönemde geldi Öcalan’ın yeni Newroz mesajı. Öcalan, Hükümet’in verdiği sözlerden hiç birini yerine getirmemiş ve “bağlayıcılığı olmayan diyalog”dan öteye geçilememiş olmasının yarattığı boşluğa “sorumlu bir dil ve üslup”la işaret ederken tarihsel doğrultunun ne olduğunun altını çiziyordu:
“Bizim direnişimiz, kardeş halklara karşı değil; hegemonik karakterli, yok sayan, imha eden, inkar eden zulüm düzenine karşı olmuştur. Dolayısıyla barışımız da hükümetler ya da devletler için değil; bu toprakların binlerce yıllık kadim değerlerini özümseyen, dünya kültürel mirasının eşsiz hazırlayıcısı olan Anadolu, Kürdistan ve Mezopotamya halkları içindir.”
Mesajda, bu muazzam direnişin, Gezi Direnişiyle kurduğu içsel bağların katkısıyla, on yıldır herkesi barışa esir etmeye çalışan Hükümet’in sahte yüzünün ortaya çıkmasına nasıl katkısı olduğuna, talan düzenini yürütürken ortak olanların ganimet paylaşırken birbirlerine düşmelerinin olmayan “paralel devletin bir darbesi” değil, tersine yığınların siyasi gerçekleri kavraması ve devrimci dinamiklerin gelişmesi açısından yarattığı muazzam potansiyele işaret etmeden geçilmesi, sürdürülen diyalogu zedelememeye yönelik bir niyete dayanıyordu. Ancak bunun, aktüel politika açısından, halklarımızın birleşik mücadelesinin yürütücüsü HDP’nin temsil ettiği çizginin algılanmasında “AKP’ye dolaylı destek vermek” gibi temelsiz iftiralara zahiri malzeme oluşturduğunu da görmemezlikten gelemeyiz.
Elbette gerek HDP’nin ve gerekse BDP ve Kandil’in “soyguncularla gerçekleştirilecek bir barışın olmadığı” doğrultusundaki açıklamaları, gerçeği müfterilerin suratına bir şamar gibi çarpmıştır.
Her şeye karşın, Öcalan’ın dediği gibi meselemiz; “birbirini tekrarlayan darbelerle mi yoksa tam ve radikal bir demokrasiyle mi yola devam edeceğimiz sorusudur. Son Newroz’dan bugüne yaşadığımız güncel somut durum tam da çatallaşmaya başlayan bu yol ayrımını ifade etmektedir.”
Bu çatallaşan yolun ilerisinde artık AKP’ye yer yok. Onlar, suç ortaklarıyla birlikte tarihin çöp sepetindeki yerlerini çoktan ayırttılar.