Türkiye son yıllarda büyük toplumsal çalkalanmalara neden olan olaylarla karşılaşıyor. Bu olaylar sonucu on binler, yüz binler, milyonlar sokağa dökülüyor ve sorumlulardan hesap soruyor. Yazının ana konusuna geçmeden önce Roboski’den, Reyhanlı’ya; Gezi’den Soma’ya kadar toplumun belleğine kazınan bu olayların sorumlularını açıkça ortaya koymak gerekiyor: Kapitalizm ve “devletin” buna dönük katliamcı geleneğini sürdüren AKP…
Bu yakıcı gündemde bir üniversite örgütü nasıl olmalıdır sorusu elbette ki çok önemli. Bugün, üniversitelerde yerleşik olan örgütlerin eleştirisi içeriden, bu örgütlere “örgütsüz”lerden getirilen eleştiriler dışarıdan bir kaynak olarak önümüzde duruyor. Bu iç ve dış eleştiri kaynaklarının biri diğerine ağır gelmeden, bir diyalektik bütünsellik içerisinde ele alınması bugünün örgütünün temelini oluşturacak. O halde bugünün örgütü nasıl olmalı serisine içeriden getirilen eleştirilerden başlayarak ilerleyelim.
Özellikle Gezi İsyanı ile birlikte gerçekleşen politik atmosfer bizleri “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözünü söyletmeye itti. Bunun politik ve örgütsel olarak iki değişim dinamiğini içerdiği söylenebilir. Politik değişim, izlenilen politik hattın, dilin ve hareketin değişimini içermekte; örgütsel değişim ise örgütsel ilişkilerin, sosyal hayatın değişimini içermekte… Bu yazıda ifade edeceğimiz eleştiri bu iki değişimi de kesen bir yerden hareket ediyor: üniversite örgütleri dar grupçu ve dayatmacı reflekslerle üniversiteye yöneliyorlar.
Dar grupçu/dayatmacı Örgüt Refleksleri
Üniversitelerimize girdiğimizde bizi renklerinden söylemlerine irili ufaklı pek çok üniversite örgütü karşılar. Bu örgütlerin pek çoğu politik hat olarak kolayca yan yana gelebilir gibi görünür. Çünkü bakıldığında söylemsel bir farktan ziyade –hatta birçoğunun geçmişi bile ortaktır- sadece örgütlerin isimlerinde bir farklılık olduğu görülür. Bu farklılığın kolay aşılabileceği, asıl olanın içerik(politik söylem: Katil devlet hesap verecek, AKP’den hesabı gençlik soracak gibi) tali olanın biçim (A örgütü, B örgütü gibi) olduğu düşünülebilir. Fakat gerçekte ise bunun önünde büyük engeller vardır. Tali olan, asli olana; “renkler, puntolar ve görüntüler”, politik söyleme tercih edilir. Politik sözün belirttiği bir önem yoktur; bu sözün kahverengi mi; siyah mı; mavi mi yazıldığı önemlidir; hangi yazı tipinin kullanıldığı önemlidir.
Bunun elbette birçok sebebi vardır; Öncelikli sebep, örgütsel olarak “görünürde” olmak, örgütlenmeyi de arttıracağından daha fazla kişi o örgütte olacaktır. Bu sebeple politik söylemin öneminin talileştiği söylenebilir. Politik söylemden uzaklaştıkça kitlesellikten de uzaklaşılır ve kitlesellik sözcüğünün yerini “kafa sayısı” alır; ideolojik-politik sözcüklerinin yerini ise “matematik”… İşte bu sebepler A örgütünü B örgütüne karşı uzlaşmaz bir karşıtlığa sokar. Politik uzlaşma yerini karşıtlıklara, dayatmalara ve dar grupçu örgütsel çıkarlara sürükler. Burada karşılaşılan sorun “üniversite hareketinin” ilerletilmesi gibi diyalektik bir bütünsel bakışın arka plana atılmasından başka bir şey değildir. “Üniversite hareketi ilerleyecekse onu benden başkası ilerletemez” ilkesi dar grupçuluğun temel ilkesidir.
Başka bir sebep ise, dar grupçu örgütsel çıkarlarından ötürü, biçim içeriğe tercih edildikçe, politik alandan sosyal alana daha fazla kayıldığı görülür. Bu sosyal alan “politikleşen” bir sosyal alan değildir. Buraların “yoldaşlıkları” da “dostlukları” da “aşk”ları da ince bağlarla birbirine bağlanmıştır ve örgütün puntolarıyla renkleriyle de doğru orantılıdır. Eğer ki “puntolar” değişirse “yoldaşlık”lar da değişir; “dostluk”lar da… Dar grupçu örgütsel reflekslerin aslında politik bir yaşamı örgütlemediği de buradan görünür. Başta da söylediğimiz gibi, politik olan matematiğe tercih edildikçe “dokunuşlar hissizleşir”.
Bunlarla hem sebep hem de sonuç içerisinde olmak koşuluyla örgüt içinde “iktidar” ilişkileri de aynı çarpıklıkla hareket eder. A örgütü içinde farklı örgütler için politik olmayan “olmuş bitmiş”ler söylenerek örgütsel dar grupçuluk, bir iktidar ilişkisi olarak, biz “en iyiyiz”i üretir. Bu en iyiyiz’in içinde başka örgütlerin ne söylediğinin hiçbir önemi kalmaz. Diğer örgütlerin yayınları takip edilmez, başka örgütlerden dostluklar “tehlikeli” dostluklar olarak bulunur; hatta aşık dahi olunacaksa mümkünse aynı örgütün içinde aşık olmak, örgüt için tercih edilir. Böylelikle politikleşme alanları olan, ideolojik mücadele alanları engellenerek; “ayna ayna söyle bana” ilişkisi dar grupçulukta egemen kılınır.
Bugünün Üniversite Örgütü
Bugünün örgütü bu sebeplerle dar grupçu/dayatmacı reflekslere sahip olamaz. Bugün “hislerin” politikleştiği, “politik söylemin” geliştiği ve genişlediği; herhangi bir faydacı refleksin aslında politikleşmenin önünü tıkadığı zamanların içindeyiz. Bu yakıcılıkta bir üniversite örgütü, kendi politik duruşunu koruyan; diğer öznelerle yan yana gelmekten kaçınmaktan ziyade yan yana gelişleri arttıran; politik bir hayatı örgütleyen bu anlamda yoldaşlığı, dostluğu, aşkı politikleştiren yani “dokunduğu her alanı hisseden”; kitlesel; en kötü dersinin de çoğu öğrencinin olduğu gibi “matematik” olan bir örgüt olmalıdır.