Başbakan, Soma’daki işçi katliamına ilişkin olarak açıklama yaparken, yukarıdaki başlığı kullandı. İktidarını, kendini ve işvereni aklamaya çalışırken, istemeyerek de olsa, bir gerçeğin bir kez daha gün yüzüne çıkmasına da yardımcı oldu.
Evet, adına iş kazaları denilen ve büyük bir kısmı iş cinayeti niteliğindeki olaylar kapitalist sistemin fıtratında (doğasında) var. Özellikle de onun neo-liberal, taşeroncu / performansçı versiyonunda fazlasıyla mevcut.
Bu iş cinayetlerini, “kader- mukadderat, işçi- mühendis hatası, doğal felaket ve işin gereği”olarak açıklamak da muhafazakâr, neo-muhafazakâr siyasal iktidarların ve siyasetçilerin fıtratında var.
Çünkü kapitalist sistemde üretim, doğrudan insan ya da toplum ihtiyaçlarının karşılanması için değil, asıl olarak kâr, daha fazla kâr ve en fazla kâr için yapılıyor. Nitekim uygulamada en temel insan ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik her hangi bir üretim çabası ya yoktur ya da çok yetersizdir. Buna karşılık silah üretimine devasa kaynak ayrılır, zira orada kâr vardır.
Daha fazla kâr için, sistem, sömürü, daha fazla sömürü ve en fazla sömürüyü gerektirir. Bu sömürünün kaynağı da işçilerdir, onların ödenmemiş emekleridir, yani artı değerleridir.
Bu nedenle de doğa ve emek hem sömürülür, hem de acımasızca tahrip edilir ve itibarsızlaştırılır. Çevre felaketlerinin büyük bir kısmının nedeni böyle kâr sürümlü bir sistemdir.
Bir yandan emekçiler kitlesel işsizler biçiminde atıl bırakılırken, iş bulabilenleri de kötü çalışma koşullarına maruz bırakılarak yoğun bir şekilde sömürülürler.
Bu durum, özellikle 1980’lerden bu yana egemen hale gelen neo-liberal sermaye birikimi stratejisinin en önemli üçayağının, sırasıyla, sermaye serbestliği (liberalizasyon), devletin düzenleme ve denetimlerinden vazgeçmesi ve özelleştirme ve taşeronlaştırmanın baskın hale gelmesi olgusu ile birlikte daha açık hale gelmiştir.
Soma’daki madenci katliamı bu gelişmelerin neden olduğu en somut örneklerden biridir. Zira bu süreçte devlet, madenleri düzenleme ve denetleme işlevinden fiilen geri çekildiği gibi (bu konuda verilen soru önergesi dahi reddedilebilmiştir), bu maden de, diğer pek çoğu gibi, dışarıdan hizmet alımı biçiminde özelleştirilerek, taşeron işçi kullanımına açılmıştır.
Bir madencinin karısı özetle şunu söylüyor: “Madende taşeron firmanın temsilcileri kendilerine başçavuş denilen kimseler. Onlar aracılığıyla sendikasız, güvencesiz ve her türlü iş güvenliğinden yoksun işçiler bulunur ve çalıştırılır”.
Bir mühendis ise, kayıtsız çalışan işçi sayısının yaygınlığına dikkat çekerek,“madende 300-350 civarında Suriyeli işçinin günlüğü 30 liradan ve en alttaki, en riskli bölümlerde çalıştırıldıklarını”söylüyor. “Bu felaket sırasında bu işçilerin de öldüğünü ama o bölümlerin bilinçli bir biçimde kül ile karışık su pompalanarak kapatılıp, taşlaştırıldığını” ileri sürüyor.
Bu örnekleri Soma’da yaşananlar üzerinden çoğaltmak mümkün, ama bunlar bile iş cinayetlerinin, kâr sürümlü kapitalist sistemin fıtratında hali hazırda var olduğunu ortaya koymaya yetiyor.
Gerçekleri karartmak için yalan söylemek, çarpıtmalarda bulunmak, algı yönetimi yapmak ve gerektiğinde asker ve polis ile madencilerin yakınlarına ve halka şiddet uygulamak; gerektiğinde de onları diğer yöntemlerle ikna etmeye çalışmak kapitalist devletin, burjuva hükümetlerin, burjuva siyasetçilerin ve özellikle de onun neo-liberal ve neo-muhafazakâr iktidar ve muhalefet partilerinin fıtratında var.
Öyle ki yöreye yüzlerce asker ve polis, toma yollanarak, acılı, yaralı insanlara zulüm edildi. Devlet, en tepeden en alta kadar, yumruk, tokat ve tekme ile madenci yakınlarını darp edebildi. Yöreye giden avukatlara fiziki şiddet uygulandı ve bu insanlar gözaltına alındılar. Bu arada sayıları 50 civarında cübbeli, sözde din adamı, halkı isyandan vaz geçirmek ve sessizce kaderlerine razı etmek üzere bölgeye gönderildiler.
Devlet ve sermaye, asker, polis, sözde din adamları ve bilumum burjuva siyasetçi acılı emekçilere fiziki ve duygusal şiddet uygulamaktan çekinmediler.Bu acılı insanların yanında ise yine, her zaman olduğu gibi, onun gerçek dostları olan, emekçiler, gerçek emek örgütleri, devrimciler, sosyalistler vardı.
Evet, sınıf mücadelesinin fıtratında bir yandan emekçi sınıflara ve ezilenlere yönelik zulüm var. Diğer yandan da buna karşı bir direniş ve dayanışma ve mücadele var.
Bugünler bu direnişi, dayanışmayı ve mücadeleyi yükseltmenin ve örgütlü bir hale getirmenin tam zamanı.
Evet, sisteme ve onun aktörlerine karşı mücadele bu işin fıtratında var…