Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Sekreter Yardımcısı Nuran Gülenç, sendikanın örgütlü olduğu Valfsan’da toplu iş sözleşmelerine dahil ettikleri 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ve 1 günlük regl izni hakkını anlattı.
Röportaj: Sol.org
Uzun yıllardır sendikalarda uzman olarak çalışıyorsun. Kendini tanıtabilir ve sendikalardaki geçmişini, özellikle bir kadın sendika uzmanı olarak yaşadığın zorlukları özetleyebilir misin?
Sendikalarda uzun süredir çalışıyorum. İlk Deri-İş Sendikası’nda başladım, ardından Petrol-İş Sendikası’nda uzman olarak devam ettim. Petrol-İş’te yönetim değişikliği olup, AKP'li yöneticinin yapmış olduğu liste yönetime gelince işten atıldım… Aslında işten atılma süreci genel kurul öncesi başlayan bir mobbing sürecinin devamıydı. Bu nedenle işten atıldığım için hiç üzülmedim, hatta bana kendilerini deşifre etme fırsatı verdikleri için de oldukça huzurluyum. Çünkü yılların köklü mücadeleci bir sendikasının eksenindeki bu kayışa, en azından uzman kimliğimle itiraz ettiğimi düşünüyorum. Ardından işten atılmış bir uzman olarak Petrol-İş’le kavga ederken, Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu'ndan bir çağrı aldım ve yönetim kuruluyla yaptığımız görüşmeden sonra Genel Sekreter Yardımcısı olarak göreve başladım. Atıldığı sendikasıyla kavga eden bir uzman olarak, aldığım bu çağrı ve teklif edilen görevin benim için sürpriz olduğunu belirtmeliyim.
Kadın uzman olmanın zorluklarını fazlasıyla yaşadığımı düşünüyorum. Çünkü erkek egemen yapıların içindesiniz ve öncelikle “erkek işi” kabul edilen bir işte "uzman" olarak var olmaya çalışıyorsunuz. Sendikalarda kadın çalışan görebilirsiniz ama uzman sayısı azdır. Benim sendikalarda çalışmaya başladığım yıllarda daha da azdı. Pek çok sektörde olduğu gibi, erkeklere göre daha çok çalışmak zorundasınız. Bir erkek için bu söz konusu olmuyor, otomatik olarak “uzman” kabul ediliyorlar, yaşları, tecrübeleri ne olursa olsun. Bazen çok çalışmanız da yetmiyor. Bu söylediklerimi, sadece yönetim kademesi için de söylemiyorum, esas mobbing erkek uzmanlardan gelebiliyor, çoğu kez yönetimi de size karşı kışkırtma potansiyelleri olduğundan, zorluklar katlanıyor, sizi eşitleri gibi görmek istemiyorlar. Siz de bir süre sonra, bu etrafınızdan gelen negatif davranış biçimleriyle mücadele etmeyi öğreniyorsunuz. Daha ziyade etrafınızda olup bitenlerin adını koyabiliyorsunuz. Tanımladığınız şeyle mücadele etmek daha kolay, ama oldukça yıpratıcı oluyor.
‘Kadınları metal sektöründe daha çok göreceğiz’
“Metal iş kolu” deyince çoğumuzun aklına hep erkek işçiler geliyor. Birleşik Metal’in örgütlü olduğu fabrikalarda kadın işçi oranı nedir?
Evet haklısın, metal iş kolu erkek ağırlıklı bir iş kolu, ama son yıllarda sektöre kadın girişi oldukça fazla. Sendikanın 1400 kadın üyesi var, ama son dönemde kadınların çoğunlukta olduğu MATA, CSUN gibi işyerlerinde örgütlenmemizi tamamladık. Bir önceki yıla göre kadın temsilci sayısında da artış var. Bu da kadınları artık daha çok metal sektöründe göreceğiz anlamına geliyor.
Patronlar hakkını arayan kadın işçi istemiyor. Bunu en çarpıcı örneklerinden biri, Ülker’in sahibi Murat Ülker’in, kendisiyle yapılan bir röportajda kadın istihdamına önem verdiklerini söylemesi ama “bizim erkek Fatmalara ihtiyacımız yok” diye eklemesi olmuştu. “Erkek Fatma” tabiri ile anlatmaya çalıştıkları şey hakkını arayan, hakları için mücadele eden kadın. Böyle bir gündemde çalışan, emekçi kadın olmak sence ne anlama geliyor?
Ucuz kadın emeğinin sermaye için oldukça cazip olduğunu biliyoruz. Kadının toplumsal konumu nedeniyle de koca, baba, ağabey ve toplum baskısı nedeniyle, emeğini daha rahat sömürebileceğini, evdeki işteki sorumluluklarıyla daha az ses çıkaracağını düşünüyorlar. Yoksa bizim kara kaşımız kara gözümüz için bizleri istemiyorlar. Örgütsüz kadın emeği sermeye için bulunmaz bir nimet.. Ama kadın işçi mücadele tarihi bize bunun aksini gösteren örneklerle dolu. Kadınların mücadeleci ruhu, kararlığı ortaya çıktığında da başaramayacağı, aşamayacağı engel olmadığını gördük. Mücadele etmeyi, hakkını aramayı sadece erkeklere özgü bir şeymiş gibi tanımlamak mümkün değil. Kadınlar, kadınlık halleriyle de en iyi şekilde mücadelenin içinde oluyor. Gezi'de, işçi direnişlerinde kadınlar hep öndeydi.
‘8 Mart ilk kez BMİS’in toplu sözleşmelerine girdi’
BMİS, imzalattığı sözleşmelerle, kadın emekçilerin gündemine farklı ve önemli bir başlık getirdi. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde kadın işçilerin izinli sayılması ve bir günlük regl izni. BMİS’in Valfsan da kazandığı kadınlar için bir günlük regl izni nereye oturuyor?
Bu taleplerin aslında, sendikadaki kadın üye artışı ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Elbette bu sadece artışla açıklanacak bir durum değil, kadın hareketinin yönetim düzeyinde takip ediliyor oluşu, kadınların taleplerine açık bir anlayışın var oluşu bu dönem kadın taleplerini daha görünür hale getirdi. Bu taleplerin arkasında duran, kadın ve erkek temsilcilerin de hakkını teslim etmek gerekiyor.
8 Mart önemli bir talep, ilk kez Birleşik Metal İş Sendikası'nın toplu sözleşmelerine girdi. Önemli bir adım. Bunun ötesinde regl izni Türkiye işçi sendikaları içinde bir ilk. İki madde de aslında bu sendikada bir kadın gündemine yatkınlığı gösteriyor.
‘Kadınların özgün gündemi, sendikal politikanın parçası oldu’
Regl iznini aslında tartışmalı bir konu "kirlilik," "eksik" ya da "hastalık" gibi tanımlamaları zaten elimizin tersi ile itmek gerekiyor. Regl hali bizim doğamızın bir parçası, bu nedenle bu gibi tanımlamalar bizleri aşağılamak, eksikli göstermek adına egemen ataerkil sistemin ürettiği tanımlamalar. Asıl tartışma, bunun kadın erkek arasında bir ayrımcılık yaratacağı üzerine yürüdü. Bu konuda özellikle Avrupa'da feministler arasında yürüyen bir tartışma söz konusu. "Eşitlik" üzerinden yürüyen bir tartışma. Ama bu konuya kadın sağlığı açısından bakmak gerekiyor. Sonuçta, ruh halimizin, psikolojimizin tamamen değiştiği, acılı bir dönem, işe odaklanma ve konsantrasyonun en az olduğu dönem, bu iş kazaları riskini arttırabilecek bir unsur. Sadece bu da değil, iş ortamlarının hali ortada, tuvaletler hiçte hijyenik ortamlar değil, bu nedenle hastalık kapma olasılığı yüksek. Kaldı ki, uzun süredir çalışma hayatını yakından takip etme olanağım oldu, kadınların bu dönemlerde daha sık tuvalet kullanma isteği pek çok kez sorun haline gelebilmekte.. Bu nedenle bu konunun " eşitlik" tartışmasına hapsedilecek bir konu olduğunu düşünmüyorum. Birleşik Metal'in bu konuyu toplu sözleşme maddesi olarak getirmesi, en azından bir günlük üçretli izin ile çözüm getirmeye çalışmasının oldukça önemli bir örnek olduğunu düşünüyorum. Sonuçta kadınlar, kendilerine özgü gündemlerinin bir sendikal politikanın parçası haline gelebildiğini görmüş oldular.
‘Elbette patronlar savunma mekanizması geliştirecek, bu bir sınıf mücadelesi’
Peki regl izninin “reglin kadınların kirli ve hasta olarak tanımlanması yaklaşımını güçlendirebileceği” ve patronların kadın işçi çalıştırmamasının bahanelerinden biri olarak kullanılabileceği yaklaşımları hakkında ne düşünüyorsun?
Bu olasılığı bir kenara koyarak, buna katılmadığımı söyleyebilirim. Elbette, patronlar işçilerin hakların genişletilmesine karşı savunma mekanizmaları geliştirecek, saldıracaklar, tehdit edecekler bundan daha doğal bir şey olamaz neticede bu bir sınıf mücadelesi. Ama bununla da mücadele etmek sendikaların görevidir. Özellikle regl izni ile ilgili olarak söylediklerinizi yaşadık. 2013 yılında kaldırılan Ağır ve Tehlikeli İşler yönetmeliğinde regl izninin kullandırılmasına yönelik haberlerin ardından, sonra tekstil patronları kıyameti kopardı. Ardından da "sorun", yasanın toptan iptal edilmesiyle sonuçlandı. Başta sektördeki sendikalar olmak üzere, sendikal hareket bu hakka sahip çıkamadı.
Artık geriye, toplu sözleşmeler kalıyor, bildiğiniz gibi, toplu sözleşmelerle yasaları aşan düzenlemeler yapılabilir. Regl izninin de 2013 yılında Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği kaldırıldıktan sonra yasal dayanağı ancak ve ancak toplu sözleşmelerle oluşturulabilir. Toplu sözleşme ile alanın bir hakkını sözleşmesine koyan bir sendika, kadın üyelerin bundan zarar görmemesi için mücadele etmeyi de göze almış demektir.
4 Eylül günü Kartal’da düzenlenen “Gericiliğe, emperyalizme ve darbecilere boyun eğmeyeceğiz” mitinginin çağrıcılarından da biriydin. AKP’nin kadın düşmanlığının had safhada olduğu bir dönemde, kadın mücadelesinin sınıfla, sınıf mücadelesinin kadınla birleştiği anlamlı bir örnek sunuyorsunuz. Bunun en güzel örneklerinden birini, Polonya’da kadınların kürtaj hakkı için genel greve gitmesinde görmüştük. Polonya’da kadınlar kazandı. Türkiye için nasıl bir değerlendirme yapıyorsun?
Türkiye zor bir dönemden geçiyor, özellikle 15 Temmuz'dan sonra sorunlarımızda, sıkıntılarımızda, saldırılarda had safhaya ulaştı. Kısa sürede de bir ufukta bir aydınlık görünmüyor. Özellikle 15 Temmuz sonrasında, tüm meclis partilerinin AKP'nin arkasına geçtiği bir süreçte, darbe karşıtlığını, sınırlarını AKP'nin çizdiği bir alana sıkıştırılmasının doğru olmadığını düşünüyordum. Darbe karşıtlığımızı AKP karşıtlığımızla birleştirmemiz gerektiğini, bu anlamda solcuların devrimcilerin bir arada söyleyeceği bir sözün olması gerektiğine inanıyordum hala da inanıyorum. O nedenle o dönemde yapılan Kartal mitinginin önemli olduğunu düşündüm ve çağrıcısı oldum.
‘Kiralık işçilik, ‘anneliği koruma’ adı altında, kadınlar üzerinden yasaya girdi’
AKP’nin kadın politikası, kadınları eve kapatmak üzere kurulu, özellikle kadının annelik halini oldukça iyi kullanıyor ve bunu muhafazakâr politikalarıyla oldukça iyi örüyor. Kadın üzerinden çalışma hayatında yapılmak istenen esneklik uygulamalarını hayata geçirmeye çalışıyor ya da söylemini bunun üzerine kuruyor. Hatırlarsanız, kiralık işçilik söylemi ilk kez, kadınlar üzerinden gündeme atıldı. Anneliği koruma adına yarı zamanlı çalışmanın gelmesiyle ilk kez kiralık işçilik yasaya girdi. Ardından da yasa değişikliği ile kiralık işçilik yasalaştı.
Hükümetin, muhafazakâr söylemi kadınlara yönelik şiddeti besliyor, tacizi tecavüzü arttırıyor. Çalışma hayatında sorunlarını ağırlaştırıyor. Kadınlar esnek güvencesiz, kayıt dışı çalışma alanlarına itiliyor. Kriz dönemlerinde işten ilk kadınlar çıkarılıyor. Bu nedenle kadınların örgütlü olmaya, kadın dayanışmasına ve sendikalarda var olmaya her zamankinden daha çok ihtiyacı var… Mücadele edecek çok konu var ama bir aracımız da var, o da sendikalar.
Kadın mücadelesinin temel üç gündemi kadına yönelik şiddet ve taciz, kadınlar üzerindeki gerici baskılar ve kadın emekçilere yönelik baskılar. Üçü de birbirine içkin birbirini besleyen başlıklar ama bugün bunları ayrıştıran bir tepkisellik söz konusu. Türkiye’de kadın hareketi çoğunlukla tepkisellik ve savunmacılığın ötesine geçemiyor. Bu konuda emek cephesinden görüşün nedir?
Ben tam da böyle olduğunu düşünmüyorum. Gündem çok yoğun, devam eden bir bir savaş, kadına yönelik artan taciz, tecavüz, şiddet var.. Sadece kadın hareketini kadın emeğinin yaşadığı sorunları çok fazla gündemlerine alamadıkları için eleştirebilirim, ama Novamed'te, Desa'daki kadın işçilere sundukları katkının, dayanışmanın hakkını vererek elbette. Ancak bu eleştiriyi yaparken sendikal hareketin kadın hareketine koymuş olduğu mesafeyi de unutmamak gerekiyor. Sendikal hareketin toplumda artan, tacize, tecavüzlere, şiddete yönelik sağlam bir dil oluşturduğunu, gündemlerinin bir parçası haline getirdiklerini söylemek pek mümkün değil. Sonuçta birbirlerinden öğrenecekleri çok şey var. Ama hali hazırda dönem dönem temasın dışında yana yana gelebilmiş değiller. Umut edelim, önümüzdeki süreçte çok daha fazla yol kat edilir.