SYKP, Ankara’da 37 insanın hayatını kaybettiği saldırıyı TAK’ın üstlenmesinin ardından bir açıklama yaptı. SYKP MYK’sı tarafından yapılan açıklamada, hangi gerekçeyle yapılırsa yapılsın bu saldırının insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğu belirtildi.
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi Merkez Yürütme Kurulu tarafından yapılan açıklamada, 13 Mart günü bomba yüklü araçla yapılan ve 37 insanın hayatını kaybettiği saldırıyı TAK adlı örgütün üstlendiği, bu saldırının da 'intikam' amaçlı yapıldığı açıklamasına tepki gösterilerek şöyle denildi: "İntikamın özgürlük ve demokrasi isteyenlerin işi olamayacağı gerçeğinin ötesinde, hangi gerekçeyle yapılırsa yapılsın, Kürt halkına yönelik yürütülen kirli savaşla hiçbir ilişkisi bulunmayan 37 sivil yurttaşın ölümüyle, 100’den fazlasının yaralanmasıyla sonuçlanan bu saldırı, bir katliamdır, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Bileşeni olduğumuz Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ve Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) saldırıdan hemen sonra yaptığı açıklamalardaki ifadelerle aynı minvalde, SYKP olarak bu saldırıyı kınıyoruz."
Hem doğrudan sivilleri hedef aldığı, hemde savaş hukukunun standartlarına riayet etmediği için bu saldırının lanetlenmesi gerektiğini ifade eden SYKP, Kürt şehirlerindeki insanlık dışı vahşetle muktedirlerin ahlaken yenildiğini, Ankara saldırısıyla da ezilenlerin etik standartlarını çiğneyerek egemenlerin değirmenine su taşıdığından mahkum edilmesi gerektiğini ifade etti.
Açıklamanın devamında şöyle denildi:
Kitleleri edilgenliğe iten, onlarda yarın ne olacak korkusu yaratan, onların öz-etkinliğini dumura uğratan, korku ve tedirginlik iklimini kışkırtarak toplumsal hayatı felce uğratan her eylem, esasen kitlelerin “terörize" edilmesine hizmet eden her girişim ve faaliyet düzen güçlerine hizmet eder. 13 Mart Ankara saldırısı böyle bir eylemdir.
Başında Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’nun bulunduğu AKP iktidarı tarafından Cizre, Sur, Nusaybin, Varto, İdil ve daha birçok Kürdistan şehrinde onbinlerce insanın açlığa, susuzluğa mahkum edilmesi, genç kadın ve erkeklerin ölü bedenlerinin çıplak teşhir edilmesi, polis araçları tarafından sürüklenmesi, yardım isteyen yaralıların kasten ölüme terk edilmesi veya doğrudan yakılarak öldürülmesi, yüzlerce çocuk, kadın ve yaşlı insanın katledilmesi vb vahşet uygulamalarının, dünyayla birlikte tanığıyız. Muktedirler açıkça insanlık ve savaş suçu işlemektedir. Başta Kürt gençleri olmak üzere Kürt halkı içinde bu vahşetin nasıl büyük bir öfke ve intikam duygusu yarattığının, hatta bu tepkinin yer yer bu kirli savaşın sorumlusu ve uygulayıcısı olanların ötesine geçip “savaşa karşı çıkmayan Türkler”e, yani Fırat’ın batısındaki halka karşı da yöneldiğinin farkındayız.
Ancak halklar arasında eşitlik temelinde kardeşliği, enternasyonalizmi, sosyalizmi savunan Kürt halkının devrimci ve sosyalist öncülerinin, bugüne kadar esas itibariyle yaptıkları gibi, halk arasında doğan bu intikamcı duygulara prim vermeyeceğine, halkın öfke ve tepkisini tüm halkların ve emekçilerin ortak düşmanı olan egemenlere, muktedirlere yönelteceğine, halklar arasında düşmanca duyguların yerleşmesine izin vermeyeceğine inanıyoruz.
Keza Türkiyeli sosyalist ve devrimci güçlerin de toplumdaki milliyetçi, şovenist, ırkçı, ayrımcı eğilimlere, devletin bu yöndeki politikalarına karşı kararlı ve kesintisiz bir mücadele yürütmesi gerekmektedir. SYKP olarak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da enternasyonalizm ve halkların mücadele birliği yönündeki tutumumuzu ödünsüz biçimde sürdüreceğiz.
13 Mart Ankara bombalı saldırısı, etik kurallarını ve insani duyarlılıkları ayaklar altına almanın ötesinde, politik sonuçları itibariyle de hem Kürt halkının özgürlük mücadelesine, hem enternasyonalist Türkiye soluna hem de HDK ve HDP’de somutlaşan ortak “Yeni Yaşam” çağrısına darbe vurmuştur.
İster kasten ve planlı biçimde, isterse özensizlik ve duyarsızlık sonucu gerçekleşmiş olsun, sivil halka yönelen bu tür saldırılar, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin meşruiyetini gölgelemekte, “Türk” halkını devletin yanına itmekte, toplumdaki şovenist ve gerici eğilimleri güçlendirmekte, barış ve eşitlik temelinde kardeşlik söyleminin inandırıcılığını zayıflatmaktadır. Bu ortamda siyasi iktidar, HDP ve HDK’ye yönelik kara propaganda, tehdit, fiili saldırılar ve polis operasyonlarını arttırmaya daha fazla cesaret edebilmektedir.
İktidarlarını ve çalıp çırptıklarını korumak uğruna toplumu kutuplaştıran, bölgede savaşı kışkırtan, 12 Eylül Anayasa ve yasalarını dahi rafa kaldıran Erdoğan’ın reisliğindeki AKP’li muktedirler bu akan kanın asli sorumlusudur. Onlar koltuklarının ve kasalarının üzerinde oturmaya devam etmek için daha fazla kan ve terör istiyorlar. Bunu kâh ellerindeki devlet güçlerini “yargı muafiyetiyle” sahaya sürerek (bkz. Cizre, Sur, Varto vb kuşatmaları) kâh IŞİD’li müttefiklerinin önünü açarak (bkz. Diyarbakır mitingi, Suruç, 10 Ekim Ankara, İstanbul-Sultanahmet katliamları) elde ediyorlar.
Saray ve Hükümeti bununla yetinmiyor; en ufak muhalefet hareketlerini bile yasal ve yasadışı yöntemlerle bastırmaya çalışıyorlar. HDP’li vekillerin dokunulmazlıkları kaldırılmak isteniyor, barış isteyen akademisyenler tutuklanıyor, yasal parti (HDP) bildirileri sınır dışı edilme gerekçesi yapılıyor, halkın özgürlük bayramı olan Newroz’u kutlaması yasaklanıyor, HDP ve DBP yöneticilerinin/seçilmişlerinin yüzlercesi tutuklanıyor…
AKP iktidarı demokratik mücadele mevzilerimizi teker teker elimizden almaya, bizleri ezilen ve emekçi kitlelerle birlikte yürüteceğimiz mücadeleden uzaklaştırmaya ve marjinalize etmeye çalışıyor. Çünkü kitlelerin de devrimcilerle birlikte sokağa döküldüğünde nelere muktedir olduğunu Gezi’den, Cerattepe’den, Kobane’den çok iyi biliyor. Elbette onların iktidarına son verecek olan “güç”tür; halkın örgütlü, fiili, meşru mücadelesidir. AKP iktidarının ve devletin bizleri bir kez daha içine düşürmeye çalıştığı oyuna düşmeyeceğiz; devrim ve demokrasi mücadelesini kitlelerden kopartarak “öncülere” indirgeyecek bir çıkmaz yola prim vermeyeceğiz.
Ülkeyi bir iç savaşa ve faşizme doğru sürükleyen muktedirleri devirmenin yolu; bulunduğumuz her alanda halkın özgün talepleri doğrultusunda fiili, meşru demokratik mücadeleyi yükseltmekten; ekmek kavgası veren Renault işçilerinin, doğa ve yaşam savunucusu Cerattepe-Artvin halkının, özyönetim talebini hayata geçirmeye yönelen Cizre halkının mücadelesini birleştirmekten geçiyor.