KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, dün akşam Ankara’da askeri araçlara yönelik yapılan eyleme ilişkin, ‘Bunu kim yaptı bilmiyoruz. Ama Kürdistan’daki katliamlara bir misilleme eylemi olabilir’ tespitinde bulundu.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Türk devletinin Cizre başta olmak üzere Kürdistan’da devam ettiği katliamların hesabının sorulacağını ifade etti. Bayık, önümüzdeki dönemde gerilla güçlerinin dağda, şehirde ve her yerde daha aktif olacağını belirtti.
Savaşın AKP hükümeti tarafından başlatıldığını hatırlatan Bayık, Kürtlere karşı AKP öncülüğünde bir milliyetçi ve faşist cephenin oluşturulduğunu vurguladı. Özyönetim direnişlerinin demokratikleşme hamlesi olduğuna dikkat çeken Bayık, Kürtlerin her türlü saldırıya karşı sonuna kadar direneceklerini söyledi.
Cemil Bayık, yaşanan sürece ve önümüzdeki döneme ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.
Kuzey’deki halk direnişine yönelik devlet terörü ve saldırılar her alanda devam ediyor. Son olarak Cizre’de yaralılara yönelik bir vahşet uygulandı. 200 civarında sivil yakılarak katledildi. Öncelikle bu vahşete ilişkin neler söylemek istersiniz?
Türk devleti bu uygulamalarıyla tamamen kültürel soykırımcı bir devlet olduğunu ortaya koymuştur. Bu, Kürt halkına bir yaklaşımdır. Kürtler varlığı, kimliği, özgür ve demokratik yaşamı olan bir halk olarak kabul edilmiyor. Kürtler, kültürel soykırıma uğratılarak yok edilmek isteniyor. Tabii ki kültürel soykırım nasıl gerçekleştirilecek? Ezecekler, sindirecekler, ondan sonra da bu sindirme üzerinden kültürel soykırımı gerçekleştirecekler. Zaten 90 yıllık politika hep bu çerçevede yürütülmüştür.
Kürde karşı katliam, bir devlet alışkanlığıdır
Türk devletinin Cizre’deki uygulamaları tamamen bir sindirme politikasını ifade ediyor. Klasik hak talep edenleri ezme yöntemini kullanıyor. Sorunları demokratikleşme yoluyla çözmeyenlerin yöntemi zorla, şiddetle ezme oluyor. Sorunları olan toplulukları dinleyerek, onların taleplerini dikkate alarak değil, ulus-devlet anlayışıyla merkeziyetçi, otoriter hegemonik devlet anlayışıyla kim ne talepte bulunuyorsa onların üzerine şiddetle gidiliyor.
Yani toplumlar devletten hak talep edemezler. Cizre’deki saldırı bu anlama geliyor. Eğer bir sorun varsa zaten devlet bilir, çözer. Eğer devlet çözmüyorsa demek ki öyle bir sorun yoktur. O zaman bu sorunu talep edenler de devlete isyan edenlerdir, devleti karıştırmak isteyenlerdir. Bu durumda da onların ezilmesi gerekir. Cizre’de, Kürdistan'ın diğer şehirlerinde devreye soktukları politika budur.
Nasıl ki 1990’lı yıllarda halk serhildana kalktığında, sokaklara döküldüğünde askeriyle, JİTEM’iyle, MİT’iyle, itiyle, tanklarıyla, panzerleriyle halka saldırıldıysa, şimdi daha da vahşice biçimde saldırıyorlar. O zaman da Kürt halkının talepleri zorla bastırılmak istenmişti, şimdi de aynı anlayış devam etmektedir. Anlayış değişmemiştir. Sadece zamana, koşullara göre yol ve yöntemlerde kimi değişiklikler olmuştur.
Ama esas olan Kürt’ün varlığını reddetme olduğundan, Kürt yok sayıldığından onun her talebi, her tutumu, her örgütlenmesi zorla, şiddetle bastırılmaktadır. Kürtlere yönelik 20. yüzyıl boyunca hangi politika izlenmişse bugün de izlenen odur. Zaten Davutoğlu 90 yıldır böyle yapanlar nasıl ki cevabını aldıysa yine alacaktır, demiştir. Yani Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti tarihi dönemindeki her itirazları, her talepleri nasıl ezildiyse, bastırıldıysa; devletin otoritesini kabul etmeyen tutumlarının üzerine zorla, şiddetle gidildiyse şimdi de gideceğiz demiştir.
Bu yönüyle Cizre’deki katliamların bu düzeyde insanlık dışı olması anlaşılırdır. Bu bir alışkanlıktır. Kürt’e her türlü şey yapılabilir. Kürt’e her uygulama revadır. Nasıl ki Amed zindanında Kürt tutsaklara her şey reva görülmüşse, orada irade kırmak, teslim almak için her yol ve yöntem denenmişse, şimdi de benzer anlayış Cizre’de ve Kürdistan'ın diğer şehirlerinde denenmektedir.
Kürt gençleri fırsat buldukları her yerde mücadele edeceklerdir
Kuşkusuz Türk devleti Kürdistan'da bu kadar kirli bir savaş ve mücadele yürütürken Kürt halkı da, Kürt özgürlük mücadelesi de, gençleri de imkanlar dahilinde bulunduğu her yerde Türk devletinin savaşçı güçlerine, kültürel soykırımcı güçlerine yönelik mücadele edeceklerdir, direneceklerdir; kültürel soykırımcı güçlere yönelik eylem gerçekleştireceklerdir. Bunu ortaya çıkaran Türk devletinin politikalarıdır. Bu bakımdan tabii ki Türk devletinin ağır saldırıları karşısında, metropollerde ve Türkiye'nin birçok yerinde sömürgeci, kültürel soykırımcı sistemin kurumlarına karşı direniş olacaktır, eylem olacaktır. Bunlar zaten gerektiğinde de yapılmaktadır. Bu ayrı bir durumdur.
Fakat Kürdistan'da niye savaş oluyor, niye Türkiye metropollerinde savaş olmuyor biçimindeki bir yaklaşım bir çarpıtmadır. Yanlış bir değerlendirmedir. Şöyle bir şey olamaz; biz işimizi gücümüzü bırakıp Türkiye'de savaşacağız! Türkiye'ye savaş açacağız! Böyle bir politika olamaz. Bu yaklaşım doğru bir yaklaşım değildir. Tabii ki kendi ülkemizde direneceğiz; kendi ülkemize saldıran düşmana karşı direnişi sürdüreceğiz. Düşmanın Kürdistan'daki soykırımcı hedeflerine yönelik eylem gerçekleştireceğiz. Bu tabii ki mücadelenin esas yönüdür.
Biz kendi ülkemizi özgür ve demokratik yaşama kavuşturmak istiyoruz. Kendi ülkemizde kültürel soykırımcı sömürgeci sistemi geriletmek istiyoruz. Bu yönüyle mücadelenin esasının Kürdistan'da olması normal bir durumdur. Savaş bir halka dayanarak yürütülebilir. Bu açıdan Kürdistan'da Kürt halkına dayanarak 40 yıldır bir mücadele yürütülmektedir. Ama metropollerde de milyonlarca Kürt vardır. Türk devletinin bu saldırıları karşısında metropollerdeki halkımız da direnişe geçmelidir, ayağa kalkmalıdır. Yine metropollerdeki halka dayanarak örgütlenip Türk devletinin kültürel soykırımcı hedeflerine karşı mücadele yürütülmelidir, yürütülecektir. Bu tabii ki yapılması gereken işlerdendir.
Ankara eylemi misilleme olabilir
Ankara’da militarizmin merkezinde yapılan eylem de halkımıza karşı yürütülen insanlık dışı vahşi soykırımcı katliamlara karşı misilleme eylemi olabilir. Bu eylemi kimler yapmıştır bilemiyoruz. Ama daha önce Kürdistan'daki katliamlara misilleme olarak bu tür tepki eylemleri yapanların olduğunu biliyoruz.
Herhalde eylemi yapanlar yakında niye yaptıklarını açıklarlar. Ancak şu açıktır ki, Kürtlere karşı bu kadar zalimce bir savaş yürütüldüğü ortamda birilerinin misilleme ve tepki eylemleri yapması anlaşılır bir durumdur. Cizre’de genç, sivil katleden bir devletin bu eylemler neden yapılıyor demeye hakkı yoktur. Bu eylemlerin sonuçları Kürdistan'da yapılanların yüzde biri bile değildir.
Ankara’da eylem oluyor, hemen büyük tepkiler gösteriliyor, paneller yapılıyor, bu eylemleri yapanların zalimliğinden söz ediliyor. AKP hükümeti Amed, Ankara ve Suruç katliamları olduğunda böyle naralar atmamıştı. Sabrımız şöyle taştı, böyle taştı deyip IŞİD’e karşı savaş açmamıştı. Lafta IŞİD'e de karşıyım deyip, ama esas olarak IŞİD'e karşı mücadele edenlere saldırmaktadır.
Türk basını da aynı AKP hükümeti gibi davranıyor. Cizre’de, Sur’da, Silopi’de, Silvan’da, İdil’de, Gever’de ve Kürdistan'ın birçok il ve ilçesinde tanklarla, toplarla AKP hükümeti saldırıp yüzlerce sivili katlederken, yüzlercesini yaralarken hükümetimiz ve devletimiz neden sivil yerleşim yerlerine tankla, topla saldırıyor diye programlar yapılmamıştır. Dünyada sivil yerleşim yerlerine böyle tankla, topla saldırıldığı görülmüş müdür? Bu, insanlık suçu değil midir? Türk devletinin bu insanlık dışı politikalarına karşı bir yayıncılık yapılmamıştır. Ama sözde demokrat olduğunu söyleyen kişiler hemen aynı gün Ankara’daki eylem üzerine paneller yapıyorlar, bu eylemleri yapanların ne kadar zalim olduğundan dem vuruyorlar.
İşte Türkiye gerçeği budur. Ankara eylemlerini yaratan gerçeklik de budur. Bu eylemleri kimin yaptığını bilmiyoruz; ancak Türkiye'nin aydınları, yazarları, basıncıları, siyasetçileri Türk devletinin bu zalimliğine karşı çıkmazsa; öfkeli Kürt gençleri de bu Kürt halkına yapılan saldırılara misilleme yapabilirler.
Türkiye'de ahlaksız ve vicdansız bir çifte standart vardır. Kürt çocuğu, kadını, genci, yaşlısı hunharca, zalimce katledilirken sessiz kalanlar, Türkiye'de, hem de askeri hedeflere bir eylem olunca kıyamet koparıyorlar. Böyle pişkin, ikiyüzlü, çift standart yaklaşım olabilir mi? Yoksa Kürtlerin kadını, çocuğu, genci öldürülebilir diye bir kanun mu var? Eğer AKP hükümeti bu politikalardan vazgeçmezse tabii ki Türkiye de savaş alanı haline gelir. Köyleri yakılıp yıkılarak Türkiye metropollerine sürülen Kürtlerin şimdi Kürt şehirlerinin ve kasabalarının yakılıp yıkılması karşısında sessiz kalmasını kimse bekleyemez.