Kadir Akın yazdı
25-26 Mayıs tarihlerinde Ankara’da toplanan Demokrasi ve Barış Konferansı, bugüne kadar bu amaçla yapılmış toplantı ve konferansların katılım açısından en kapsamlısıydı demek abartı olmayacaktır. Anadolu’dan beklenen düzeyde bir katılım sağlanamasa da, delegasyonun temsiliyet ve nitelik bakımından göz doldurduğu söylenebilir.
500’e yakın katılımın olduğu ve 2 gün süren konferansın, katılanların tümünün görüşlerini ortaya koymada ve bu görüşleri ortaklaştırmada elbette kimi sorunlarla karşılaşacağı biliniyordu ve ilk günkü oturumun öğleden sonrası 3 ayrı paralel oturumla daha fazla katılımcının konuşmasına imkan sağlanmaya çalışıldı.
Ne var ki; paralel toplantılardan“Müzakere sürecinde barışın toplumsallaşması ve demokratik siyaset” konulu oturumun, konferansın bütününü ilgilendiren en önemli paralel toplantı olduğunun yeterince bilince çıkartılamamış olmasının zaafı, kendisini oturum boyunca gösterdi. Gerek söz konusu paralel oturumun çerçevesini çizen sunuş metni, gerekse konuşmaların içeriği, eğer ikinci gün konferans devam etmiyor olsaydı bir bütün olarak konferansı sıkıntıya sokabilecek nitelikteydi. Henüz sürüp sürmediğinden bile emin olmadığımız bir “müzakere süreci” ile karşı karşıya olduğumuz unutulmuş, sürüyorsa müzakere sürecine batıdan güçlü bir muhatabın bu sürecin kalıcı hale getirilmesi gibi bir görev ile karşı karşıya olduğu unutulmuş ve sanki barış sağlanmış, “barışın çözmesi gereken diğer meseleler” konuşulmaya başlanmıştı. Kaldı ki, diğer iki paralel oturum “hukuk, yol temizliği ve yeni Anayasa” ile “Hakikat, yüzleşme ve adalet” konuları, içerik bakımından barışın sağlanmasına giden yolda ve sonrasına ilişkin tasarlanmış tartışma başlıklarıydı.
Daha yolun başındayız
Bu haliyle belki de konferans, genel bir yanılsamayı ve edilgenlik halini ortaya çıkarması bakımından da öğreticiydi. Silahların susmuş olması ve gerillanın mevzilerini terk ederek sınırların dışına çıkmış olması belli ki AKP iktidarının propagandasını yaptığı gibi “sorunun çözüme kavuştuğu” illüzyonunu yaratıyordu.
Öcalan’ın çağrısı üzerine Kandil Dağı ve Mahmur Kampı’ndan gelerek Habur Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye giriş yapan 34 gerilla ile başlayan ve Oslo ile devam eden müzakere süreçlerinin akamete uğramasının ardından yaşanan çatışmaların şiddetini kim aklından çıkarabilir ki? Bugün R.T. Erdoğan’ın soruna bakışında köklü bir değişimden, demokratik ve eşitlikçi bir perspektifin egemen olduğundan söz edilebilir mi? Erdoğan’ın, daha önce defalarca yaptığı gibi gerek uluslararası arenada ve özellikle Ortadoğu’daki sıkışmışlığına çare olarak, gerekse yaklaşan yerel, Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri öncesi “kısmi bir rahatlama” sağlayabilmek için bu manevrayı yapmadığını kim söyleyebilir? Üstelik Kürt sorunun eşitlikçi bir perspektifle yasal güvenceye kavuşturulmasında önemli bir adım olacak yeni anayasa çalışmalarının yerel seçimler sonrasına bırakılması da gündeme gelmişken AKP’ye kim neden inansın?
Bütün bu belirsizlik içinde “50 bin kişilik gerilla” gücüyle sürdürülebilecek bir savaş yerine “silahların susması ve silahlı güçlerin sınır dışına çıkması” gibi stratejik değerdeki kararın mimarı Abdullah Öcalan’ın bu sözlerini “müzakerede AKP’nin taahhütlerini yerine getirmemesi durumunda 50 bin kişiyle geri geliriz” diye niye anlamayalım?
Konferans sürecin muhatabı
Dolayısıyla Ankara’da toplanan “Demokrasi ve Barış Konferansı” sonuç bildirisinde Konferans’ın kendisini müzakere sürecinde bir muhatap olarak gördüğünün açıklanması önemlidir: “Kürt sorununda çözüme yönelik görüşmeler sürecinin desteklenmesi ve geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Konferansımızın, müzakere sürecinin kesintisiz olarak sürdürülmesi için kararlı bir tutum ve çaba içerisinde olacağını ilan ediyoruz.”
Bildiri şöyle devam ediyor: “Sürecin kalıcı bir barışa ulaşması için çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü bir demokrasiyi bütün kurumlarıyla oluşturmanın ve buna işlerlik kazandırmanın kaçınılmaz olduğunu vurguluyoruz. Demokrasiyle barışın birbiriyle doğrudan bağlantılı olduğunu bir kez daha saptayarak, demokratikleşme yönünde atılacak adımların barış sürecini de ilerleteceğini belirtiyoruz… Konferans katılımcıları olarak kendimizi barış ve müzakere sürecini izlemekle görevlendiriyoruz. Güvenlikçi politikalara asla geri dönülmemesi, sürecin kesintiye uğramaması ve geliştirilmesi gereğini özellikle vurguluyor ve bu bakımdan üzerimize düşen bütün çabaları gösterme kararlılığını ilan ediyoruz.”
Bu süreci toplumsallaştırmak için illerde konferanslar yapma kararını almış olmasını konferansın en önemli başarısı olarak değerlendirmek gerekiyor. Şimdi yapılması gereken, konferansın aldığı kararların yaşam bulmasını sağlamak için çaba göstermektir. Barışın hiç de kolay tesis edilemeyeceğini ve yakınlarda olmadığını bilmek gerekiyor.