Mike Whitney … Obama yönetimi, vekilleri aracılığıyla sürdürdüğü savaşta Türk birliklerinin sonuçta Rusya liderliğindeki koalisyon ile savaşmasına açık kapı bırakma düşüncesinde. Bu ise, Washington’ın öncelikli amacının Suriye’de Başkan Beşar Esad’ın iktidardan uzaklaştırılması değil, bunun yerine Rusya’nın hiç bitmeyecek bir savaşta açmaza sürük
Mike Whitney
(Geçtiğimiz) Cuma günü, ABD, Rusya’nın önerdiği ve Türkiye’nin Suriye’yi işgalini önlemeyi amaçlayan bir karar taslağını reddetti. Moskova, Türkiye’nin, güney sınırına yığmış olduğu binlerce askerini ve zırhlı araçlarını, desteklediği militanları korumak ve Kürt milislerin, YPG’nin kuzey Suriye’de bir devlet/eyalet kurmasının önünü almak için Suriye’ye göndermeyi planlaması nedeniyle artan kaygısını belirterek, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ni acilen toplantıya çağırmıştı. Moskova’nın bir sayfalık taslağı ayrıntılı ve açık-anlaşılır bir belgeydi ve daha şimdiden 250.000 cana mal olduğu söylenen ve ülkeyi harabeye çeviren savaşın tırmanmasını önleme amacındaydı.
Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vladimir Safronkov’a göre, “Bu karar taslağının temel çerçevesi, tüm tarafların Suriye’nin içişlerine karışmaktan kaçınmasını, Suriye’nin egemenliğine ve bağımsızlığına saygı duymasını, saldırılarını durdurmasını ve kara harekatı planlarını bir yana bırakmasını talep ediyor[du].”
Karar taslağı, ayrıca, Moskova’nın “Suriye Arap Cumhuriyeti topraklarında yabancı kara birlikleri işgalini başlatmayı amaçlayan askeri yığınak ve hazırlık faaliyetleri raporlarına [dayanan] ciddi uyarısını” dile getiriyordu.
Taslakta tartışma yaratacak hiçbir nokta yoktu; ne söz oyunu ne de satır arası ifadeler. Delegelerden sadece Suriye’nin egemenliğine destek ve silahlı saldırılara karşı çıkmaları istenmekteydi. Bu ilkeler, BM’nin üzerinde yükseldiği temel ilkelerdi. ABD ve müttefikleri, Washington’un Suriye’deki jeopolitik amaçlarına uymadığı için, bu ilkeleri geri çevirdiler.
Karar taslağını reddi, Washington’un Suriye’de barış istemediğini açıkça teyit etmekte. Yine bu, Obama yönetiminin, ABD’nin hâlâ kazanmaya kararlı olduğu savaşın sonucunun belirlenmesinde Türk kara birliklerinin önemli rol oynayabileceğini düşündüğünü akla getirir. Karar tasarısı kabul edilmiş olsaydı, Türk işgali tehdidinin hemen ortadan kalkmış olacağını da unutmamamız gerek.
Niçin?
“Türk askeri yetkilileri, BM Güvenlik Konseyi kararı/onayı olmadıkça birlikleri sınır ötesine gönderme niyetinde olmadıklarını kamuoyu önünde belirtmişlerdir” (Washington Post) de, o nedenle.
Batılıların çoğu Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın diktatör gücünde olduğu ve tercih ettiği her durumda birliklerin savaşa girme emrini kolayca verebileceği yanılsaması içinde. Ancak, gerçek bu değil. Erdoğan askeri kanattaki rakiplerinin çoğunu uzaklaştırmış olsa da, ordu üst düzey komuta heyeti sivil liderlik karşısında hâlâ belli özerk konumunu korumakta. Generaller, gelecekte savaş suçu soruşturmasına uğramayacakları güvencesini talep etmekteler. Bunu sağlamanın en iyi yolu, işgali ABD, NATO ya da BM’nin onaylamasıdır.
Obama yönetiminin çözümü reddetmesinin nedeni de bu dinamiği görmesi. Obama [yönetimi], vekilleri aracılığıyla sürdürdüğü savaşta Türk birliklerinin sonuçta Rusya liderliğindeki koalisyon ile savaşmasına açık kapı bırakma düşüncesinde. Bu ise, Washington’ın öncelikli amacının [Suriye’de] Başkan Beşar Esad’ın iktidardan uzaklaştırılması değil, bunun yerine Rusya’nın hiç bitmeyecek bir savaşta açmaza sürüklenmesi, bataklığa gömülmesi olduğunu düşünmemize yol açıyor.
ABD’nin Moskova’nın karar taslağını engellemesinden sadece birkaç saat sonra, Amerikalı ve Rus üst düzey askeri yetkililer, ateşkes koşullarını tartışmak üzere Cenevre’de kapalı kapılar ardında bir araya geldiler.
“Düşmanlıkların sona erdirilmesi” olarak atıfta bulunulan ateşkes, çatışmaların geçici olarak durdurulmasını amaçlıyor; böylece ezilmiş cihatçılar ve ABD-destekli isyancılar/muhalifler toparlanabilecek ve daha ileri tarihte savaşa yeniden katılabilecek. Gerek Moskova gerekse de Washington, Suriye’de savaşa yenik düşen kentlere insani yardım ulaştırma ve yanı sıra, gelecekteki bir yönetimde Esad’ın yeri konusunda derin ayrılık içinde olsalar da, “politik geçiş” yönünde yol almak niyetindeler. Washington Post‘a göre:
Aşılacak sorunlardan biri, terörist grup tanımlarının farklı olması. IŞİD’in, Nusra Cephesi’nin ve El Kaide’nin [bu tanımda kapsanması] dışında, Rusya ve Suriye tüm muhalefeti terörist olarak tanımlamış durumda.
Güçleri kuzeybatıda, Türkiye sınırı dolayında ılımlı isyancı gruplarla[!] karışmış olan Nusra Cephesi, özellikle sorun kaynağı. “Rusya’nın, Nusra Cephesi’nin, en azından geçici olarak ve gruplar tanımlanıncaya değin, ateşkesin bir parçası olarak bombardıman sınırları dışında tutulmasına yönelik ABD önerisini kabul etmediği söyleniyor. (“U.S., Russia hold Syria cease-fire talks as deadline passes without action”, Washington Post)
Yinelersek: “Rusya’nın, Nusra Cephesi’nin (el-Kaide), en azından geçici olarak, gruplar tanımlanıncaya değin, ateşkesin bir parçası olarak bombardıman sınırları dışında tutulmasına yönelik ABD önerisini kabul etmediği söyleniyor.” Diğer bir deyişle, Obama yönetimi, 9/11 saldırısında 3000 Amerikalıyı öldürmüş ve tek suçları bu paralı Vahabi askerlerinin bir İslam Halifeliği’ne dönüştürmek istedikleri ülkede yaşamak olan onbinlerce masum Suriyeli sivilin ölümünden sorumlu bir grubu korumak istiyor. Doğal olarak, Moskova bu saçmalığı kabule yanaşmadı.
John F. Kerry, pazar günü, “Suriye iç savaşında birkaç gün içinde yürürlüğe girebilecek olan geçici ateşkes için Sergei Lavrov’la ‘ilke bazında -koşullu olarak- uzlaşmış olduklarını’ duyurdu”; “ateşkesin nasıl geçerli kılınacağı ve ihlallerin nasıl çözümleneceği” konusunda kimsenin bir görüşü olmasa da.
BM’de Rusya’nın karar taslağını reddetmesi ve sadece birkaç saat sonra El Kaide’yi Rusya ve ABD’nin arabulucu olduğu ateşkesin koruyucu şemsiyesi altına alma çabası nedeniyle, Obama’nın ne denli ikiyüzlü davrandığını göz önünde tutun. Bu [tutum] Amerika’nın sözde “terörle savaş”ı konusunda ne anlatıyor?
Bu arada, Türkiye’de, geçen hafta [içindeki] bombalı araç saldırısından (28 ölü, 61 yaralı) sonra Erdoğan’ın Suriye’yi işgal tehditleri yoğunlaştı. Türk hükümeti fail olarak genç bir aktivisti, Suriye’deki Kürt milisleri (YPG) ile bağlantılı Salih Neccar’ı belirledi. Ancak, patlamanın üzerinden 24 saat geçmeden, hükümetin olaylar anlatısı darmadağın oldu. Batı medyasında çok az yer verilmiş olan bir anlatımdaysa, Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK), kendi web sitelerindeki bir duyuruyla bombalı saldırının tüm sorumluluğunu üstlenmişti (Özgürlük Şahinleri yasa dışı PKK ile bağlantılıdır). Ardından, pazartesi günü, Erdoğan rejimi daha da ezici haberle çarpıldı: DNA örnekleri failin Neccar değil, yerine sorumluluğu baştan üstlenmiş olan grubun (TAK) bir üyesi, Abdulbaki Sömer olduğunu kesin olarak belirlemişti. Bu yazı kaleme alındığı sırada, hükümet savaş için kanıt toplamak amacıyla halka yalan söylediğini hâlâ itiraf etmemişti. Erdoğan ve radikal çalışma arkadaşları, Suriye’yi işgal tehdidi için tam anlamıyla güvenilmez olan malumatı kullanmayı sürdürmekteler. Cumartesi günü Gaziantep’teki UNESCO toplantısında söylediği gibi:
Türkiye, karşı karşıya olduğu tehditlerle mücadele noktasında, Suriye’de ve terör örgütlerinin yuvalandığı her yerde gerekli gördüğü her türlü operasyonu yapma hakkına sahiptir… Hiç kimse Türkiye’nin kendisine yönelik terör eylemleri karşısında meşru müdafaa hakkını sınırlayamaz.
Bu [sözler], Türkiye’nin geçtiğimiz hafta boyunca Suriye topraklarını topçu ateşine tutmasının nedenini açıklıyor. Bu [konuşma], yine, Erdoğan’ın Sünni cihatçılara Türkiye topraklarından serbest geçiş ve Suriye ordusuna karşı kazanma şanslarının arttığı yörelerde yeniden savaş bölgesine girme iznini neden vermiş olduğunu da açıklıyor. Bu konuda New York Times’a göz atalım:
İsyancı kaynaklar, perşembe günü, Halep’in kuzeyinde Kürtlerin öncülük ettiği milislere karşı [yürütülen] savaşta destek amacıyla en az 2000 [kişilik] takviye gücün geçen hafta Türkiye [toprakları] içinden geçtiğini belirttiler.
Kaynaklar, Türk [kolluk ve silahlı] güçlerinin bir cepheden diğerine geceler boyunca [yapılan] aktarmalara yardımcı olduğunu, İdlib sınırından çıkış yapan, Türkiye sınırları içinde 4 saat yol alan ve Azez çevresindeki mevzilerinde sıkışan isyancılara destek için yeniden Suriye’ye geçen isyancılara koruma sağladığını belirttiler.
Gerçek adını saklı tutarak konuşan, takma ad kullanan Ebu İssa, Bab es-Selam sınır kapısı çevresinde mevzilenen Levant Cephesi komutanlarından biri, Reuters’a, “Hafif silahlardan ağır teçhizata, havan toplarına, füzelere ve tanklarımıza dek her şeyi aktarmamıza izin verilmişti,” dedi. (“Syrian Rebels Say Reinforcements Get Free Passage via Turkey“, New York Times)
Obama yönetimi Erdoğan’ın çatışmaları körüklediğini bilse de, başını diğer yana çevirmeyi, görmezden gelmeyi yeğlemiş durumda. Yine, Obama, Türkiye’yi Suriye topraklarını topçu ateşine tutması nedeniyle (hafifçe) uyarırken, öte yandan Türkiye’nin” kendini savunma hakkı”nı da tanımıştır; bu, ABD’nin, Batı Şeria’da ya da Gazze Şeridi’nde kanlı saldırıları yürüten İsrail ile konuşurken kullandığı dildir. Bu noktada, Obama Erdoğan’a aynı onuru bahşetmiş olmakta. Tek başına bu bile, Washington’un ikiyüzlü yaklaşımı konusunda çok şey anlatıyor.
Öyleyse, Washington’ın Suriye’deki oyun planı ne? Obama yönetimi IŞİD’i ezme ve düşmanlıkları sona erdirme konusunda ciddi mi, yoksa Obama’nın gizli başka bir planı mı var?
Her şeyden önce, Washington IŞİD konusunda hiç de kaygılı değil. Bu grup, ABD’nin kendi ulusal çıkarları açısından yaşamsal olan bölgede askeri operasyonları yürütmesini sağlayan bir paravan sadece. IŞİD umacısı yarın ortadan kalkacak olsa, Beyaz Saray -uyuşturucu ile savaş ya da aynı ölçüde anlamsız bir şey gibi- bir başka hayalet yaratacak ve yağmayı kesintisiz sürdürebilecektir. Washington açısından sorun, ABD ve İsrail’in amaçlarına uzun dönemde tehdit oluşturan güçlü ve seküler Arap yönetimlerini yıkmaktır. Gerçekte sorun bu. Görünürdeki diğer amaç ise, kritik doğal kaynaklarla AB’ye yönelen boru hattı koridorlarının kontrolünü ve bu kaynakların dolar bazında işlem görmesinin sürmesini sağlamaktır.
ABD-Kürt (YPG) ittifakının ABD’nin Suriye’deki stratejik çıkarlarına gerçekte yardımcı olacağını düşünmüyoruz. ABD ne Kürt devletine/eyaletine ilgi duyar ne de cihatçı milislerin Suriye’nin kuzey sınır bölgesindeki bir alanı kontrolünü önemser. ABD-YPG ittifakının asıl amacı Türkiye’nin kanını beynine sıçratmak ve Rusya liderliğindeki koalisyon ile sınır çatışmalarına kışkırtmaktır. Türkiye kara birliklerini Suriye’ye yığarsa, bu durumda Rusya kaçınmak için yoğun çaba harcadığı çıkmaza sürüklenebilir. Türk birlikleri, geride kalan beş yıl boyunca savaşı yürüten ancak şimdilerde tam bir ricat halinde olan ABD destekli cihatçıların ve diğer vekillerin yerini alan bir ordu [taze kuvvet] işlevini görecektir.
Daha da önemlisi, Türkiye’nin [Suriye’yi] işgali kendi sınırları içinde bölünmeleri yoğunlaştıracak, Erdoğan’ın gücünü ciddi boyutta aşındıracak, kırılganlık yaratacak ve ABD, TSK ve MİT içindeki ajanları yoluyla bundan yararlanacaktır. Nihai hedef, CIA’nın Kiev’de uyguladığına çok benzeyen, Washington’ın planladığı bir darbeyle sorun yaratan Erdoğan’ı tasfiye edecek bir renkli devrime yol açmayı sağlayan toplumsal kargaşa yaratmaktır.
Obama’nın Erdoğan’a gizlice yeşil ışık yaktığını, ardından da birlikler Suriye sınırını aşar aşmaz ayakları altındaki halıyı (desteğini) çekeceğini kavramak güç olmasa gerek. Benzer bir oyun 1990 yılında, ABD Irak Büyükelçisi April Glaspie, Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgalini sessizce onayladığında sahnelendi. Irak Ordusu hedefine ulaştıktan hemen sonra ABD büyük bir askeri operasyon (Çöl Fırtınası) başlattı ve bu operasyon Saddam’ı Ölüm Otobanı üzerinden hızla geri çekilmek zorunda bıraktı; bu çekilme sırasında 10.000’den fazla Irak askeri çok yoğun ve ölümcül Amerikan ateş gücünün kolay hedefleri olarak yok edildi. Bu, Washington’ın Saddam’ı devirme ve yerine uysal bir Arap maşa geçirme planının ilk etabıydı.
Aynı rejim değişikliği tuzağı şimdilerde Erdoğan için mi kuruluyor?
Kuşkusuz, verdiği görüntü bu.
Kaynak: Sendika.Org
Globalresearch’ten çeviren: Dursun Bayrak