Suriye’de kıran kırana devam eden ve ikinci yılını dolduran kirli savaşın yeni dış desteklerle ne kadar süreceği ve nereye doğru evrileceğini kestirmek kolay değildir. Bu savaşın yalnızca yoksul ve emekçi Suriye halklarının özgürlük, eşitlik ve demokrasi savaşı olmadığı; ülke, bölge ve uluslararası çıkar güçlerinin dahil olduğu üç ayrı düzlemde seyreden bir savaş olduğu bilinmelidir.
Altı aya yakın bir süredir savaşan tarafların, zaman zaman işgal ettikleri mevzileri kaybetseler de yeni tahkimatlarla saldırılara geçip konumlarını muhafaza ettikleri biliniyor.
Rojava’da Kürt yerleşim birimleri (Kamışlı, Derik, Amuda, Serekaniye, Kobani, Tel Abyad ve Afrin gibi ilçe ve beldeler) bir yana bırakılacak olursa, Rakka kenti haricinde diğer 13 kent hâlâ yönetim tarafından kontrol edilmektedir. Bununla birlikte, kentlerin kırsal, muhafazakar yerleşim birimleri Cihatçı, Nusracı, Selefi ve Vahabi grupların da içinde yer aldığı iki yüzü aşkın küçüklü büyüklü gruptan müteşekkil Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) kontrolü altındadır. Şehirlerarası yolların kontrolü geceleri büyük oranda ÖSO’nun denetimine girerken, gündüzleri Suriye Ordusu’na geçmektedir. Ulaşımın ana arterleri, petrol, elektrik ve su şebekeleri, tarihi ve kültürel değerler çoğunlukla tahrip edilmiş ve soyulmuştur.
Enerji, tarım ve turizm sektörünün dibe vurduğu Suriye’de, tüm bu iktisadi felakete rağmen Beşar Esad’ın iktidarını sürdürmesi dış güçler açısından şaşırtıcı olmuştur.
Savaş uzuyor
Emperyalist ve işbirlikçi bölge yönetimlerinin Esad iktidarının yıkılışına ilişkin ciddi hesap hataları yaptıkları, Tayyip Erdoğan’ın heyecanlı ve isabetsiz açıklamalarının karşılıksız kalmasından anlaşılmaktadır. Bu durum devam eden savaşın maliyetini yükseltmiş ve dış güçlere yaslanan muhalefet cephesinde hayal kırıklığı ve bölünmelere yol açarken, Esad’ı ve yurtsever demokratik muhalefet cephesini güçlendirmiştir. Libya örneğinde olduğu gibi, kendilerine ”devrimci” diyen silahlı muhalif güçler ısrarla NATO’nun müdahalesini isterken, Suriye halkının farklı kimlik ve inançlarının ezici çoğunluğu buna karşı ciddi bir duruş sergilemiştir. Bu durumu iyi okuyan ABD, bölge savaşını tetikleyecek, Rusya, İran ve Hizbullah’ı fiili ve resmi olarak çatışmaya sokacak bir açık askeri müdahaleden kaçınmaktadır. Rusya’nın kararlı tutumunu da dikkate alarak, bir elinde Cenevre anlaşmasını tutarken, diğer eliyle silahlı İslami çetelere özellikle Türkiye’nin desteğiyle yapılan silah sevkiyatlarına, mali destek ve araç teminine yeşil ışık yakmaya devam ederek, siyasal çözüm dayatmalarını zamana yayıp Esad’ı teslim olmaya zorlama politikasını benimsemiştir.
Arap Baharıyla kendini ortaya koyan toplumsal, siyasal halk hareketlerinin İslamcı kanadı, emperyalist güçlerce maniple edilerek iktidara taşınmış (Mısır ve Tunus) ama bu, siyasal istikrarı sağlamaya yetmemiştir. Bölgede sınıf hareketleri meşrutiyet kazanmıştır (Mısır, Tunus, Yemen). Buna karşılık El Kaide’ye bağlı Nusra Cephesi, Vahabi ve diğer radikal İslamcı güçler Libya’da olduğu gibi birçok Arap ülkesinde yeni tehdit unsuru olarak güçlenip yayılmaktadır. Kısmen bunun da etkisiyle Fransa Mali’yi işgal ederek, Ansar El Şeriya güçlerine karşı savaş açmıştır. Ama aynı Fransa, İngiltere’yi ve diğer NATO güçlerini arkasına alarak Suriye’de savaşan El Kaideci Nusra Cephesi’ne silah sevkiyatı kararı almaktan geri kalmamıştır. Bu, Batının her zamanki ikiyüzlü tutumunun yeni bir örneğidir.
İki önemli gelişme
Üçüncü yılına giren kirli savaşta, pat durumu yaşayan tarafların tahkimat yapma ve güç biriktirme dönemi olarak adlandırılabilecek bu sürece damgasını vuran eş zamanlı iki temel gelişmeden bahsetmek mümkündür.
Biri, Newroz’da okunan Abdullah Öcalan’ın barış mesajıdır. Kürt Halkı Newroz meydanlarının görkemi ve coşkusuyla Öcalan’ın barışçı çözüm girişimine destek vermiştir. Bu, Suriye dahil, bütün bölgede önemli sonuçlar yaratacak bir hamledir.
Bir diğer gelişme ise, ABD Başkanı Obama’nın İsrail’e ziyaretidir. Obama’nın, Erdoğan’la Netanyahu’yu barıştırması, Suriye yönetimine ömür biçmesi ve İran’a yapılacaklara ilişkin İsrail’e açık çek vermesi, bölgedeki gerilimi daha da yükseltmiştir. AKP’nin İsrail’le hiç kesilmeyen ilişkilerinin yeniden güçlendirilmesi olsa olsa ABD’nin projelerine yarar sağlayacağı, Kürt, Filistin ve bölge halklarının davalarına ciddi zararlar getireceği muhakkaktır.
Görevlerimiz
Emperyalist-siyonist, gerici planlara karşı mücadeleyi yükseltmek başta sosyalistler olmak üzere özgürlükçü, demokratik tüm güçlerin acil görevidir. Ülkemizi, gerici-faşist cihatçı güçlerin yolgeçen hanına çeviren ve her türlü eğitim, konaklama ve lojistik destek sağlayan AKP’nin savaş politikalarına karşı mücadele yükseltilmeli; Suriye’de devam eden kirli savaşın derhal durdurulması için kampanyalar başlatılmalıdır. Barış için masaya oturan Kürt Halkının elini güçlendirmek için Türkiye’de ve bölgede savaşa karşı çıkarak adil barış talep edilmelidir.