Mimarlar Odası Diyarbakır Şube Başkanı Merthan Anık ile, savaşın ortasında tahrip edilen kültürel mirasa ilişkin konuştuk. Anık’a göre, Sur’a TOKİ’nin girmesi o kadar kolay değil, mesele 1988’e kadar uzanıyor…
Diyarbakır izlenimlerimiz sırasında, Mimarlar Odası Diyarbakır Şube Başkanı Merthan Anık ile bir röportaj gerçekleştirdik. Savaşın ortasında, TOKİ'yi göreve çağıran gazetelerin bilinçli işgüzarlık peşinde olduğunu anlatan Anık, Sur içi'ne TOKİ'nin kolaylıkla giremeyeceğinin altını çizdi.
Röportaj: İsa Artar
Diyarbakır’da 23 gündür süren abluka var. İlk olarak bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Özyönetimler bahane edilerek uzun zamandır ablukaya alınmış bir kent var. Halkın taleplerine bu kadar sert cevap verilmesini doğru bulmuyoruz. Dolmabahçe mutabakatı ile başlayan süreç, müzakere masasının devrilmesiyle çok hızlı bir şekilde savaş ortamına evrildi. Uzun zamandır abluka devam ediyor. Kürdistan’ın bir çok yerinde. Sur’da 6. kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Halkın talepleri meşru taleplerdir, en azından bunların tartışılabiliyor olması gerekir. Maalesef hükümetin savaş politikaları her türlü talebi kanla şiddetle savaşla bastırma yönünde ilerliyor. Ve bunun sonuçları çok ağır gelişiyor. Çok ağır çatışmalı bir ortama evrildi. Karşılıklı çok sert açıklamalar geliyor. Sur’da yaşanan can kayıplarının yanında kültürel mirasta tahrip edilmiş durumdadır. Tabii biz Sivil toplum örgütleri ne kadar çağrı yapsak da bir karşılık alamıyoruz. Biz bir an önce müzakere sürecine dönülmesini ve çatışmalı ortamın bitmesini, hem can kayıplarının hem de kültürel mirasın tahrip olmasının önüne geçilmesini diliyoruz.
Sur’da sokağa çıkma yasağı yüzünden pek çok kültürel miras tahrip olmuş durumda. Tahribatın boyutlarını henüz kimse bilmiyor. Devletin Sur’daki kültürel mirasa yönelik hasarı önlemeye yönelik çalışması olduğunu düşünüyor musunuz?
Alana giremediğimiz için tahribatın hangi boyutta olduğunu göremiyoruz. Ancak biliyorsunuz sokağa çıkma yasağına 17 saatlik bir ara verilmişti. O ara da bölgeye girdiğimizde korkunç bir tabloyla karşılaştık. Çok ağır silahlarla, canlı cansız demeden, bütün Sur içi ateş altına alınmıştı. Tabi burda kültürel mirasta, yerleşim alanları da ağır silahlarla tahrip edilmişti. Yani devlet sanırım bir yere operasyon yaparken seçici davranmıyor. Bunu gördük. Tahribatın boyutu gerçekten büyük, son durumu da gözlemliyemiyoruz.
Kentsel dönüşüm hakkında geçtiğimiz günlerde bir haber çıktı. Sur’da 4 bin konutluk bir TOKİ planından bahsediliyor. Hasar gören binaların onarılmayacağı, yıkılıp yerine yeni binaların yapılacağı söyleniyor. Ve bu planın geçmişinin 1992’ye dayandırıldığından bahsediliyor.
Bölge 1988 yılında 1. Derece Kentsel SİT Alanı ilan edildi. 1990 yılında ilk Koruma Amaçlı İmar Planı yapılıyor. Ve Sur içi’nde yapılacak yapıların bu planın kriterlerine uygun olacak şekilde planlandı. Bu süre içerisinde kriterlere uyulmadı. Çok proje geldi ama hayata geçen olmadı. 2012 yılında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Koruma Amaçlı İmar Planları’nı revize ederek yeni bir boyuta taşıdı. Kentsel dönüşümler yıllardır gündemde olmasına rağmen ilk olarak 2010 yılında Sur içi’nde Ali Paşa ve Lalebey mahallelerinde TOKİ, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Diyarbakır Valiliği’nin projesiyle hayata geçirildi. Bu kapsamda 330 kadar ev yıkıldı. Ama hem UNESCO sürecinin başlaması, hem sivil toplum örgütlerinin tepkileri hem de orada yaşayan halkın ciddi tepkisinden dolayı bu proje askıya alınmak zorunda kaldı. 2013 yılında Büyükşehir Belediyesi kentsel dönüşüm projelerini fiilen durdurduğunu açıkladı. Ancak bu süre içerisinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı alanın tamamını 6306 sayılı Afet Riski yasasına göre riskli alan ilan etti. Yani hali hazırda bir kentsel dönüşüm projesi mevcut. Ancak Sur içi’nin UNESCO kültür mirasının 1. tampon bölgesi olmasından kaynaklı, hem de Koruma Amaçlı İmar Plan’larının revize edilmesinden kaynaklı bakanlık bir adım atamıyordu. Ancak çatışmalı ortam bu süreci hızlandırdı. “Nasıl olsa evler yıkılacak” diyerek, böyle bir gündemi getirdiler. Ancak bu o kadar kolay değil. Hali hazırda teknik olarak bu mümkün değil. Yıkılan yerlerin yerine istediği gibi bir uygulama yapamaz. Hem UNESCO’nun koruma bandında olduğu için UNESCO kriterlerine uygun olması lazım. Hem de Koruma Amaçlı İmar Planı’nın kriterlerine uygun olması gerekmektedir. O kriterlerde geleneksel konut mimarisini, mimari üslubunu baz alan, avlusu, yüksekliği belirlenmiş kriterlerdir. Yapılması gereken o plana uygun Sur içi’ni inşa etmektir. Ancak AKP hükümeti döneminde çıkan pek çok yasa var biliyorsunuz. Belediyeleri by-pass ederek bakanlık üzerinden resen plan yapabiliyorlar. Endişelerimiz budur. Bakanlık Koruma Amaçlı İmar Planları’nı by-pass ederek Sur İçi’nde yeni bir planla kentsel dönüşümleri uygulama gibi bir çaba içine girebilir. Biz bunu çok riskli buluyoruz. Şimdi 20-21 bin göç var Sur içi’nde. Bu insanlar geri dönmek üzere göç ettiler. Ancak belkide döndüklerinde evlerini bulamayacaklar. Yerine yapılacak evlerin onlara verileceği belli değil. Onları oradan transfer edecekler belkide. Ve onların yerine de kimlerin getirileceği belli değil. Çatışma ortamı da bu açıdan fırsata dönüştürüldü. Yani oradaki halkın göç ettirilmesi çok sakıncalıdır. Kültürel miras diyoruz. Sadece mimari yapılardan oluşan bir miras değildir Kültürel miras, orada yaşayanların ortak kültürü de bir kültürel mirastır. Yani Sur’daki yaşam savaştan sonra kaldığı yerden mutlaka devam etmelidir.
Diyarbakır’da TMMOB olarak savaş döneminden beri çalışmalarınız nelerdir?
Kentsel dönüşümün bir ayağı Büyükşehir belediyesiydi. Halkla karşı karşıya gelen de belediye oldu. En hassas iki uygulamayı üstlenmişlerdi: kamulaştırma ve yıkım. Buradan çıkan toplumsal refleks ile Büyükşehir Belediyesi bunu askıya almak durumunda kaldı 2013 yılında. UNESCO sürecine de girilmesiyle Bakanlık da kendi tasarrufunda olmasına rağmen yeni bir yapılandırmaya gidemedi. Açıkçası son 1 yıldır tartışılamayan bir meseleydi. Ancak dediğim gibi çatışmalı ortamla birlikte tekrardan gündeme getirdiler. Çatışmalı ortam fırsat bilindi.
Devlet birkaç şey birden hedefliyor burada: Fiziki yapısını değiştirmek, demografik yapısını değiştirmek, nüfus transferine yol açmak. Özellikle yerel seçimlerde Sur içi’ndeki nüfusun azalmasıyla seçimlerin dengeye oturtulması hedefi var. Hepsinden önemlisi politik yapısınında değiştirilmesi hedefleniyor.
Bize göre TOKİ bunu kolaylıkla yapamayacak. Birkaç muhabirin işgüzarlığıdır bu. Öte yandan tartıştırmak, nabız yoklamak istiyorlar. Çünkü ticaret ve turizm çevreleri oraların kentsel dönüşüme uğraması konusunda istekliler.
Savaş zamanında böyle bir şey söylenmesi de manidar…
Bunun üzerinden propagandaya da dönüştürülüyor. Star’daydı sanırım, Gülten Kışanak ve Demirtaş’ı hedef alarak karşılaştırma yapılmıştı. Onlar şurada güzel evlerde kalıyor ama Sur böyle… Sur içi’ne de TOKİ sayesinde böyle güzel evler yapılacak gibi… Ancak hukuksal olarak da şu an bunu yapmaları o kadar kolay değil. Tabi birden bire başka şeyler devreye girer, yasaları değiştirirlerse bilemiyoruz.
Biz Osman Baydemir’i uyarmıştık 2009’da. Biz öncelikle Sur içi’nde bir kentsel dönüşüme ihtiyaç var mı yok mu onun tespit edilmesini istedik. Bunun için saha sonuçları vardı. O sonuçlara göre bazı binalar dışında can ve mal güvenliği kapsamında tehlike oluşturan bina yok. Sağlamlaştırılarak tekrar restore edilerek, insanların yaşamlarını aynı evlerde devam edebileceği bir yöntem seçilebilirdi. Ama o yöntem seçilmedi.
UNESCO sürecinden biraz bahseder misiniz?
Kültürel miras kapsamına giren Diyarbakır Sur’ları ve Hevsel Bahçeleri. Onun dışında Sur içi’nin tamamı birinci koruma bandındadır. Yenişehir’in bir kısmı koruma bandındadır. Orada da imar revizelerinin yapılması gerekiyordu. Yeni kentten eski kente geçişte dokunun uyumlu olması sebebiyle etrafındaki genişçe bir alan da koruma bandı içerisine alındı. 2015 Temmuz ayında UNESCO kültür mirası listesine alındı. Her kesimden sivil toplum örgütü bu sürece destek vermişti. Diyarbakır Valiliği, Sur Kaymakamlığı, Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü dahil. Biz o dosyada sivil toplum örgütleri olarak Surları, Hevsel Bahçeleri’ni ve tampon bölgeyi korumayı taahhüt ettik. Ve bizim adımıza UNESCO’ya bu taahhüdü götüren Kültür ve Turizm Bakanlığı’ydı. Bugün koruma bilinciyle davranması gereken kurumların en başında Kültür ve Turizm Bakanlığı geliyor. Ancak bu şu an böyle olmuyor.
Büyükşehir Belediyesi Alan Yönetimi’nin başında bulunduğu ve sivil toplum örgütlerinin içinde olduğu bir ekip tarafından UNESCO’ya dosya hazırlandı. Ve tüm alan yönetimi planı hazırlanarak bununla UNESCO’ya taahhütte bulunuldu. Sadece tarihi binaların korunmasıyla alakalı değil. Yani kültürel mirasın korunmasıyla alakalı. Oradaki insan yaşamı, yaratılan kültür. Hepsiyle kültür mirasi olarak kabul etmek gerekir. Dolayısıyla göç olayının UNESCO’nun taahhütlerine de aykırı bir harekettir.
Bu İstanbul Sulukule’deki meseleye biraz benziyor…
Evet kültürü de birlikte göç ettiriyorlar. Lalebey’deki mesele Sulukule’dekine çok benziyordu. 20-30 bin TL’ye kamulaştırdıkları yerleri geleneksel dokuya uygun inşa edip 1 milyon TL’ye satacaklardı. Ancak savaş başlamış oldu.