Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Merkez Yürütme Kurululu seçim sonuçlarını değerlendirdi.
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) 'nin 1 Kasım seçim sonuçlarına dair yaptiğı açıklamanın tamamı:
AKP / Erdoğan Cenahı
· Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki AKP; katliamlar, her türlü siyasi ahlak dışı operasyonlar, hukuk dışı yöntemler vb. yoluyla 1 Kasım seçimlerini kazandı ve 4. kez tek başına hükümet kurma imkanını yakaladı. Devlet içinde elde ettiği mevzilerle birlikte bu büyük kitle desteği, AKP/Erdoğan’ın, merkezinde kendilerinin yer aldığı sermayenin yeni rejimini inşa etme girişiminde ellerini rahatlatacak.
· Erdoğan, 7 Haziran sonuçlarını gördüğü anda bir tekrar seçimi önüne hedef olarak koymuştu. Önce savaş çıkardı ve ortamı gerdi. Ardından AKP ve Ahmet Davutoğlu’nun önünü kesti, partisi içindeki uzlaşmacı eğilimleri bastırdı, koalisyon kurulmasını engelledi ve ülkeyi seçime götürdü. Her türlü eleştiriyi ve hakareti (hırsız, katil, diktatör…) göze alarak bildiği yolda devam etti. Gerçi bu seçim sonuçları Davutoğlu’nu az çok güçlendirdi (onun liderliğinde olmasa da, başkanlığında bir seçim başarısı kazanıldı çünkü). Ama asıl patronun Erdoğan olduğunu herkes bir kez daha gördü. Davutoğlu ancak bir müdür sıfatına layıktır.
· Erdoğan, bu seçmen desteğini arkasına alarak kafasındaki rejimi (kurumlarıyla, ideoloji ve kültürüyle vb.) kurmak, bu yeni rejime yasallık kazandıracak yeni Anayasayı onaylatmak için ödünsüz biçimde harekete geçecek, dayatmada bulunacaktır. Tabii merkezi sistemin üzerine oturmuş güçlü bir başkanlık modelini (“Türk tipi başkanlık”, başka bir deyişle despotizm ya da kişi diktatörlüğü) topluma dayatacaktır. Gerçi toplum (kendi tabanı dahil) 7 Haziran’da başkanlık sistemine onay vermediğini göstermişti; bu seçimde ise başkanlık sistemini AKP bile ağzına alamamıştı; ama yine de Erdoğan’ın belki bazı revizyonlarla birlikte başkanlıkta ısrar edeceğini beklemek gerekir.
· AKP/Erdoğan iktidarı, toplumsal yaşamın her alanını İslamileştirme politikasını ve “biz iktidardan düşersek Kemalistler geri gelecek, dininizi serbestçe yaşayamayacaksınız” korkusunu kendi kitlesini konsolide edebilmenin aracı olarak kullanıyor.
· Seçimlerde aldıkları sonuçlara (317 vekil, yüzde 49,5 oy), devlet içindeki güçlü konumlanmaya (başta cumhurbaşkanlığı olmak üzere) rağmen AKP “rahat” hükmedemeyecek. Toplumun yarısının nefret ettiği bir lider ve parti kolayca ülkeyi yönetemez. AKP/Erdoğan sadece kendi seçmen kitlesine değil, toplumun geniş kesimlerine üstünlüğünü kabul ettirme ve etkileme yeteneğini kaybetmiştir ve geri kazanması, son 5 yılda yaptıklarının tam tersini yapmasını gerektirir ki, bu da mümkün değildir. Bu durumda AKP’nin toplumu yönetebilmek için daha fazla baskı ve şiddete yöneleceği açıktır. Yeni kurulacak kabine bir savaş hükümeti niteliğinde olacaktır.
· AKP’nin yeni döneminde temel kriz dinamikleri devam ediyor:
o Muhtemel bir ekonomik kriz (Türkiye’de) patlamaya hazır bir bomba durumunda. Türkiye henüz dünya kapitalist sisteminin krizinin en ağır biçimlerini yaşamadı. Ama küresel finans ve kredi değerlendirme kuruluşlarının sürekli uyardığı kırılgan yapısıyla, yabancı sermayeye bağımlılığı ve kronik cari işlemler açığıyla Türkiye ekonomisinin her an derin bir krize sürüklenme tehlikesi yanıbaşımızda duruyor. Böyle bir durumda işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin çalışma ve yaşam koşulları çok daha ağırlaşacak, ücretler düşecek, işsizlik daha da artacaktır. Bunun sonucu ise sınıfsal çelişkilerin keskinleşmesi, yaygınlaşan grev ve direnişlerin toplumsal yaşamı derinden etkilemesidir. AKP, kısa sürede yönetemez hale gelebilir.
o Toplumsal kutuplaşma had safhada. Kadınlar, Aleviler, LGBTİ’ler, laiklik yanlıları AKP’nin muhafazakarlaştırma sürecine direniyorlar, direneceklerdir. AKP’nin kendi ajandasını uygulamaya kalktığı, toplumsal yaşamın çeşitli alanlarını İslamileştirmeye ve muhafazakarlaştırmaya yöneldiği her noktada bu direniş canlanacaktır. Emekçilerin tepkilerini yansıtan emek ve meslek örgütleri de (KESK, DİSK, TMMOB ve TTB) hem ekonomik hem politik yönden bu mücadelenin -şimdi daha fazla- içinde olacaktır.
o AKP/Erdoğan, Suriye (ve bölge) politikasının iflası karşısında bazı manevralar yapmaya çalışıyor olsa da, Esat rejimine ve Rojava’ya karşı koydukları kırmızı çizgiler (küresel güçlerin dengeleri içinde) gerçekçi değil ve ihlal edilmeleri kaçınılmaz. ABD (ve şimdi Rusya), bir yandan Türkiye’yi doğrudan karşısına almama, diğer yandan kendi bildiğini yapma diplomasisini uyguluyor. Erdoğan’ın hatırı için kendi çıkarlarına gördükleri işleri yapmaktan geri durmayacaklardır. Bu da ABD ve Rusya ile yeni gerilimlerin doğması ve uluslararası alanda itibarsızlaşmanın artması demektir.
o Kürt meselesi AKP’nin en çok zorlanacağı ve ödünler vermek zorunda kalabileceği alandır. Kendini şimdi daha güçlü hisseden AKP/Erdoğan, bir yandan savaşı ve operasyonları yükseltirken diğer yandan zorlandığı noktada masaya daha rahat oturabilecek durumdadır. Kürt hareketini yenemeyeceğini bir kez daha görmüş ama seçim/parlamento zemininde kısmen geriletebilmiştir. Ancak Erdoğan her zamanki politikasında ısrar edeceğini ortaya koyuyor:“Çözüm”ü, Kürtlerin hiçbir hak elde etmeden silahları bırakması olarak görüyor ve “tek bayrak, tek millet …” söylemini seçim sonrasında da kullanmayı sürdürüyor. Bu, siyasi bir çözüm değil, imha politikasında ısrar edeceklerini gösteriyor. Bunun pratikteki karşılığı savaşın derinleşerek sürmesidir.Öte yandan Kuzey ve Güneybatı Kürdistan parçalarının kaderinin iyice iç içe geçtiği bugünkü koşullarda, Rojava/Suriye meselesinde az çok taşlar yerine oturmadan Türkiye’de bir çözüm olanaksız görünüyor.
HDP/HDK ve Demokrasi Cephesi
· HDP önceki seçimlere göre bir gerileme yaşamış olsa da, bu ağır bir yenilgi değildir. Yine rahatlıkla baraj aşılmış ve AKP’nin tek başına anayasa yapma olanağı elinden alınmıştır. 59 milletvekiliyle Meclis’te güçlü bir grup kurulmaktadır.
· Alınan seçim sonucu, en ağır baskılar, katliamlar, operasyonlar, medya kampanyaları koşullarında değerlendirildiğinde kararlı bir seçmen kitlesi oluştuğunu gösteriyor.
· HDP’nin fiilen seçim kampanyası yürütmesi engellenmiş, HDP tabanı terörize edilmeye çalışılmıştır:
o 20 Temmuz’da Suruç’ta 33, 10 Ekim’de Ankara’da 102 insanımız katledilmiştir.
o Dağlıca olayının ardından yapılan organize faşist saldırılarda 190 HDP binası ve yüzlerce Kürt yurttaşın işyeri tahrip edilmiş, insanlar linç edilmiş, öldürülmüştür.
o Kürdistan illerinde onlarca il ve ilçede günlerce süren sokağa çıkma yasakları, kuşatmalar, operasyonlar, sniper’larla çocuk ve kadınların öldürülmesi, çok geniş alanların güvenlik bölgesi ilan edilmesi, aşağılayıcı muamele, adım başı kurulan kontrol noktaları vb. ile halk sindirilmek istenmiştir.
o Binlerce HDP’li gözaltına alınmış, 500’ü tutuklanmıştır. Yaklaşık 20 belediye eş başkanı tutuklanmış ve/veya görevden alınmıştır.
o Cumhurbaşkanı ve Başbakan başta olmak üzere medyada sistematik bir kara propaganda yürütülmüştür.
· AKP’liler, İttihatçıların “sopalı seçim”inin bugünkü versiyonunu HDP’ye karşı gerçekleştirmiştir. Genel Merkezi dahil parti binaları tahrip edilen, yöneticileri tutuklanan, üyeleri katledilen, sürekli saldırı altında faaliyet yürüten HDP’nin aldığı yüzde 11’lik oy son derece değerlidir.
· Bununla birlikte HDP’nin gerilemesinin tek nedeninin bu dışsal koşullar olduğunu söylemek gerçeğin bir kısmını gözden kaçırmaya neden olur.
· AKP/Erdoğan iktidarının ve devletin sistematik kışkırtmaları ve saldırıları sonucu başlayan savaş, nesnel olarak HDP’nin önceki seçimde toplum nezdinde yarattığı umut ve vizyonu eritti, HDP’yi saldırı/ilerleme pozisyonundan çıkarıp savunma pozisyonuna soktu. (“Yeni Yaşam” vizyonu yerine “inadına” direnmeye dönüş.) Devlet/AKP, HDP’yi Batının laik/beyaz yakalı/”modern” kesimlerinin bir bölümü nezdinde kriminalize etmeyi, barışın değil savaşın temsilcisi gibi göstermeyi, tecrit etmeyi başardı. HDP’ye yönelik olarak sadece iktidarın değil, müesses nizamın yürüttüğü bu tecridi kıracak taktikler geliştiremedi. Savunmadan çıkıp saldırıya geçemedi.
· HDP’yi tecrit politikası, yalnızca Batılı (Türk!) kesimlerde değil, muhafazakar Kürt seçmen üzerinde de etkili oldu. Daha önce diğer Kürt partilerine gelmeyen Kürt kesimler, “Türkiyelileşme” niyetinde olan HDP’ye gelmişti 7 Haziran’da. AKP’de kalan Kürt seçmenin gelmesi beklenirken, “emaneten” HDP’ye oy verenlerin bir kısmı geri döndü. Kürt illerinin toplamında yüzde 10’a varan bir kayıp var.
· AKP’yle HDP arasında gidip gelen muhafazakar ve ağırlıklı olarak orta sınıf kitle, savaş ortamından rahatsız olduğunu, “istikrar” istediğini gösterdi. AKP’nin terörü karşısında geri adım attı.
· Buna karşılık özyönetim ilan edilen ve ağır devlet terörü uygulanan, halkın örgütlü olduğu bölgelerde HDP’ye destek azalmadı, hatta yer yer arttı (örneğin Şırnak ve ilçeleri).
Tespitler ve Görevler
· AKP'nin yenilmez olmadığı 7 Haziran'da görüldü. Bütün devlet gücü ve kitle desteği, Kürt halk hareketini veya toplumsal muhalefet hareketlerini (kadın hareketi, Aleviler, Gezi İsyanı vb) yenilgiye uğratmayı sağlayamıyor.
· AKP'nin seçmen kitlesi monoblok değil ve etkilenmeye açıktır. AKP’nin oylarının nasıl hızla eriyebileceği 7 Haziran'da görüldü. Başka koşullar altında yüzde 40'ların altına inebilirdi. Örneğin patlayan bir ekonomik kriz her şeyi hızla değiştirebilir.
· HDP'nin ortak, özgür yaşam çağrısının toplumda karşılık bulduğu açıktır. Bu tez doğruluğunu koruyor. Bu çağrıya kulak verip gelen, oy veren Batıdan (Kürtler dışındaki) önemli oranda bir kitle, bütün tecrit ve devlet terörüne rağmen HDP’ye sahip çıktı, etrafında kenetlendi. Özellikle Hatay’daki Arap Alevi halkın ciddi biçimde artan oylarıyla HDP’ye verdiği destek de bu bağlamda kayda değerdir.
· HDK'nin kuruluş ilkelerine uygun olarak, demokratik işleyişi güçlendirerek ve kitlelerin doğrudan demokrasiyi deneyimlediği gerçek halk meclisleri temelinde yeniden yapılandırılması önümüzdeki acil görevlerdendir. Yeni dönemde HDP’nin işlevi, esas olan HDK örgütlenmesinin ihtiyaçlarına göre yeniden belirlenmelidir.
· HDK/HDP, milyonlara mal olmuş Kürt özgürlük hareketinin enerjisi, pek çok toplumsal muhalefet hareketinin ve sol/sosyalist yapının kattığı zenginlikle günümüzün en güçlü ve en dinamik muhalefet odağıdır.
· Ancak HDK/HDP ve bileşenlerinin Türkiye’nin emek, demokrasi ve güçlerinin tamamını kapsamadığı ve kapsayamayacağı da açıktır. AKP’nin ve sermayenin saldırılarını durdurmanın yolu, CHP’nin tabanındaki tutarlı demokrat kesimlere de uzanacak şekilde tüm muhalif güçlerin mücadele birliğinden geçiyor. Bugün tam da bu çerçevede çeşitli il ve ilçelerde hayata geçirilmeye başlanan “demokratik direniş ittifakı/bloku” şeklindeki oluşumlara omuz verilmeli, en etkin biçimde desteklenmelidir.
· AKP'nin gücünü kırmanın yolu, emek, kadın, ekoloji ve çeşitli alanlardaki özgürlük mücadelesini güçlendirmekten geçiyor. AKP kitlesel gücünü, modernist Batıcı değerlerin ve yaşam tarzının kurucusu ve taşıyıcısı Cumhuriyet’in ve onun beslediği burjuvazinin sömürdüğü, ötekileştirdiği, aşağıladığı kır ve kent yoksullarından alıyor. AKP’ye asıl tehdit de işte bu aşağıdan, “ayak takımı”ndan, emekçi ve ezilen kitlelerden geliyor. "Bu halktan bir şey olmaz", "bu halk aptal" gibi tezler, bozguncu, apolitik ve elitist anlayışların yansımasıdır. AKP’ye oy verdiği halde patronuna karşı direnişe geçen işçinin, HES’lere karşı doğal çevresini koruyan köylünün nasıl hızla sol düşüncelerle buluştuğunun yüzlerce örneği var önümüzde.
· Önümüzdeki dönem emek, barış ve demokrasi mücadelemiz daha sert geçecek, daha fedakar, daha yaratıcı ve enerjik olmayı gerektirecektir. Ama siyaset sertleşse de yolumuz açıktır.