Nazan Üstündağ yazdı: Hendeklerden müzakereye
Türkiye’de hendekler, özyönetim ilanları ve gençlerin Kürt illerinde başlattıkları isyanı geçici sananların hayati bir yanılgı içinde olduğu belli oluyor…
Türkiye’de hendekler, özyönetim ilanları ve gençlerin Kürt illerinde başlattıkları isyanı geçici sananların hayati bir yanılgı içinde olduğu belli oluyor.
Devlet haklarını tanımayarak ve müzakere sürecini bitirerek Kürtlerin tamamını “suç” işlemeye, “suça” ortak olmaya ve “suçu” çoğaltarak özgürleşme sürecini devam ettirmeye mahkum etti. Ablukaların “suçu” izole edeceği düşüncesi büyük bir hataydı. HDP’yi düşmanlaştırarak HDP’lileri, Kürtleri ve Kürtleri destekleyenleri illegal alana itmesi, müzakereyi bitirerek PKK’yi savaşa mecbur kılması, hele hele legal ve illegal arasındaki sınırı her gün keyfine göre tekrar değiştiren bir devlet için tam anlamıyla kendi kuyusunu kazmak demek oldu. Bu seferlik hendekler aracılığıyla ilerleyen bu devrimci isyanın politik ve teorik anlamlarını bir yana bırakalım ve bundan sonra neler olacağı hakkında hipotezlerde bulunalım.
Diyelim ki Silvan ablukası kalktı ya da Silvan’a girildi. Cizre, Nusyabin, Silopi, Sur, Şırnak, Yüksekova gibi yerlerin farklı bir durum seyretmediğini, buralarda ve daha bir çok başka ilçede özyönetim ilanları ve hendek kazma, aktif olarak hendek ve barikatları koruma, polis ve asker saldırılarına karşı silahlanma sürecinin devam ettiğini biliyoruz. Rojava ve Irak sınırlarının ideolojik ve maddi geçişkenliği, hendek kazılan yerlerin gittikçe daha güçleneceğini, isyanın mahalle mahalle olsa da yayılacağını bize gösteriyor. Üstelik buralar abluka altına alındığı ve ölümler arttığı ölçüde isyanlar başka yerlerde de izleyici ve destek bulmaya devam edecek, gündemi belirleyecek.
Diyelim ki devlet son aylarda seyrettiğimiz politikalarına devam etti: Rojava siyasetini sertleştirdi hatta sıcak savaşa evirdi, operasyonlara devam etti ve özyönetim ilan edilen kentleri şimdikinden de daha kapsamlı bir biçimde yok etmeye yeltenerek Kürt hareketine top yekün bir savaş açtı. Bu çatışmaların daha da artacağı anlamına gelmekle kalmaz. Artık süresiz bir dönem boyunca ve kaçınılmaz olarak bağımsızlık mücadelesine dönüşecek bir Kürt isyanına kitlenmiş olarak yaşayacağız demektir. Bu devlete bir yandan Kürt isyanından kopuk olarak kendini şekillendiren ve böylelikle kendini savunamayan tüm muhaliflerini daha bir iştahla yok etme imkanı verecektir elbette. Bir yandan ise Kürt Özgürlük Hareketi’nin yaşayacağı geçici yenilgiler ve kayıplara rağmen, dünyada ve bölgede sömürge karşıtı bir mücadele olarak yeniden tanımlanmasına sebep olacak ve Filistin hariç-ki Filistin’in özel bir konumu olduğu unutulmamalı- tüm sömürge karşıtı mücadelelerde olduğu gibi Kürtler öyle veya böyle ayrı bir devlet olma hakkını kazanacak. Uluslararası ittifaklarda geçici kazanımlar ne olursa olsun, Rusya, İran ve Amerika gerginliği Türkiye’nin tüm kazanımlarını zaten sürekli kırılgan bir durumda tutuyor. Avrupa’da ise İskoçlar, Katalanlar, Flemenkler, Kuzey İtalya gibi bir çok yer bağımsızlığa hazırlanırken, her ne kadar PKK “terörist” olarak kabul edilmeye devam etse dahi, Kürtlerin isyanının görmezden gelinmesi mümkün olmayacak. Mülteci meselesi şimdilik Türkiye’nin elini güçlendirse de, mültecilerin gittikçe büyüyen Türkiye’den çıkma arzusu ve bu konuda Avrupa’nın kendi içinde çelişkiler yaşaması, bu kozu Türkiye için tam tersine bir “istikrarsızlık” kaynağı haline getirme potansiyelini zaten içinde barındırıyor. Avrupa mültecileri barındıracak ve bunu isteyerek yapacak genişlemiş bir Rojava’yı neden istemesin?
Yani devletin elinde Kürtlerin savaşla özgürleşme sürecini baskıyla geri döndürecek uzun dönemli hiç bir koz olmadığını belirtelim. Gene aynı “devam” mantığından ilerleyecek olursak, Kürtlerin Serhat dediği bölgede devlet aşiretler, korucular ve cemaatlerle yaptığı anlaşmalar, sosyal politikalar vb. ile Doğu ile Güneydoğu’yu ayrıştırabilir. Ancak gene Kürtlerin Botan dediği bölge zaten kendini Rojava, Başur üçgeninde tanımlayan bir yer olarak bundan fazla etkilenmeyecektir. Tam tersi de olabilir ve isyan Doğu Beyazıt ve Varto gibi ilçeler üzerinden buralarda da yayılabilir ve bir iç savaş haline de dönüşebilir.
Şunu da unutmayalım her ne kadar özellikle Kürt siyasetçilerinin ve halkın bir kısmı savaş sürecine hazırlıksız yakalansalar da Rojava’da, Şengal’de İŞİD’e karşı kent alanlarında ve çokça Türkiye Kürdistan’ından katılım yapmış gençlerin katkısıyla süren mücadele sebebiyle Kürt halkı zaten bir seferberlik içindeydi. Türkiye’de başlayan savaşı da götürebilecek deneyime, psikolojiye, örgütlülüğe sahip oldukları haftalar süren ablukalar karşısında yenilmemelerinden belli oluyor.
Üstelik HDP’nin marjinalleştirilmesi ve Türkiye siyasi alanına girme şartının bir kez daha PKK’den mesafe almak olarak tanımlanması HDP’yi de dönüştürdü. Artık HDP siyasetçileri de arabulucu durumdan çıkarak 2013 öncesi hatırladığımız haline geri dönecek ve sahada çatışmalı siyaseti, meclisteki müzakere siyasetinin önüne koymak zorunda kalacak. Bugünden itibaren gördüğümüz gibi Kürdistan görkemli halk yürüyüşleri ve bu halk yürüyüşlerine saldıran polis resimlerini üreterek, Türkiye ve dünya halklarını da yavaş yavaş seyirci halinden çıkartarak, Kürtlerin yanında ya da karşısında saf tutmaya mecbur bırakacak.
Bu sonu belli bir senaryodur. Öyle veya böyle geri dönülecek yer müzakere masasıdır. Ancak masaya dönüş anı, masada kimlerin olacağı ve nelerin müzakere edileceği bundan sonra Türkiye devleti, AKP ve Türkiye muhaliflerinin atacağı adımlarla yakından ilişkili. Masada özyönetimin olması kaçınılmaz. Ancak savaş uzatılırsa büyük ihtimalle özyönetim değil hangi kentlerin bağımsız bir Kürdistan içinde yer alacakları tartışılacak. Türkiye’nin demokratikleşmesi sorunsalı ise gene Türkiye demokratik güçlerinin tavrına, masayı kendi masaları, Kürt sorununu kendi sorunları ve Kürtlerin işlediği “suçu” kendi suçları olarak görüp görmeyeceklerine bağlı.
Diğer bir senaryo hemen şimdi müzakereleri başlatmak olabilir. Şu anda Kürtler her ne kadar Dolmabahçe mutabakatına dönmeye hazır olduklarını belirtseler de, bu mutabakata dönmenin yolu AKP ve CHP siyasetinden geçiyor. CHP’nin bir an önce net ve ısrarlı bir müzakere çıkışı yapması, AKP’nin ise hem siyasi hem ekonomik krizden çıkmanın yolunu Kürt düşmanlığı gibi kısa dönem getirisi olan ama uzun dönemde kendi sonunu getirecek belki de tek ama kesin yoldan vazgeçmesi gerekiyor.
Cizre’de, Silvan’da, Varto’da, Silopi’de hatta İstanbul’da Kürt gençleriyle tanışmış ve konuşmuş olan herkesin hissettiği ve bildiği bir şeyi daha tekrar hatırlatmak da fayda var: Bu dönemde müzakerenin muhatabı elbette Abdullah Öcalan’dır, ancak onun temsil ettiği en önemli kuşak artık gençlerdir. Bu isyan gençlerin taştan çıkarttığı, PKK’nin uyum sağladığı ve siyasilerin kabul etmek durumunda kaldığı bir isyandır. Bir otuz yıl daha özgür olmamaya tahammülü olmayan bir kuşağın “suçla” özgürlük arayışıdır.