Ahmet Saymadi yazdı: Bir de, bir şey daha gördük o yoksul evlerde, o gözyaşlarında… Öyle bir ah almışlar ki öyle bir öfkeyi bilemişler, öyle bir hüznü uyandırmışlar ki… Gayri ne taht kurtarır onları ne de payitaht!
10 Ekim Cumartesi günü Türkiye siyasi tarihinin en büyük katliamına tanık olduk. 102 canımızı yitirdik. Suruç katliamından beri söylüyorduk ama Ankara katliamı tescil etti: tesadüfen yaşıyoruz. Adeta hepimiz ölüme efsunlandık. Ben de olabilirdim, sen de! Katliamın ardından öfkemiz bilendi ama üzerimize de büyük bir hüzün çöktü… Ve artık sıklıkla duyuyoruz, ‘‘Bu ülkede yaşanmaz artık. Bir an önce gitmek lazım buradan’’ , ‘‘Ülke zıvanadan çıktı’’ , ‘‘Bu ülkeye dair tüm ümidimi yitirdim.’’ Doğrudur, hepimiz umudumuzu biraz yitirdik.
Lakin umutsuzluğa kapılacak bir şey yok! Tam da şairin dediği yerdeymişiz: ‘‘Umudu dürt, umutsuzluğu yatıştır.’’ AKP’lilerin külliye diye adlandırdığı üniversiteler dahil, bütün üniversitelerde Ankara katliamında yitirdiklerimiz için eylem yapıldı, hele bazı üniversitelerdeki eylemler çok kitleseldi. Eylem yapılmayan şehir kalmadı neredeyse. Katliamı AKP’liler dışında lanetlemeyen kurum da kalmadı. Katliamın amaçlarından birisi toplumsal hareketi pasifize etmekti, hepimizi eve tıkmaktı, ancak canlı bombalara katledilme risklerine rağmen toplumsal hareket yükseldi.
AKP’nin katliamdan sonra, ‘‘Kanlı Meydan’daki yaralılara ve katliamdan kurtulanlara uyguladığı şiddet zulümlerini en çıplak haliyle bir kez daha açığa çıkardı. AKP’lilerin yaptıkları açıklamalar, Ahmet Davutoğlu’nun ‘‘Elimizde listesi var ama suç işlemeden yakalayamayız’’ dediğini herkes duydu. Bahsettiği suçlular canlı bomba ve suç işledikleri zaman tutuklama imkanınız yok! Polisin elindeki canlı bombacılar listesi, onlara dair eskiden kalma soruşturma belgeleri, bombacıların ailelerin yaptığı açıklamalar, AKP’lilerin canlı bombacılara, IŞİD’çilere göstermiş olduğu hoşgörü ve koruma hamleleri de ortaya saçıldı. Biz kim odluğunu biliyorduk katillerin ama katliama ve katillere dair tüm delilller de ortaya çıktı. Kimsenin şüphesi kalmadı: hayat kısa katil uzun! Hakikatin üzerini örtmeye çalışmaları, eleştitiriyi bile yasaklamaları bundan.
Ve bu gerçek sadece siyasetle haşır neşir olan insanlar tarafından görülmüyor… Herkes tarafından görülüyor… Dün Sarıyer ilçesine bağlı Ömürtepe Mahallesi’nde Ankara Barış Mitingi Katliamı’nda yitirdiğimiz 102 canımız için bir yürüyüş yapıldı. ‘‘Katili tanıyoruz, hesabını soracağız!’’ pankartıyla yapılan yürüyüşe mahalle halkının katılımı yoğundu. Geçilen sokaklardaki kimi evlerden el sallandı, kimi evlerden ise zafer işareti yapıldı. Lakin bir evin balkonundaki yaşlı teyze yürüyüştekileri bitirdi. Kalabalık balkonun dibinden geçip gidene dek gözyaşı döktü…
Biz tanıdık o yaşlı teyzeyi. Siz de tanırsınız… Onu en son Sivas’ın Düzova Köyü’ndeki Cemevi’nde gördünüz: Ankara’da yitirdiğimiz Ziya Sargın’ın cenazesinde… Hırkasındandan, gözlüğünden tanırsınız… O evi de biliyoruz, Muharrem Orucu tutulan bir evdir… Tutulan oruç değil, Kerbela’nın İmam Hüseyin’in ve yol arkdaşlarının matemidir. O teyzenin, sokaktan geçen devrimcileri görünce aklına evvela Kerbela geldi, İmam Hüseyin geldi, Madımak geldi… Suruç’ta, Ankara’da vurulanlar geldi aklına… Duyduk, ‘‘Hep mi bizden gidecek hep mi bizden!’’ dedi. ‘‘Dilerim bu gençlere bir şey olmaz’’ dedi, döktü gözyaşını…
Biz tanıdık o teyzeyi. Yoksul emekçi mahallerinden biliyoruz. Evlere temizliğe giden onlar. Ofislerde çay yapan, yemek yapan, temizlik yapan onlar. Yoksul emekçi elleriyle dünyayı yeniden yaratan onlar. ‘‘İşten artmaz, dişten artar’’ diyerek, üç kuruşla çocuk büyüten onlar. Türkan Şoray’ın can verdiği Sultan filmindeki ‘‘Sultan’’ onlar. ‘‘Yaşar Usta’’lara yoldaşlık eden onlar.
Benim de aklıma, ‘‘Bu ülkede yaşanmaz artık. Bir an önce gitmek lazım buradan’’ diyen arkadaşlarım geldi. Bırakın yurt dışına gitmeyi, yoksulluktan köyüne bile gidemeyen, bu yoksul insanları bırakıp kim nereye gidiyor diye sordum kendime? Sadece kendi gemisini kurtaracak olan varsa, yelken açsın gitsin. Biz, sokaktan geçen devrimcileri bile görünce gözyaşı döken bu insanları bırakıp hiçbir yere gitmiyoruz. Ama öyle ama böyle burada öleceğiz…
Bir de, bir şey daha gördük o yoksul evlerde, o gözyaşlarında… Öyle bir ah almışlar ki öyle bir öfkeyi bilemişler, öyle bir hüznü uyandırmışlar ki… Gayri ne taht kurtarır onları ne de payitaht!