HDP İzmir milletvekili Ertuğrul Kürkçü yaşanan tüm gelişmeleri değerlendirdi.
Türkiye’nin son günlerde yaşadığı sıkıntılı günleri değerlendiren Kürkçü, Erdoğan’ın Başkan olabilmek için Türkiye’yi erken seçime sürüklediğini söyledi. “Yenilen deve güreşe doymazmış” diyen Kürkçü, Erdoğan’ın yargıya da küstahça buyruklar verdiğini ifade etti.
HDP’ye sürekli “PKK’yı kınayın” demenin sorunu çözmeyeceğini belirten Kürkçü, “savaşın olduğu yerde çözüm de vardır” dedi.
Savaş varsa çözüm de vardır
Savaş varsa barış ve çözüm de vardır. İkisi arasında bir diyalektik bağ var. O nedenle “çözüm süreci bitti” demek kadar saçma bir şey olamaz; çözüm savaş biterse biter, savaş olmayınca artık çözüme de ihtiyaç kalmamış olur.
Öte yandan bu sözler, bugüne kadar yaşadıklarımızın sadece mantığına değil, hakikatine de aykırı. Çünkü çözümün gerekliliği aşamasına savaşın çözümsüzlüğünden ötürü geldik: Onbinlerce insan hayatının kaybı, Türkiye’yi bir uçtan öbür uca kateden korku, yıkım, insan hakları ihlalleri, siyasette otoriterleşme, gericileşme, nefret söyleminin egemenliği, siyaseti berhava eden bir güvenlik yönelimi, güvenlik unsurlarının her geçen gün siyasetin üzerine çıkması gibi meseleler, bunların hepsi Türkiye’de süregiden çatışmanın çözümsüzlüğüne bağlanmıştı, o nedenle bir çözüm ihtiyacı doğdu.
‘Yaşasın savaş demiş olursunuz’
Bugün “çözüm süreci bitmiştir” dediğiniz zaman “yaşasın savaş” demiş olursunuz, başka da bir şey demezsiniz. Bunların, çaresizce edilmiş beyhude laflar olduğunu düşünüyorum ama onların “çözüm sürecine son vererek” bir savaş hattı benimsedikleri gerçeğini de görmezden gelmiyorum. Bu saçma ama şaka değil, çünkü insan hayatı söz konusu.
‘AKP oy kaybedince süreç bitti’
Bu bugün olan bir şey değil. Tayyip Erdoğan kafasında bu işi 30 Mart 2014’te bitirdiğini bugün itiraf etti. Dedi ki; “Çözüm süreci Mart’ta başbakan olarak partimin başındaydım. Maalesef karşılığını bulmadı. Ve daha sonra yapılan genel seçimlere geldiğimizde bu işin ciddi manada hasar gördüğünü gördük.” Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerini değil de bu iki seçimi anması boşuna değil. Çok basit bir şey söylüyor: “Oy kaybettiysek nedeni süreçtir. Şu halde kötüdür!” Nitekim, bugün Selahattin Demirtaş grup konuşmasında “AKP içindeki kaynaklar”a dayanarak Erdoğan’ın oylarının düşmekte olduğunu gösteren bütün anketlerden sonra, “madem biz hiçbir menfaat elde etmeyecektik, bu işe niye girdik” diye hayıflandığını aktardı.
Demek ki, Tayyip Erdoğan yaklaşımın da egemen olan kaygı şudur: “Ne bize oy kazandırıyor, ne oy kaybettiriyor. Eğer çözüm süreci bize oy kazandırmıyorsa o zaman bununla niye uğraşalım.” Peki o zaman niye girilmiş oluyor bu sürece. Çok iyi anlıyoruz ki, burada -bütün bu “baldıran zehiri olsa içeriz” heyheylenmelerine rağmen- asıl mesele Kürtlerin oylarının böylelikle garanti edileceğine dair bir öngörüydü. “Böyle yaparsak ebedi bir biçimde Kürtler bize daimi oy vereceklerdir, şu halde bu yoldan yürüyelim” kastıyla bu sürece girilmişti.
Komisyonda “Halk İsyanı” dendi, AKP’li vekiller onayladı
İkinci nokta şu: PKK’nın terörist bir örgüt olup olmadığı tartışması Meclis’teki Çözüm Sürecini İzleme Komisyonu’nda yapıldı. Komisyona gelen bir uzman bu müzakerelerin gerekliliğini anlatırken “Terörizmin amaçlarıyla tartışılmaz ama halk isyanının amaçlarıyla tartışılır, devletin PKK ile yaptığı budur” dediğinde o komisyonun bütün AKP’li üyeleri de bunu onayladılar. Komisyon raporu arşivde.
Ben de o zaman uzmana “Siz bir yıl önce PKK’ya terörist diyordunuz, nasıl oldu da bir yıl sonra halk isyanı oldu, bu ikisi arasındaki farkı nasıl açıklayabilirsiniz” diye sordum. Uzman cevaben “Milli Güvenlik Kurulu’nun tutanaklarına baktığımızda görürürüz, Türkiye 93’den beri PKK ile hem savaş hem müzakere halindedir, aynı zamanda isyanın sebeplerini tartışmaktadır. Bunu bir halk isyanının parçası olarak görmektedir.” dedi. Peki o zaman bu farkı nasıl açıklayacaksınız diye sorduğumda mealen şu yanıtı aldım: “Halka söylenenlerin her zaman MGK’de konuşulanlar olması gerekmez, politika başka şey, analiz başka şey.”
Şimdi ben de bunu söyleyeceğim. Demek ki karşınızdaki gücün niteliği hakkında bir fikre sahipsiniz, aslında bu noktada amaçlarının ve hedeflerinin tartışılmasının meşru olduğunu benim gibi düşündüğünüz gücün “terörist” olduğu hakkındaki sizin manasız iddianızı ben neden paylaşayım, eğer bu hakikate aykırı ise.
‘Bugün mü aklınız başınıza geldi?’
Bizim durumumuz net. Olgun bir felsefi ve politik pozisyon üzerinde duruyoruz, o yüzden bugün söylediğimizi yarın inkar etmiyoruz. Ben daha ileri giderek söyleyeyim; bundan önce kaç kez en kritik zamanlarda, bugünkü ortak hareketimiz yokken, henüz DEP, HADEP dönemlerindeyken, PKK’nın geçmişteki eylemleri sırasında akla uygun görmediğimiz politikaları ve eylemleri kimsenin baskısına maruz kalmadan eleştirdik. Ama bugün siz onlarla savaşa tutuştuğunuz dakika gelip bizim gırtlağımıza, savaşa tutuştuğunuz kişileri kötülememiz için sarıldığınız takdirde “bundan sadece 6 ay önce mektuplarımızı bunlara ulaştırın” diye kapımızda ne gezdiğinizi size sorarız. “Siz onların kim olduğunu biliyordunuz, bugün mü aklınız başınıza geldi” desek kimin bize ne söyleyeceği olabilir.
Açıkça söylüyoruz: Çatışma, savaş istemiyoruz, bu savaşın yeniden başlamasını biz istemedik ve bunu tasvip etmiyoruz. Biz KCK’nın da sürece çok daha serinkanlı bir biçimde yaklaşabileceğini ve buna yetecek bir deneyimi olduğunu biliyoruz. O yüzden göğüs göğüse muharebelerden, misillemelerden uzak durmaları gerektiğine dair dileğimizi açıkça ifade ettik.
Erdoğan açık biçimde darbe yürütüyor
Tayyip Erdoğan çok açık bir biçimde Türkiye’de bir darbe yürütüyor. Bu görüşü bugün Selahattin Demirtaş’ın TBMM kürsüsünde açıklamasından önce geçtiğimiz hafta sonu dört kurumumuzun Eş Başkanları olarak bir deklarasyonla ifade etmiştik. Tayyip Erdoğan bugün hukuki ve siyasi konumu itibariyle Anayasanın kendisine tanımadığı yetkileri kullanarak, hükümet üzerinde kendi özel örgütü vasıtasıyla ve kontrol kurarak, kendi özel örgütüne emir ve kumanda ederek provokasyonları, medya saldırılarını teşvik ederek, bunları bir orkestra gibi idare ederek aslında Türkiye’yi kendisinin Başkanlığının yeniden refaranduma sunulacağı bir erken seçime taşımak istiyor.
‘Yenilen deve güreşe doymazmış’
Yenilen deve güreşe doymazmış! Tayyip Erdoğan 7 Haziran’daki yenilgisine doymamış. Bir kere daha Türkiye’yi -ama bu sefer kendisine bu acı yenilgiyi tattıran HDP’yi hırpalayarak, kolunu kanadını kırarak, meşruiyetini tartışma konusu yaparak- seçime sürükleme peşindedir.
Ummaktadır ki bu seçimde kaybettiği 6 puanı geri alacaktır. Ben Türkiye halklarının aklını peynir ekmekle yemediğini ve Erdoğan’ı ebediyen kendisinin başında, ensesinde boza pişirecek, bir maceradan ötekine sürükleyecek bir ebedi Başkan olarak seçmeyeceğini ve eğer söz halkın eline geçerse bunun hiçbir zaman böyle tecelli etmeyeceğini söyleyebilirim.
Ama endişem şudur ki; bu sokulmak istendiğimiz seçim de esasen seçmenlerin oy kullanmalarına güvenlik birimlerinin, emniyetin, jandarmanın, polisin, askerin doğrudan doğruya müdahale edeceği bir seçim olabilir. Erdoğan’ın zorladığı bu seçimlerin özgür seçimler olacağından çok çok şüpheliyim.
Bunun böyle olacağını, daha şimdiden Erdoğan’ın HDP’nin kapatılması, HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılarak yargılanması için yargıya küstahça buyruklar vermesinden ve savcılığın hemen soruşturma başlatmasından da görebiliyoruz. Elle gelen düğün bayram. Görelim bakalım, o dokunulmazlık tartışması AKP’nin ve Erdoğan’ın ve onların yancısı MHP’nin halkın önünde yargılandıkları bir mahkemeye dönüyor mu dönmüyor mu?