7 Haziran genel seçimleri yüksek bir konjonktürde gerçekleşiyor. Bu konjonktürün analizi, seçim süreci ve “Neden HDP?” sorusuna daha net cevap vermemizi sağlayacaktır.
Süreci yalnızca aktörler ve aktüalite düzeyinde ele almak ve tanımlamak, kolaycı bir tavır olmanın yanı sıra, sığ ve dogmatik bir yönelimi işaret ediyor.
Küresel, bölgesel, yerel güç ilişkilerinin birbirini etkilediği ve belirlediği bir momentten geçiyoruz. Özellikle Ortadoğu küresel jeo-politiğin en önemli odağı olarak öne çıkıyor. Ortadoğu bir anlamda dünyanın merkezi haline geliyor. Aynı zamanda küresel karşı-devrim merkezine dönüşüyor.
1970’li yıllarda Latin Amerika ve Orta Amerika karşı-devrimin laboratuvarları işlevi görmüştü. Neo-liberal restorasyonun altyapısı askeri faşist darbelerle örülmüştü. Bugün benzer bir süreç Ortadoğu’da yaşanıyor. Ortadoğu’da kapitalist entegrasyon süreci ve neo-liberal yeniden yapılanma savaş ve yıkım üzerinden gerçekleşiyor.
Çok boyutlu bir karşı-devrimci içerik taşıyan süreç, coğrafyanın her köşesinde olağanüstü katastrofik sonuçlar yaratarak derinleşiyor. Bölge emperyalist yeniden paylaşımın en vahşi ve en yıkıcı sonuçlarıyla karşı karşıya.
Yüksek konjonktür, yıkıcı anafor
Kapitalizmin yapısal/genelleşmiş krizi yüksek konjonktürü belirleyen en temel faktör olarak dikkat çekiyor. Bunu tamamlayan gelişme ise emperyal özneler arasındaki hegemonya savaşlarıdır.
Bugün Ortadoğu, paylaşım savaşlarının ve hegemonya krizinin odağı haline gelmiş durumda. Bir anlamda Ortadoğu merkezli 3. Dünya Savaşı yaşanıyor. Bölgede kırılan fay hatları ve ortaya çıkan yıkıcı enerji Ukrayna’da, Libya merkezli Kuzey Afrika’da, Batı Afrika’da ve Afrika Boynuzu’nda kendini gösteriyor.
Ortadoğu ayrıca TC, Suudi Arabistan, Katar, İsrail ve İran gibi bölgesel karşı-devrimci güçlerin inisiyatif kazanmaya, güç yansıtmaya çalıştığı ve pro-emperyalist hamleler yaptığı coğrafya olarak öne çıkıyor. Bölgenin yeniden paylaşımından/kaynak savaşlarından pay kapmaya, yeni dizaynın bir parçası olmaya çalışan bu gerici, faşist, karşı-devrimci güçler bölgeyi saran katastrofun parçası oluyor, katastrofu yayıyor ve derinleştiriyor.
IŞİD gibi bölgede proto-devlet özelliği gösteren, bir istikrarsızlaştırma ve kaos nesnesi/unsuru gibi hareket eden gerici, faşist yapılar (Libya, Nijerya, Sahra Afrikası, Yemen, Batı Afrika’da benzer işlevler gören, bir nevi savaş ağalığı sisteminin parçası olan benzer örgütler bulunuyor), emperyalizm ve bölgesel karşı-devrimci güçler tarafından askeri, finansal, lojistik, teknik destek alıyor ve yönlendiriliyor. Bu yapılar yıkım, talan, yağma ve katliamlarla coğrafyayı eklem yerlerinden kıracak operasyonlar gerçekleştiriyor. Etnik, mezhebi, dinsel polarizasyonu artırıyor.
Bölgenin sistemli bir şekilde istikrarsızlaştırılması, sürekli savaş coğrafyasına dönüşmesi ve katastrofik gelişmeler emperyalizmin meşruiyet kazanarak, bir “kurtarıcı”olarak müdahalelerini kolaylaştırıyor.
Nisan ya da Mayıs ayında başlaması beklenen Musul Savaşını bu perspektifte değerlendirebiliriz. Aynı şekilde Nijerya’da Boko Haram’a yönelik olası müdahale, bu eksendeki bir başka gelişme olacaktır.
Ortadoğu; dinsel, etnik, mezhebi kutuplaşmalar üzerinden gerçekleşen sürekli bir savaş coğrafyasına dönüşüyor. Emperyalizm, onun mızrak uçları olan bölgesel aktif taşeronlar ve IŞİD benzeri güçlerden oluşan savaş ağalığı sistemi bölgenin alt üst oluşuna yol açıyor. “Yeni” Ortadoğu savaş, yıkım, talan ve katliamlar üzerinden bölgenin şiddetle yağmalanması ve yeniden paylaşılması anlamına geliyor.
“Yeni” TC: Polis devleti+TC A.Ş.
TC, pro-emperyalist hamlelerle yeni küresel denklem içinde konumlanmaya çalışıyor. TC, Tayyip Erdoğan’ın ifade ettiği gibi anonim şirket gibi yönetiliyor. Şirket-devlet modeli açık ve aleni olarak finans kapitalin çıkarlarını temsil etmeyi, çıplak ve maksimum kârı hedeflemeyi ve sermayenin her düzeyde güvenliğini almayı içeriyor. TC bütün imajlarını terk edip, Marx’ın tanımıyla “sermayenin ortak işlerini yürüten komite”ye dönüşüyor.
Yani “Yeni” TC diye tanımlanan, bir karşı devrim mahiyetindeki restorasyon sürecinin bir ayağını finans kapitalin “arzu” ve her düzeydeki yönelimleri oluştururken, diğer ayağını Kürt Özgürlük Hareketinin imhasını ve toplumsal muhalefetin yok edilmesini amaçlayan polis devletinin inşası oluşturuyor.
Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı, genel seçimleri birbirini tamamlayan bu düzenlemelerin gerçekleşmesi için kritik bir eşik olarak görüyor.
TC hızla militaristleşiyor. TC, geçmişte İran Şahlık rejiminin Ortadoğu’da ya da Güney Afrika aparteid rejiminin Afrika’da oynadığı role benzer bir rol oynamaya çalışıyor. Bölgesel bir karşı-devrimci güç olarak Ortadoğu’da konumlanıyor.
TC’nin bölgesel karşı-devrimci bir güç olmasının temelleri; hızlı militarizasyon süreciyle, iç savaş konsepti ve Çin çalışma rejimiyle birlikte atılıyor.
“Yeni” Türkiye ve “yeni” rejim bir iç savaş stratejisi üzerinden inşa ediliyor. İslamcılık rejimin çimentosu işlevi görüyor ve rıza imalatına yarıyor.
4 K, 1 İ “formülasyonu”, iç savaş konseptlerini oluşturuyor. Yani Kadınlar, Kürt Özgürlük Hareketi, Kızılbaşlar-Aleviler ve Komünistler 4 K’yı oluştururken, 1 İ’yi işçi sınıfı meydana getiriyor. “Yeni” rejim, faşist diktatörlük yıkıcı bir katastrofun içinden kendini yeniden inşa ve var etmeye çalışıyor.
Bu noktada kadın cinayetleri, rejimin kendini kurduğu zemin olan sistematik kadın düşmanlığı ve patriyarkal kapitalizmin tipik bir yansıması olarak dikkat çekiyor. Kadın cinayetlerini bir cins kıyımı ve bir iç savaş stratejisinin parçası olarak ele almak, sınıfsal, politik ve ideolojik cinayetler olarak değerlendirmek gerekiyor.
Kürt Özgürlük Hareketinin imhası bu stratejinin en önemli ayağını oluşturuyor.
Kürt direnişi rejimin “büyüsünü” bozan, sistemi sarsan bir güç olarak öne çıkıyor. Dünden bugüne iç savaş ekseni Kürt direnişi üzerinden kuruldu.
Kızılbaşlar, Kürtlerle birlikte bir ötekileştirme ve nefret nesnesidir; yani Nazi Almanya’sına gönderme yaparsak yakalarına “Sarı Yıldız” takılanlardır. Faşizmin en karakteristik özelliği diskriminasyon, ırkçılık ve ötekileştirmedir. W. Reich’ın tanımıyla, Küçük İnsan ötekileştirme ve diskriminasyon üzerinden mana bulur, kendini manalı hisseder, mana kazanır. Faşizmin kitle ruhu, küçük insanın haleti ruhiyesinden şekillenir. Ötekileştirme nesneleri bu anlamda faşizmin vazgeçilmez politikasıdır. Diğer ötekileştirme ve nefret nesnesi haline getirilmek istenenler; yoksullar, gay, lezbiyen, transseksüel ve bisekseksüellerdir (trans cinayetleri de birer politik cinayettir), yani yakalarına “pembe ve siyah üçgen” takılanlardır.
Komünistlerin ve diğer muhaliflerin bastırılması, her düzeyde etkisizleştirilmesi “yeni” rejim açısından stratejik niteliktedir. Ancak Fırat’ın Batı’sı susturulduğunda, rejim manevra kabiliyeti kazanabilir. İç güvenlik yasasının bu noktada devreye girmesi şaşırtıcı değildir. Özellikle işçi sınıfının atomize olması, tarihsel kazanımların gaspı, kronik örgütsüzlüğe sürüklenmesi yeni rejim için yaşamsal önemdedir. İşçi sınıfı sistematik güvencesizleştirme, taşeronlaştırma, işsizleştirme, yoksullaştırma, mülksüzleştirme, sendikasızlaştırma saldırılarıyla karşı karşıyadır. Sınıfın enkazlaştırılması ve köleleşmesi finans kapitalin stratejik hedefini oluşturuyor.
7 Haziran sonrasında AKP iktidarının ve finans kapitalin gündeminde kıdem ihbar tazminatının gaspı, bölgesel asgari ücret ve bir işçi simsarlığı olan özel istihdam bürolarının açılması var. Sınıfın felç olmasını hedefleyen bu stratejik saldırılar, iç savaş konseptinin ana yönelimidir. Çünkü sınıfı ve kadını esir alırsan toplumu da esir alırsın…
Kısaca yıkıcı ve çok boyutlu bir katastrofik sürecin içindeyiz. TC hızla katastrofik bir anafor içine sürükleniyor. Ortadoğu’nun sürekli savaş coğrafyasına ve küresel karşı devrim odağına dönüşmesinden ayrı ele alınamayacak bu süreç, iç politikayla dış politikayı olağanüstü iç içe geçirdi. Bu süreç devlet-toplum-birey ilişkisinin yeniden dizaynını içerirken, devlet tam bir iç savaş devletine dönüşüyor. Her polis devletinin aynı zamanda bir iç savaş devleti olduğu unutulmamalıdır.
Ama katastrof kendi diyalektiğini de yaratıyor. 7 Haziran’ın bir eşik olması ve yeni dönemin en önemli momentini oluşturması boşuna değil: Ya katastrof derinleşecek, Batı yakası ve Kürdistan toprakları yıkıcı bir alt üst oluşa sürüklenecek ya da bu gidişata bir barikat oluşturulacak.
Yaratıcı diyalektik ve devrimci imkanlar
Bu katastrofik tabloya karşın Kürt Özgürlük Hareketi muazzam hamleler yaparak, Ortadoğu’nun temel aktörü haline geldi. Küresel güçlerin bölgeye ilişkin projelerini sekteye uğratacak atılımlarla, başka bir Ortadoğu’nun olanaklarını pratik olarak gerçekleştirdi.
Kürt Özgürlük Hareketi, 20. yüzyılda Ortadoğu’nun kaderini belirleyen, bugüne kadar Ortadoğu’daki yıkım, katliam ve savaşların nedeni olan, aynı zamanda Kürdistan’ın 4 parçaya bölünmesine ve kurulan ulus devletlerle iç sömürge haline gelmesini sağlayan, Kürt halkını köleleştirmeyi amaçlayan ve Arap halklarının kalbine hançer sokulması anlamına gelen Sykes-Picot anlaşmasını fiilen geçersizleştirdi. Ayrıca yeni ya da II. Sykes-Picot’un oluşumunu, gerçekleştirdiği olağanüstü ve çok boyutlu mücadeleyle, taktik yetenek, stratejik duruş ve hamlelerle engelledi.
Rojava Devrimi, devrim içinde devrim olan kadın devrimi, Kobané direnişi ve zaferi, Şengal direnişinin etik manifestosu ve Ezidi soykırımın engellenmesi, Bakuri Kürdistan’da yaşanan kendi özgünlüğündeki ikili iktidar, Kürt dağlarında “kızıl siyasi üsler”, Kürdistan topraklarındaki büyük kitle mobilizasyonları, serhıldanlar, legalitenin istismarı yönündeki müthiş başarılar ve çok yönlü ve çok boyutlu yürütülen mücadele biçimleri başka bir Ortadoğu ve Mezopotamya arayışının somut göstergeleridir.
Bu gelişmenin yanı sıra işçi hareketinin özellikle 2008 sonrası yaşadığı gelişim, lokal eylemlerin her havzada ortaya çıkması, işyeri komitelerinin 1989 sonrası ilk defa bu boyutta yaygınlaşması, eylemler içinde doğal önderlerin giderek belirginleşmesi, Greif ve Feniş gibi muazzam fabrika işgal eylemleri, Kazova özyönetim pratiği gibi etkili eylemlerin gerçekleşmesi ve her işçi havzasında sınıfsal öfke ve kinin birikmesi, infilak aşamasına gelmesi son derece önemli bir momentin önünü açıyor.
Ekolojik hareketin çok yönlü gelişimi, hareketin giderek toplumsallaşması, kadın özgürlük mücadelesinde ciddi ivmelenme, hayvan özgürlük hareketinin hızla şekillenmesi, LGBT hareketinin artık görünür hale gelmesi ve cinsel diskriminasyona karşı etkin eylemleri kapitalizmin bütün yıkıcılığına ve ölümcül anaforuna karşı toplumsal muhalefetin farklı dinamiklerini göstermektedir. Ayrıca bu dinamiklerin emek eksenli kesişimselliğini-intersectionality ve taşıdığı müthiş devrimci potansiyeli ortaya koyuyor.
Kürt Özgürlük Hareketiyle stratejik ve tarihsel ittifakın kurulması ve birleşik devrimci savaşın gelişmesi “Ortadoğu devrimci çemberini” yaratacağı gibi Mezopotamya ve Anadolu devrimin önünü açacaktır. Buradan kırılacak fay hattıyla ortaya çıkacak enerji, Avrupa’nın Akdeniz havzasını sarsacaktır. Devrimci diyalektiğin başta Yunanistan’da (Syriza’nın başarısını Yunanistan’da daha bir boyutuyla gerçekleşmemiş ya da açığa çıkmamış devrimci potansiyel olarak görebiliriz) hatta İberya Yarımadasında (Podemos’u da benzer bir biçimde değerlendirebiliriz) etkisini göstermesi yüksek bir olasılıktır. Avrupa’nın kapitalist krizin odağına dönüşmesi ve coğrafyada sınıfsal antagonizmanın şiddetlenmesi koşulları olgunlaştırmıştır.
Sınıfsal mücadelenin diyalektiği muazzam olanaklar yaratıyor.
Genel seçimler bu manada kritik bir eşiği işaretliyor ve farklı siyasal kırılmaların önünü açabilecek dinamikleri bünyesinde barındırıyor.
Neden sandık, neden HDP?
2013 ve 2014’te yaşanan iki toplumsal patlama, son derece önemli gelişmelerin önünü açtı.
Taksim Ayaklanması, 12 Eylül faşizminin yarattığı ve uzun bir döneme hakim olan pasifikasyon atmosferini kırdı. AKP’nin militan bir biçimde hayata geçirdiği yeni rejimin inşasına ve neo-liberal karşı-devrimci sürece karşı milyonların ayağa kalkışını simgeledi. Yeni rejimi iktidarsızlaştıran ayaklanma, bir kent ayaklanması olarak biçimlendi. Ayaklanma, proletaryanın yeni segmentinin ya da fraksiyonunun sokakla buluşmasını göstermesi, bir kent ayaklanması olarak yaygınlaşması, orjinalitesi, ruhu, yeni mücadele ve eylem tarzlarıyla dikkat çekti. Özellikle geleneksel proletarya sürece iştirak etmedi. Sendikal korporasyonun ve bürokrasinin kuşatması altında olan geleneksel proletarya, hareketsiz bırakıldı ve bloke edildi. Bu durum ve Kürt hareketinin anlaşılır ve makul nedenlerden dolayı sürece geç katılması, aktif ve yığınsal katılmaması toplumsal patlamanın temel zaafiyetleri olarak dikkat çekti. Her şeye rağmen “devrim göz kırptı”. Tarihsel bir olanak yeterince değerlendirilemedi. Ama ayaklanma sistemin ne derece kırılgan olduğunu gösterdi. Kitleler bir katarsis sürecinden geçerek, muktedir olma duygusu yaşadı. Kitleler, eyleyerek öğrendi. Muazzam deneyimler kazandı. Özgücünün farkına vardı.
Taksim ayaklanmasından sonra 2014 yılı, 6-7 Ekim’de Kobané direnişi “Türkiye’yi sarsan iki gün oldu”. Kobane’nin IŞİD tarafından düşürülme tehlikesine karşı hem küresel boyutta, hem de Türkiye çapında gösterilen büyük direniş ve kitlesel protesto hareketi yeni bir toplumsal patlama oldu. TC, iç savaş konseptiyle gelişmelere müdahale etti. Bir anlamda iç savaş provası yaşandı. 50’nin üzerinde insan yaşamını yitirdi. Buna rağmen kitle direnişi üst boyuta yükseldi. Kobané direnişi, Taksim ayaklanmasıyla birlikte kitle radikalizasyonu gösteren pratikler oldu. Kobané direnişi; Kürt Özgürlük Hareketiyle, devrimci hareketin ve Batı yakasındaki toplumsal muhalefetin birleşik mücadelesinin ve ittifakının ne derece sarsıcı sonuçlar yaratabileceğini ortaya koydu. Birleşik devrimci savaşın en önemli pratiklerinden biri oldu. Taksim ayaklanmasında görülen eksiklik Kobané direnişinde aşıldı. Bu noktada Berkin Elvan’ın cenazesi önemli bir adım olmuştu.
Bu iki temel gelişme ve AKP’nin bir tarikatlar koalisyonu olarak yaşadığı iç çatlaklar ve Fethullah Gülen fraksiyonunun iç tasfiyeye uğraması, iktidar savaşlarının, hizip ve güç ilişki ve çatışkılarının artması, Ortadoğu izlenen oportünist, neo-machiavellist ve agresyona dayalı politikaların bütünüyle çökmesi politik bir boşluğun doğmasına yol açtı. Taksim Ayaklanması ve Kobané direnişi ayrıca toplumsal bir arayışı sarsıcı bir biçimde açığa çıkardı.
Bu süreç ve oluşan moment bir burjuva lejitimasyon aracı olan parlamentonun etkili şekilde kullanılma, lejitimasyonu kıracak bir araca dönüştürülme, legaliteyi her düzeyde istismar ederek, parlamento sokak diyalektiğini birleştirme şansını yarattı.
HDP, bugün Kobané’de gerçekleşen birleşik devrimci savaşın ve Kürt Özgürlük Hareketiyle kurulan tarihsel ve stratejik ittifakın bir pratik yansıması olarak öne çıkıyor. Bu tutum HDP’ye eleştirel yaklaşımın terk edilmesi anlamına gelmemektedir. Söz konusu olan bir momente etkili şekilde müdahale etme ve sistemi her boyutuyla teşhir ve bloke edecek bir hamlenin yapılmasıdır. Böylesi bir olasılığın doğması bile önemlidir. AKP içinde ve burjuva klikler arasında çelişki ve çatışkıların artması, çatlakların ortaya çıkması kontr politikaların yapılabilme şansını yükseltiyor. Hatta parlamenter aritmetikte yaşanacak bir değişim bu çelişkileri daha da derinleştirebilir. Ayrıca kitlelerin moral gücünün yükselmesi, başarma duygusunu tatması da son derece önemlidir.
Sınıflar mücadelesi doğrusal ve statik bir süreç değildir. Son derece kompleks, çok boyutlu, bir çok momentin iç içe girdiği, birbirini etkilediği ve beslediği, salınımlı, diyalektiğin olağanüstü zenginliğini bünyesinde taşıyan organik bir süreçtir. Sorun bu zenginliği ve dinamizmi kavramak, momentlere doğru ve yaratıcı müdahalelerde bulunmaktır. Parlamenter alana müdahalenin taktik bir hamle olduğu unutulmamalıdır. Yalnızca taktik bir hamle…
Aslolan, Türkiye’de “demokrasi” mücadelesinin ve faşizme karşı mücadelenin bir devrim sorunu olduğunu unutmamaktır. Bu bizim farklı moment ve eşiklerde farklı taktikler geliştirmememiz ve müdahale etmememiz anlamına gelmez. Taktik esneklik, stratejik yönelimin önemli bir parçasıdır. Lenin’in Duma’daki Bolşeviklerle illegal mektuplaşmaları (1913) savaşçı bir partiyle, parlamenter alan arasındaki ilişkiyi göstermesi açısından oldukça ilginçtir. Lenin, Duma’daki iki kanadı altı ve yediler olarak kodlayarak (Dördüncü Duma’da Sosyal Demokrat grupta altı Bolşevik, yedi Menşevik bulunuyordu), Duma’daki gelişmeleri yakinen izler, politik yönelimleri değerlendirir, Menşevik gruba (Fyedor, Menşevik grubun gizli adı) ilişkin yargılarda bulunur, politik görevler üzerine vurgular yapar, bu arada Okhrana’nın süreci kontrol etme girişimleri dikkat çekicidir. Mektuplar, illegal bir partinin yüksek manevra kabiliyetini, cüretini, legalitenin ne düzeyde istismar edilebileceğini göstermektedir. Sınıflar mücadelesi her şeyden önce bir momentler bütünselliği ve bir biriktirme sürecidir.
Neden HDP?
İçinde bulunduğumuz yüksek konjonktür ve bir dizi kaotik gelişme dinamiği taşıyan süreç, 7 Haziran genel seçimlerini kritik bir eşik haline getiriyor.
Sandık ve HDP’nin bir politik taktik olarak değerlendirilmesi bu momentin ürünüdür.
HDP, bu süreçte eleştirel yaklaşımlarımızla birlikte, bir kontr-politika alanıdır.
Bu noktada “Neden HDP?” sorusuna şu cevaplar verilebilir.
– Neo-liberal restorasyon politikalarına barikat oluşturmak için HDP:
Karşı-devrim mahiyetindeki neo-liberal politikalar, burjuva siyasal fraksiyonların varoluş zemini oluşturuyor. AKP de bu sürecin ürünüdür. AKP, neo-liberal restorasyon süreci içinde inşa oldu ve finans kapitalin en militan partisi olarak rol oynadı. Kapitalist entegrasyonun gereği olarak ordu merkezli Soğuk Savaş devlet yapılanmasını (süreç içinde) tasfiye etti, kurucu paradigması İslam olan devlet-toplum-birey ilişkilerini inşa etti. Yeni rejim Soğuk Savaş devlet yapılanmasının modifiye edilmiş bir hali olarak, sürekli karşı-devrimci politikalar izliyor. Bir nevi kurumsal faşizm, kapitalist-emperyalist sistemin 1990 sonrası, küreselleşme tanımlanması da yapılan aktüel biçimlenişine göre kendini yeniden üretiyor. Aslında devlet yapılanmasının her şeyi değişti ama her şey aynı kaldı. Devletin faşist karakteri bütün çıplaklığıyla kendini dışa vuruyor. AKP bu sürecin aktörü ve bu sürecin içinde var olan bir siyasal oluşumdur. Büyük bir çıkar şebekesi, suç ortaklığı ilişkisi ve iktidar endeksli bir tarikatlar koalisyonudur. Neo-liberalizm AKP’nin (diğer burjuva fraksiyonların da -CHP ve MHP- ) ontolojisini oluşturuyor.
Bunun yanı sıra neo-liberal politikalar işçi sınıfına stratejik saldırı anlamına geliyor. Kürt Özgürlük Hareketi için bu politikaların stratejik imha olduğu unutulmamalıdır.
Neo-liberalizme ve tüm sonuçlarına karşı yürütülecek mücadele işçilerin, yoksulların, ezilenlerin, emekçilerin, Kürt halkının, kadınların, LGBT bireylerin, tüm canlıların hatta cansızların geleceğini koruma ve başka bir dünya istemidir. HDP’nin göstereceği atak bu karşı-devrimci, diskrimine edici, ölüm ve yok oluş anlamına gelen politikalara karşı bir barikat anlamına gelecektir.
– Toplumsal polarizasyona, ötekileştirmeye, dıştalamaya karşı halkların kardeşliği, inanç ve yaşayışların özgürlüğü için HDP:
Burjuva siyasal fraksiyonlar kutuplaşma üzerinden kendilerini var ederler. AKP kutuplaşmayı en rafine ve en ekstrem noktaya ulaştıran bir burjuva klik olarak dikkat çekti. Hatta siyasal İslamın sağladığı olanakları ve polarizasyonu en üst düzeyde kullanarak etki gücünü artırdı. Yeni devlet yapılanmasının kuruluş paradigmasının Türk, İslam, Sünnilik ve Hanefi mezhebi üzerinden oluşması, Kürtlerin, diğer mezhep ve inanışların, dinlerin, yaşayış ve tercih biçimlerinin şiddetle ötekileştirilmesini, dışlanmasını, nefret nesnesi haline getirilmesini kolaylaştırıyor ve geniş yığınların onayı alınabiliyor. AKP sistematik ötekileştirme hamleleriyle kitle tabanı buluyor ve kitle tabanını koruyor.
Faşizm ötekileştirme ve ayrımcılık politikalarıyla ve nefret nesneleri üreterek kendine geniş meşruiyet zemini oluşturur, aynı politikalar faşizmin kitle ruhunu besler, yığınların sisteme angajmanını kolaylaştırır, “Küçük Adam”ı manalı kılar.
Alevi-Sünni, Kürt-Türk, laik-anti-laik kutuplaşmaları burjuvazinin siyasal fraksiyonlarını besleyen ve bu fraksiyonlara varlık zeminleri oluşturan olgulardır. HDP toplumsal polarizasyonun, ötekileştirme, ayrımcılık, dıştalamanın önüne halkların kardeşliği, inanç, yaşayış ve cinsel tercih özgürlüğüyle çıkarak ezber bozan bir hamle yapıyor. HDP, bir anlamda sistemin sinir noktalarına dokunuyor ve başka bir şey yaratabiliriz diyor.
-Faşizme karşı halkların birleşik gücünü yaratmak için HDP:
Faşizm bir karşı devrimdir. Türkiye’de faşizme karşı mücadele bir iktidar sorunudur. Türkiye’de demokrasi mücadelesi de bir iktidar ve devrim sorunudur. Bu temel analiz bizi faşizme karşı mücadelenin çok boyutluluğuna götürür. TC’nin bir bölgesel karşı-devrimci güç olarak yeniden yapılandığı koşullarda, özellikle 7 Haziran seçimleri önemli bir moment olacak. Bu momenti kıracak ya da aksatacak her hamle ve her taktik önemlidir. Faşizme karşı işçi sınıfının birliğinin ve halkların birleşik mücadelesinin zeminlerini oluşturmak ve beslemek yaşamsal önemdedir.
– Kürt Özgürlük Hareketiyle, Devrimci-Komünist hareketin stratejik ve tarihsel ittifakının bir yansıması olarak HDP:
Devrimci hareketle Kürt Özgürlük Hareketi arasında bazı devrimci yapıları istisna olarak kabul edersek, her zaman açı farkı oldu. Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı gibi devrimin imkanını ve devrimin güncelliğini ifade eden Leninist tez, devrimci hareket üzerinde Kemalizmin ağır etkisi ve ruhunun dolaşmasından ve devrimci bir kopuşun gerçekleştirilemeyişinden ve Marksizmin bir sınıf teorisi olarak kavranmamasından kaynaklanan yapısal nedenlerden dolayı, bir totolojiye dönüştü, açık ve örtük sosyal şoven çizgiyi gizlemeye yarayan bir argümantasyon oldu. Olmaya da devam ediyor.
Bugün Batı yakasında sınıfın yıkıcı devrimci enerjisini açığa çıkarmak, Kürt Özgürlük Hareketinin açığa çıkardığı ulusal enerjiyle rezonansı kurmak yaşamsal önemdedir. Bu Anadolu ve Mezopotamya devriminin imkanını yaratmak anlamına gelir.
Anadolu ve Mezopotamya devriminin imkanını arama, birleşik devrimci savaşın ve Kürt Özgürlük Hareketiyle tarihsel ve stratejik ittifakın zeminleri bugün, aktüel biçimde Kobane direnişinde ve Kürt dağlarında siper yoldaşlığında, 6-7 Ekim direnişinde olduğu gibi sokaklarda, kavganın içinde oluşuyor. Bir anlamda yeni bir tarih, halkların mücadele ve direniş tarihi yazılıyor.
Devrimci-komünist hareketin, Kürt Özgürlük Hareketiyle stratejik ve tarihsel ittifakın bir başka yansıması, 7 Haziran genel seçimleridir. 7 Haziran; sandık ve HDP’yle simgelenirken, 8 Haziran; sokak, kavga ve barikat anlamına gelmelidir.
Parlamento ve sokak diyalektiği
Kürt Özgürlük Hareketi parlamentoyu bu zamana kadar, çok vektörlü mücadelenin bir unsuru olarak son derece etkin kullandı.
Düşmanı çok iyi tanıyan hareket, son derece esnek politikalar geliştirdi. Parlamentoyu, ezber bozan, TC’yi teşhir eden ve burjuva lejitimasyonu kıran bir araç olarak değerlendirdi. Çok sınıflı bir hareket olmasından kaynaklanan (parlamenter yapının özelliklerinin de etkisiyle Kürt üst sınıflarının inisiyatif kazanma ve farklı flört çabaları gibi) problemler yaşansa da genel olarak başarılı performans gösterdi.
7 Haziran genel seçimleri özel bir moment olarak öne çıktı. Yüzde 10’luk barajın aşılması en başta 12 Eylül faşizmine ve onun güncel biçim alışı olan “yeni” rejime karşı son derece önemle bir atak olacak.
Kapitalist krizin şiddetlendirdiği sınıfsal antagonizmanın ürünü olan, sosyal reformist bir niteliğe sahip Syriza, Yunanistan’da ciddi bir başarı göstererek seçimleri kazandı ve hükümeti kurdu. Syriza hükümet olmasına karşın (gücünün ve kudretinin farkında olarak) troykayla mücadelede sokağı işaret etmesi önemlidir. Şu unutulmamalıdır: Parlamentoda güç ne olursa olsun, parlamenter yanılsama ve büyüye kapılmadan sokak ve sokakta politika önemlidir. HDP bu diyalektiği yani parlamento-sokak diyalektiğini hedeflemelidir. Seçim ve sonrasındaki başarısının sırrı burada saklıdır.
Ayrıca HDP’nin başarısı şovenizme, ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı mücadelede önemli bir adım olacaktır. Türk-İslam sentezi TC’nin kuruluş paradigmasını oluşturdu. Kemalizm aslında kökleri İttihat ve Terakki’ye ve Abdülhamit’e dayanan bu sentezin, ulus-devlet biçimine bürünmüş halidir. Ulus-devlet bir anlamda Türkleştirme ve İslamlaştırma üzerinden şekillendi. Kemalizmin ruhu ve pratiği karşı devrim içinde biçimlendi. Ve bir karşı-devrim pratiği olarak gelişti. Faşizmin bir modernizm projesi olduğu unutulmamalıdır. Kemalizm hem bir resmi ideoloji, hem de devletin aklı, ruhu ve pratiğidir.
Şovenizm, TC’nin stratejik silahlarından biri oldu. Özellikle sınıfı köleleştirmenin aracı olarak kullanıldı. Şovenizm, ırkçılık ve milliyetçilik sınıfı polarize ve amorfe ederek kadavraya çevirir. Şovenizmin en yıkıcı sonucu sınıfın organik birliğini parçalaması, onu zehirlemesi ve devrimci enerjisini yok etmesidir.
Şovenizme ve sosyal şovenizme karşı mücadele, sınıfın hızla nesnel ve öznel şekillenmesine yol açar. Devrimci dinamiklerini açığa çıkarır.
Sandık ve HDP, şovenizm karşı mücadelede önemli bir adımdır.
Hrant Dink’in cenazesi ve “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz” sloganı bu manada önemli bir pratik ve sarsıcı bir slogan oldu. Ezber bozdu ve yeni bir dönemi işaretledi. Devam etmek, sarsmak ve yeniden ezber bozmak gerekiyor.
Bu Anadolu ve Mezopotamya’nın kadim halklarına olan tarihsel borcumuzun ödenmesi, başta Ermeni soykırımının kabulü, Kürt, Keldani, Süryani, Ezidi, Rum, Zerdüşt, Çerkes halkların sürgün, katliam, tenkil, asimilasyon politikalarının reddi anlamına gelecektir.
Böylesi bir tutum, bir anlamda devrimcilerin özeleştirisi, halklara karşı boyunlarının borcu ve halkların karşı-tarihini kavramak anlamına gelecektir.
Bunun yanı sıra özgürlük, insan merkezli ve tek boyutlu bir şey değildir. Her şeyden önce tüm iktidar, otorite ve tahakküm ilişkilerinin reddiyle başlayan, canlı, cansız tüm varlıkların yeryüzü kardeşliğinin arzulanmasıdır. Bu Yırcalı’da zeytin ağaçlarına “oğlum” diye sarılıp, kesilmelerini engellemeye çalışan köylülerin mücadelesi, yeni zeytin ağaçlarından helallik isteyen halkın estetiğidir.
Özgürlük hissetmektir. 3. Boğaz Köprüsü yapımı için kesilen milyonlarca ağaçtan sonra, habitatı bozulan bölgeden kaçan, bir domuz annenin, 10 yavrusuyla Rumeli Kavağından denize girip, İstanbul Boğazı’nı yüzerek geçip, Anadolu yakasına ulaşırken yaşadığı korkuyu yüreğinin derinliklerinde hissetmek ve öfkelenmektir.
Özgürlük her türlü zulme, ayrımcılığa, ötekileştirmeye, diskriminasyona karşı mücadele etmektir. Ekolojik mücadele, hayvan özgürlük hareketi, kadın özgürlük hareketi, farklı (etnisite, cinsel, din, mezhep, sosyal, kültürel) kimlik mücadeleleri, ulusal ve toplumsal mücadele; özgürlük mücadelesinin katmanlarıdır. Kapitalizmin ontolojisinin özel mülkiyet ve artı-değer üzerinden kurulduğunu unutmadan, işçi sınıfının mücadelesinin bir sosyal anafor olduğunu bilerek, bu mücadele alanları genişletilmeli, güçlendirilmeli ve karşılıklı rezonansı oluşturulmalıdır. Özgürlük bu anlamda gökkuşağına doğru, gökkuşağına dönüşmek için, çılgınca koşmaktır. Bu aynı zamanda yeryüzü kardeşliğini yaratma anlamına gelecektir. Bir anlamda nehirlerle, ağaçlarla, kuşlarla, çiçeklerle, dağlarla, tilkilerle, ayılarla, toprakla, taşla, kayayla yani her şeyle ama her şeyle kardeşleşmektir… Böylesi bir yürek, böylesi bir ruh sahibi olmaktır…
Kürt Özgürlük Hareketi (teorik bazı zaafiyetlerine, eklektik yaklaşımlarına rağmen) bu konuda son derece önemli adımlar attı. Ekolojik mücadeleyi merkeze alan, mücadelenin ve özgürlüğün ayrılmaz parçası olarak gören bir yaklaşımla hareket etti. Bakuri Kürdistan’ında ve Rojava’da zengin deneyimler ortaya çıktı.
Batı yakasında da kapitalizmin yok ediciliğine karşı ve kompleks katastrofik niteliğini açığa çıkaran örgütlenme adımları atıldı ve etkili mücadeleler yapıldı.
Sandık ve HDP, bu mücadeleleri ve örgütlenmeleri güçlendirecektir.
Sonuç olarak
Sınıflar mücadelesi son derece zengin, kompleks, çok boyutlu ve organik bir süreçtir. Ve bir momentler bütünselliğidir. Stratejik hedeflere bağlı, ona göre şekillenmiş; politik esneklik, taktik hamle yeteneği ve varyasyon gücü momentlerde devre dışı kalmayı engelleyecektir. İçinden geçtiğimiz yüksek konjonktürde, “demokrasinin” ve parlamentonun bir karikatür olduğunu bilerek, hiçbir yanılsanmaya kapılmadan, Türkiye’de demokrasi mücadelesinin ve faşizme karşı mücadelenin bir iktidar ve devrim sorunu olduğunu akıldan çıkarmadan, burjuva lejitimasyon aracı olan parlamentoyu, burjuva lejitimasyonu kırmak için kullanarak ve seçimleri çok vektörlü mücadelenin parçasına dönüştürerek müdahale etmeliyiz. Bu kontr-politika yeteneğidir. “Âna” müdahaledir. Yani 7 Haziran’da sandık ve HDP, 8 Haziran’da sokakta olmaktır.
Kürt hareketi seçimler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, her türlü gelişmeye karşı hazırlığını yapıyor.
Parlamento-sokak diyalektiği bize de aynı politik kabiliyeti verecektir. Biz her zamanki işimizi yapalım. Bazı parlamentarist, legalist, burjuva reformist çizgiler bugün HDP’nin yarattığı auradan dolayı, sürece dahil oldu. HDP’nin yüzde 10’un altına düşme riski bu çizgileri hayal kırıklığına sürükleyebilir. Unutmayın…! Biz zaten işimize devam edeceğiz. Çünkü aslolan sokak, aslolan sokakta politikadır…
HDP yüzde 10 barajını geçerse, bu kitlelere yüksek bir moral ve muktedir olma duygusu verecektir, başarma duygusu kazandıracaktır. Syriza’nın başarısının yarattığı, bizi de etkileyen duygu gibi…
Ama rehavete yer yok. İlk iş kazanan milletvekillerinin eline taş alıp almadığına, tokatını nasıl kullandığına, hangi grev ve direniş içinde olup olmadığına bakacağız. Sokakta olmalarını sağlayacağız, denetleyeceğiz.
Ayrıca biz yine işimize bakacağız. 8 Haziran’daki randevumuza sadık kalacağız; yani yine sokaktayız. Çünkü aslolan sokak, aslolan sokakta politikadır…
***Bu metin, 21 Mart 2015’te Almanya’nın Ulm kentindeki Tohum Kültür Merkezi’nde, 22 Mart 2015’te Augsburg kentindeki Enternasyonal Kültür Merkezi’nde; “Seçimler, “Yeni” Türkiye, Neden HDP ?” başlığı altında gerçekleştirilen konferansın içeriğidir.